E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama

SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 23 (1)
Cilt: 23  Sayı: 1 - 2012
ARAŞTIRMA MAKALESI
1.
Ankaferd "Blood Stopper"in tükrük bezi kanamasında etkinliği
Effectiveness of Ankaferd Blood Stopper on salivary gland bleeding
Cenk Evren, Fikret Çınar, Selda Sarıkaya, Atilla Alpay, Sibel Bektaş
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.50479  Sayfalar 1 - 5
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı Ankaferd “Blood Stopper”in (ABS) tükrük bezi dokusu üzerinde kanama durdurucu etkisini incelemektir.
YÖNTEMLER: Çalışmada 15 erişkin Wistar Albino cinsi sıçan kullanıldı. Uygun diseksiyon işlemi sonrasında sağ submandibuler glandları tam kat kesilip 0.2 cc ABS damlatıldı. Sol glanda da aynı kesi işlemi sonrasında salin emdirilmiş tampon ile baskı yapıldı. İki tarafın kanama süreleri ölçüldü.
BULGULAR: Kanama zamanı ABS uygulanan tarafta 21.9±8.9 saniye, salin emdirilmiş tampon ile baskı yapılan tarafta 89.8±33.9 saniye olarak bulundu. ABS uygulanan tarafta kanama zamanı anlamlı olarak kısa bulundu.
SONUÇ: Yeni bir hemostatik ajan olarak ABS’nin tükrük bezlerinde kanamayı kontrol etmek için potansiyel bir yararı olabilir. Doku üzerinde histopatolojik etkilerini incelemek, olası
toksik etkilerini belirlemek için daha çok ileriye dönük kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: The aim of this study was to investigate the hemostatic effect of Ankaferd Blood Stopper (ABS) on salivary gland tissue.
METHODS: Fifteen adult Wistar Albino rats were used in this study. After an appropriate dissection, the right submandibular glands were incised through all layers and 0.2 cc of ABS was
administered. After performing the same procedure on the left glands, compression was applied with a saline-moistened pack. The duration of bleeding on both sides was measured.
RESULTS: The duration of bleeding was 21.9±8.9 seconds in the ABS administered side, whereas the duration of bleeding was found to be 89.8±33.9 seconds in the side in which only a salinemoistened pack was applied. The duration of bleeding was significantly shorter in the ABS administered side.
CONCLUSION: ABS as a novel hemostatic agent could have a potential benefit in controlling bleeding from salivary glands. Further prospective controlled studies are required to investigate
its pathological effects on the tissue and to determine possible toxic effects.

2.
Alt gastrointestinal cerrahide stoma tercihi ne olmalı?
Which kind of stoma should be chosen in lower gastrointestinal surgery?
Mehmet Karabulut, Murat Gönenç, Mustafa Uygar Kalaycı, Koray Baş, Osman Köneş, Ali Kocataş, Halil Alış
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.78557  Sayfalar 6 - 10
AMAÇ: Bu çalışmada, İstanbul Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği’nde son altı yılda alt gastrointestinal sistemde stoma uygulaması yapılan
hastalar değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Mayıs 2005 - Mayıs 2011 tarihleri arasında alt gastrointestinal sistem hastalıkları nedeniyle acil ve elektif olarak stoma uygulanan 201 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların endikasyonu, tercih edilen stoma tipi, cerrahi komplikasyonlar, kapatılma süreleri ve kapatma ameliyatlarından sonra görülen komplikasyonlar geriye dönük olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Stoma yapılan 201 hastanın %60’ı erkek ve yaş ortalaması 70.5 (dağılım, 18-87 yaş) idi. Stoma uygulamasının %82.5’i acil ameliyatlarda yapıldı. En sık endikasyon rektosigmoid
malignite cerrahisi idi (%52). En sık tercih edilen stoma çeşidi uç kolostomi idi (%27). Tüm stomaların %10’unda stenoz, iskemi, prolapsus, parastomal herni ve retraksiyon
gibi komplikasyonlar görüldü. Stomaya ait komplikasyonlar en sık uç kolostomide görüldü. Stomaların %43’ü çeşitli nedenlerle kapatılamadı. En sık görülen neden hastaların kapatılma öncesi hayatlarını kaybetmeleri idi (%53). Stoması kapatılan hastaların %30’unda komplikasyon gelişti. En sık görülen komplikasyon yara yeri enfeksiyonu idi ve en sık uç kolostomi kapatılması sonrasında görüldü. En az komplikasyon saptırıcı tipte enterostomilerde izlendi.
