E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama




SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 13 (1)
Cilt: 13  Sayı: 1 - 2002
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
HİPERTANSİF ANNE BEBEKLERİNDEKİ NÖTROPENİ
NEUTROPENIA ASSOCIATED WITH MATERNAL HYPERTENSION
Olgun Göktaş, Gülnur Tokuç
Sayfalar 1 - 2
Nötropeni, yenidoğanlarda çeşitli sebeplerle oluşabilen bir problemdir. Bu sebeplerden birisi annedeki hipertansiyon olup, hipertansif anne bebeklerinde nötropeninin fizyopatolojisi, klinik önemi ve tedavisi çok açık değildir. Bu çalışma, hastanemizde doğan 145 yenidoğan üzerinde yapılmıştır. Bu bebeklerden hipertansif anneden doğanlarda nötropeni doğum ağırlığından bağımsız olarak diğerlerinden daha sık görülmüştür. Nötropeni geliştiren olguların %31.5'unda enfeksiyon görülmüştür.

2. 
ENDOSERVİKAL SÜRÜNTÜ ÖRNEKLERİNDE CHLAMYDİA TRACHOMATİS ANTİJENİ ARANMASINDA İKİ FARKLI YÖNTEMİN KARŞILAŞTIRILMASI
COMPARISON OF TWO METHODS FOR DETECTION OF CHLAMYDIAE TRACHOMATIS ANTIGEN IN ENDOSERVICAL SPECIMENS
Demet Kaya, Uzay Yıldırım, Elif Öztürk, İdris Şahin, Şükrü Öksüz, Ali Alhan
Sayfalar 3 - 5
Chlamydia cinsinden mikroorganizmalar zorunlu hücre içi paraziti olup, antijenik ve biyokimyasal özellikleri, yaptıkları hastalıklar, konak canlıdaki patojenik özelliklerine göre üç türde toplanmaktadırlar. Bu mikroorganizmalar insanda göz, solunum yolu ve cinsel temasla bulaşan infeksiyonlardan