SONUÇ: Stoma komplikasyon oranı yüksek bir işlemdir. Bu sebeple alt gastrointestinal sistem cerrahisinde primer anastamoz öncelikle düşünülmeli, stoma ihtiyacı olan hastalarda
saptırıcı enterostomi tercih edilmelidir.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to make analysis of patients in whom lower gastrointestinal system stomas were performed at General Surgery Clinic of Istanbul Bakirkoy Dr. Sadi
Konuk Training and Research Hospital during last six years.
METHODS: Totally 201 patients in whom stoma was performed following emergency or elective lower gastrointestinal system surgery during May 2005 and May 2011 were retrospectively analyzed. Indication, stoma type, surgical complications of stoma,
time to stoma closure and complications related to closure were evaluated.
RESULTS: Of the 201 patients, 60% were male. Mean age of the patients were 70.5 (range 18 to 87 years). Stomas were performed via emergency surgery in 82,5% of cases. Surgery for recto-sigmoid cancer was the leading indication (52%). End colostomy was preferred in 27% of the patients. Overall complication rate of 10% was observed related to stoma (stenosis, ischemia, prolapsus, parastromal hernia and retraction). The highest complication rate was in patients with end colostomy. Totally 43% of the stomas could not be closed due to several reasons where death before closure was the major cause (53%). A complication rate of 30% was observed in cases when stoma closure was performed. The most common complication which is wound infection was observed in end colostomy closure. The lowest overall complication rate was in group of loop enterostomy patients.
CONCLUSION: Stoma is a surgical procedure which has a relatively high complication rate. For this reason in lower gastrointestinal tract surgery, primary anastomosis should be the first
choice in general. In cases where stoma is needed, loop enterostomy should be preferred, when possible.

3.
Radyasyon onkolojisi kliniği çalışanlarında depresyon ve tükenmişlik düzeylerinin sosyodemografik özelliklerle ilişkisinin değerlendirilmesi
Evaluation of the relation between sociodemographic characteristics and depression and burnout levels of health workers in the radiation oncology clinic
Şule Karabulut Gül, Hakan Levent Gül, Ahmet Fatih Oruç, Duygu Gedik, Alpaslan Mayadağlı, Atınç Aksu, Beyhan Ceylaner Bıçakçı
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.05025  Sayfalar 11 - 17
AMAÇ: Bu çalışmada, radyasyon onkolojisi bölümü çalışanlarının tükenmişlik ve depresyon düzeyleri ile bunlarla bağlantılı olabilecek sosyodemografik etkenler incelendi.
YÖNTEMLER: Çalışmaya kliniğimizde calışmakta olan 36 kişi dahil edildi. Katılanların sosyodemografik özelliklerini belirlemek için bir kişisel bilgi formu hazırlandı. Veri toplama amacı ile Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Maslach Tükenmişlik Ölçeği kullanıldı.
BULGULAR: BDÖ puan sonuçlarına göre 1 kişide (%2.8) orta derecede depresyon saptandı. Maslach toplam puanı ile BDÖ puanı arasında anlamlı doğrusal korelasyon bulundu. Çalışmamızda süreğen hastalığı olanlarda olmayanlara göre kişisel başarı (KB) puanları arasında anlamlı fark (p=0.04), duyarsızlaşma (D) değerinde ise iki grup arasında anlamlıya yakın
(p=0.06) sonuç elde edildi. Kişisel başarı işyeri koşullarını yetersiz bulanlarda ortamı klasik bulanlara göre anlamlı fark gösterdi (p=0.003). Kişilik yapısı ile de KB değerleri arasında anlamlı fark saptandı.
SONUÇ: Onkoloji bölümünde çalışan sağlık personeli ruhsal olarak zorlanmaktadır, bu alanda daha fazla sayıda çalışanı kapsayacak yeni çalışmalar yapılmalıdır. Sağlık personelinin
yaşam kalitesinin artırılmasının sağlanması ile verimlilik daha da artacaktır.
OBJECTIVE: The aim of our study was to evaluate depression and burnout levels and their relation with sociodemographic factors of health workers in our Radiation Oncology Clinic.
METHODS: Thirty-six persons working at our clinic were included in the study. For determining the sociodemographic characteristics of the participants, a personal information form was designed. For data collection, Beck Depression Inventory (BDI) and Maslach Burnout Inventory were used.
RESULTS: According to BDI score results, moderate depression was detected in 1 person (2.8%). A significant correlation was detected between total Maslach score and BDI score. In our
study, a comparison of workers with and without chronic diseases revealed that differences in personal accomplishment (PA) points were significant (p=0.04) and in depersonalization (D) values were close to significant between the two groups. There was a significant difference (p=0.003) in PA between people that found their working conditions insufficient when compared with those who did not. A significant difference was
detected between personality and PA values.
CONCLUSION: Health workers in the Radiation Oncology Clinic have psychological difficulties, and more studies should be conducted in this area including a greater number of workers. By increasing the quality of life of health workers, productivity can also be increased.

4.
Üç porttan laparoskopik kolesistektomi deneyimi
Effects of patients with three port laparoscopic cholecystectomy
Burhan Hakan Kanat, Mustafa Girgin
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.24392  Sayfalar 18 - 20
AMAÇ: Bu çalışmada, semptomatik safra kesesi taşı nedeniyle üç porttan laparoskopik kolesistektomi (LK) yapılan olgular geriye dönük olarak incelendi ve üç port LK’nın güvenliği araştırıldı.
YÖNTEMLER: Semptomatik safra kesesi taşı nedeniyle LK yapılan toplam 32 hasta geriye dönük olarak incelendi. Hastalarda dördüncü port gereksinimi, ameliyat süresi, ve komplikasyon oranları incelendi.
BULGULAR: Olguların 24’ü (%75) kadın, 8’i (%25) erkekti. 32 hastanın 29’una (%90.6) üç porttan güvenli bir şekilde LK uygulandı. Üç (%9.4) olguda dördüncü trokar gereksinimi oldu. Hiçbir olguda safra fistülü, safra sızıntısı veya safra yolu yaralanması gibi majör komplikasyonlar ya da mortalite izlenmedi.
SONUÇ: Semptomatik kolelithiyazisli hastalarda uygulanan 3 port LK’nin güvenli olduğu ve morbiditeyi artırmadığı görüldü.
OBJECTIVE: In this study, we aimed to examine patients with three port-laparoscopic cholecystectomy (LC) due to symptomatic cholelithiasis and to investigate the safety of the three-port LC, retrospectively.
METHODS: In total, 32 patients who received three port-LC due to symptomatic cholelithiasis were investigated in a retrospective fashion. Requirement of a fourth port, length of operation,
and complication rates were evaluated.
RESULTS: Twenty-four cases (75%) were female and 8 (25%) were male. Out of 32 patients, 29 (90.6%) received the threeport laparoscopic cholecystectomy successfully. Three (9.37%)
cases required a fourth port. None of the cases demonstrated mortality or major complications such as biliary fistula, leak, or injury.
CONCLUSION: Three-port LC in patients with symptomatic cholelithiasis was found to be safe and no increase in morbidity was observed.

5.
Sağlıklı term ve preterm yenidoğanlarda tiroid fonksiyonlarının karşılaştırılması
Comparison of thyroid functions in healthy term and preterm neonates
Öznur Küçük, Suat Biçer, Filiz Bakar, Gülay Çiler Erdağ, Tuba Giray, Defne Çöl, Ayça Vitrinel
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.85619  Sayfalar 21 - 24
AMAÇ: Sağlıklı term ve preterm yenidoğanların tiroid fonksiyonlarının incelenmesi ve preterm ve term bebeklerin tiroid hormon düzeylerinin karşılaştırılması planlandı.
YÖNTEMLER: Sağlıklı term (≥37 gebelik haftası) ve sağlıklı preterm (<37 gebelik haftası) yenidoğanların postnatal üçüncü günlerinde alınan tiroid stimulan hormon (TSH) ve serbest tiroksin düzeyleri geriye dönük değerlendirildi. Çalışmaya annelerinde tiroid hastalığı olan bebekler, sepsis, solunum güçlüğü, asfiksi vb. hastalık nedeniyle yenidoğan yoğun bakım ünitesinde izlenen bebekler ve <31 haftalık preterm bebekler alınmadı.
BULGULAR: Toplam 371 yenidoğan incelendi. Bebeklerin 190’ı (%51) erkek ve 181’i (%49) kız idi. TSH değerleri bakımından gruplar arasında fark saptanmadı (p>0.05). Term olguların
ortalama serbest tiroksin değeri preterm olgulardan anlamlı derece yüksekti (p<0.05). Gruplar arasında ortalama serbest tiroksin değerleri bakımından anlamlı farklılık gözlendi.
SONUÇ: Sağlıklı pretermlerde sağlıklı term bebeklere göre hipotiroksinemi saptanmıştır.
OBJECTIVE: We aimed to investigate thyroid functions and to compare the thyroid hormone levels in healthy preterm and term infants.
METHODS: Thyroid stimulating hormone (TSH) and free thyroxine (FT4) levels determined in healthy term (≥37 gestational weeks) and preterm (<37 gestational weeks) neonates on the
postnatal third day were retrospectively evaluated. Infants whose mothers with thyroid disease, treated in neonatal intensive care unit for diseases including sepsis, respiratory distress, etc and <31 weeks preterms were excluded.
RESULTS: We studied 371 neonates (190 males, 51.2%; 181 females, 48.8%). There was no significant relationship among infant groups regarding TSH values (p>0.05). FT4 values were significantly higher in term infants than in preterm infants (p<0.05). There was a significant difference in FT4 values between term and preterm infants.
CONCLUSION: Hypothyroxinemia was detected more commonly in healthy preterm infants than in healthy term infants.

6.
Glioblastome multiformede tedavi seçenekleri ve yaşam sürelerine etkileri
Treatment options and effects of survival in glioblastoma multiforme
Ali Yılmaz, Filiz Altuğ, Engin Düz, Bayram Çırak
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.26818  Sayfalar 25 - 29
AMAÇ: Glioblastoma multiforme (GBM) yetişkinlerde en sık görülen maling primer beyin tümörüdür. Tanı ve tedavisi oldukça zordur. Sık görülmesine rağmen GBM’de tedavi seçenekleri çok fazla değişmemiştir. Bu çalışma, GBM’li hastalarda tedavi seçeneklerinin yaşam sürelerine etkisini incelemek amacıyla planlandı.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada nöroşirürji kliniğinde tanı, tedavi ve izlemleri yapılan 32 GBM’li hasta (16 erkek, 16 kadın) geriye dönük olarak değerlendirildi. Olgulara hastalık hakkında ve uygulanan tedavi yöntemleri hakkında bilgi verildi. Hastaların performans durumunu belirlemek için Karnofsky performans skalası kullanıldı, sağkalım süreleri kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların yaş medyan değeri 64 yıl, takip süresi medyan değeri 7.5 ay ve performans ortalaması 59.06±9.95 olarak bulundu.
SONUÇ: Bu çalışmanın sonucunda GBM’li hastalarda, hastaların performans durumlarının prognostik faktörleri etkilediği görülmüştür.
OBJECTIVE: Glioblastoma multiforme (GBM) is the most common malignant primary brain tumor in adults. They are difficult to diagnose and challenging to treat. Treatment options for GBM have not changed over the years despite its high frequency in patients. This study was planned to examine the effects of treatment options on the duration of life in patients with GBM.
METHODS: In this study, we retrospectively evaluated 32 patients (16 male, 16 female) with a GBM diagnosis who were treated in the department of neurosurgery. All of the patients were informed about the disease and the treatment modalities. The Karnofsky performance scale was used to evaluate performance status and survival times were noted.
RESULTS: The median age was 64 years, the median follow–up duration was 7.5 months and the mean of performance status was 59.06±9.95.
CONCLUSION: The results of this study indicate that the performance status of patients diagnosed with GBM is in close relation to their initial prognosis.

OLGU SUNUMU
7.
Kemoterapi ve radyoterapi sonrasında gelişen Stevens-Johnson sendromlu bir olgu
A case with Stevens-Johnson syndrome after chemotherapy and radiotherapy
Demet Çiçek, İhsan Okur, Enis Ertürkler, Rahime İnci, Selma Bakar Dertlioğlu, İbrahim Kökçam
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.62634  Sayfalar 30 - 34
Stevens-Johnson sendromu yüksek ateş, pürülan konjunktivit, eroziv stomatit ve jeneralize ekzantemli cilt lezyonları ile kendini gösteren bir hastalıktır. Etyolojide özellikle ilaçlar, enfeksiyon ajanları, karsinomlar, lösemiler ve kollajen doku hastalıkları gibi pek çok faktörün rol oynadığı bilinmektedir. Radyoterapi bu hastalığın etyolojisinde yer alan nadir nedenlerden biridir. Ancak radyoterapinin tek başına bir etken olup olmadığı konusu henüz daha aydınlatılmamıştır. Nazofarenks epidermoid karsinomu nedeniyle dosetaksel ve sisplatin kemoterapisi ile eş zamanlı radyoterapi alan ve radyoterapinin
34. gününde özellikle radyasyon uygulanan bölgede başlayarak tüm vücuda yayılan eritem, bül, yer yer erode alanlar ve hemorajik kurutlar, konjuktival hiperemi gelişen
hastayı sunuyoruz.
Stevens-Johnson syndrome is a disease characterized by fever, purulent conjunctivitis, erosive stomatitis, and skin lesions with generalized exanthem. Many factors including drugs, infectious agents, carcinomas, leukemias, and collagen tissue diseases are known to play a role in its etiology. Radiotherapy is one of the factors that rarely has a part in the etiology of this disease. However, it is not clear whether radiotherapy is an etiological factor in and of itself. We present a case who had been receiving radiotherapy concurrently with docetaxel and cisplatin chemotherapy for epidermoid carcinoma. The patient developed erythema, bullae and occasional eroded areas that started at the site of radiation on the 34th day of radiotherapy and spread to the whole body, as well as hemorrhagic crusts and conjunctival hyperemia.

8.
Sinonazal yol primer mukozal malign melanomu: Olgu sunumu
Sinonasal tract primary mucosal malignant melanoma: Case report
Ahmet Fatih Oruç, Şule Karabulut Gül, Alpaslan Mayadağlı, Naciye Özşeker, Hüseyin Tepetam, Duygu Gedik, Kemal Ekici, Şükran Kayıpmaz
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.53244  Sayfalar 35 - 40
Sinonazal yol mukozal malign melanomları olduça nadirdir, tüm mukozal malign melanomların %0.3-2’sini, baş boyun tümörlerinin ise %4’ünü oluşturur. Her iki cinste ileri yaşlarda görülür ve kötü prognozludur. Cerrahiyle beraber radyoterapi ve/veya kemoterapi tercih edilir. Lokal nüks oldukça sıktır ve aynı zamanda nüksetme tedavi başarısızlığının en önemli sebebidir. Kliniğimize tek taraflı burun tıkanıklığı ve burun kanaması şikayetiyle başvuran 76 yaşında kadın hastanın paranazal bilgisayarlı tomografisinde sinonazal yolda kitle görüldü. Kitlenin histolojik incelemeside malign melanom tanısı aldı.
Sinonasal tract mucosal malignant melanomas are rare, accounting for between 0.3% and 2% of all malignant melanomas and about 4% of head and neck melanomas. They occur in older patients of both genders and frequently have poor prognoses. Surgery accompanied by radiation and/or chemotherapy is generally used as treatment. The frequency of local recurrence is high and recurrence is also the major determinant of treatment failure. Herein we report the case of a 76 year-old woman who was admitted with unilateral nasal obstruction and epistaxis. She also had a mass lesion in the sinonasal tract of her paranasal BT. A histological examination of the mass indicated malignant melanoma.

9.
Soliter pulmoner nodül olarak saptanan intralober pulmoner sekestrasyon vakası
An intralobar pulmonary sequestration case detected as a solitary pulmonary nodule
Ayşe Havan, Aslıhan Altın, Nesrin Kıral, Ali Fidan, Sevda Şener Cömert, Benan Çağlayan
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.57060  Sayfalar 41 - 44
Pulmoner sekestrasyon, akciğerin nadir görülen konjenital bir malformasyonudur. Normal bronkopulmoner sistemden köken alan ve aberran sistemik arterden kanlanan, fonksiyone olmayan akciğer dokusu ile karakterizedir. İntralober ve ekstralober olmak üzere iki tipi vardır. İntralober pulmoner sekestrasyonlar visseral plevra ile, ekstralober pulmoner sekestrasyonlar ise kendine ait bir plevra ile çevrilidir. Radyolojik olarak pnömonik infiltrasyon, kistik görünüm ve daha nadir olarak nodül ve kitle görüntüleri verebilir. Polikliniğimizde soliter pulmoner nodül nedeniyle tetkik edilen hastaya intralober pulmoner sekestrasyon tanısı konuldu. Bu vaka soliter pulmoner nodül ayırıcı tanısında pulmoner sekestrasyonların alınması gerektiğini vurgulamak için yayınlandı.
Pulmonary sequestration is a rare congenital malformation of lung. It is characterized by a nonfunctioning lung tissue originating from bronchopulmonary system that has anomalous systemic arterial blood supply. The two forms of pulmonary sequeastration are intrapulmonary, which is surrounded by normal lung tissue, and extrapulmonary, which has its own pleural investment. Radiologically, they may present as pneumonic infiltration, cystic nodules and rarely mass images. The patient was evaluated for solitary pulmonary nodule in our clinic and diagnosed as intralobar pulmonary sequestration. We decided to publish this case to remind that in the differential diagnosis of solitary pulmonary nodules pulmonary sequestration should be taken to highlight.

10.
Desendan nekrotizan mediastinit: Nadir bir olgu
Descending necrotizing mediastinitis: A rare case
Tülin Durgun Yetim, Şemsettin Okuyucu, Sabahat Genç Akoğlu, Ali Balcı, Güldem Ekşi
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.30932  Sayfalar 45 - 48
Desendan nekrotizan mediastinit (DNM) nadir, fakat yüksek oranda ölümcül seyreden bir durumdur. Sıklıkla orofarenjeal veya odontojenik şiddetli enfeksiyonlara bağlı gelişen bir
komplikasyondur. Kliniğe, DNM tablosu ile başvuran 50 yaşında kadın hastada trakeaotomi açılarak, transservikal girişimle boyundaki apse drene edildi. Apse lojundaki nekrotik dokulara debridman uygulandı. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde ampiyem poşları oluşması ve retrofarinjeal bölgeden cerahat içeriğinin mediastene yayılımı olması üzerine dekortikasyon ve ampiyemektomi yapıldı. Mediastinal plevra açılarak mediasten temizlendi. Hasta sorunsuz olarak taburcu edildi. Derin boyun enfeksiyonuna ikincil gelişen DNM’li olgu nadir görülmesi ve başarılı tedavisi nedeniyle
literatür eşiğinde sunuldu.
Descending necrotizing mediastinitis (DNM) is a rare fatal complication. It mostly develops due to severe oropharyngeal or odontogenic infections. A 50-year-old female patient who admitted to our department with the diagnosis of DNM underwent tracheotomy, and the abscess in her neck was drained with transcervical resection. Necrotic tissue in the area was debrided. Since thorax computerized tomography revealed formation of empyema pouches and emission of pus content from the retropharyngeal area into the mediastinum, decortication and empyemectomy were performed. The mediastinal pleura was resected and the mediastinum was cleaned. The patient was discharged with full recovery. Descending mediastinitis secondary to a deep neck infection is a rare occurrence. This study aims to share this successfully treated case in the light of the literature.

DERLEME
11.
Heterotopik ossifikasyon ve tedavi yaklaşımı
Heterotopic ossification and treatment approach
Alpaslan Mayadağlı, Güven Bulut, Kemal Ekici
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.52533  Sayfalar 49 - 55
Heterotopik ossifikasyon normalde ossifiye olmaması gereken bir dokuda yeni kemik oluşumu ile karakterize olan bir antitedir. İlk defa 1918 yılında Dejerine ve Ceillier tarafından, “paraosteoartropati” terimi ile tanımlanmıştır. Heterotopik ossifikasyon travmatik beyin yaralanmaları ve omurilik yaralanmaları sonrası da oldukça sık görülen bir komplikasyondur. Genel olarak travma heterotopik ossifikasyon insidansını arttırır. Heterotopik ossifikasyon nörojenik heterotopik ossifikasyon, travmatik heterotopik ossifikasyon, miyozitis ossifikans progresiva olarak genelde üç grupta incelenir. Heterotopik ossifikasyon genellikle büyük eklemlerde görülür. Heterotopik ossifikasyonun tedavi seçenekleri arasında eklem hareket açıklığının korunması, ilaç tedavisi (antienflamatuvar ilaçlar), radyoterapi ve cerrahi eksizyonu yer almaktadır. Heterotopik ossifikasyonda tedaviden çok profilaksi daha önemlidir. Steroid olmayan antienflamatuvar
ilaçlardan özellikle indometazin profilakside kullanılır. Heterotopik ossifikasyonda cerrahi rezeksiyon maturasyon tamamlandıktan sonra uygulanabilir. Heterotopik ossifikasyon
gelişme riski yüksek olan hastalarda profilaktik radyoterapi uygulanması antiinflamatuvar ilaçlardan daha etkilidir.
Heterotopic ossification is an entity characterized by a new bone formation in a tissue that is not normally ossified. In 1918, Dejerine and Ceillier defined ”paraosteoarthropathy” for the first time. Heterotopic ossification is a frequent complication after traumatic brain injury and also of spinal cord injuries. In general, trauma increases the heterotypic ossification incidence. Heterotopic ossification is usually observed in three groups as neurogenic heterotopic ossification, traumatic heterotopic
ossification and progressive myositis ossificance. Heterotopic ossification is usually seen in the large joints. Treatment options for heterotopic ossification are protection of joint range of motion, medication (anti-inflammatory drugs), radiotherapy, and surgical excision. Prophylaxis of heterotopic ossification is more important than treatment. Non-steroidal anti-inflammatory drugs, especially indomethacin, are used for prophylaxis. Surgical resection of heterotopic ossification can be applied after the completion of maturation. In patients at high risk for developing heterotopic ossification, prophylactic
radiotherapy is more effective than anti-inflammatory drugs.

LookUs & Online Makale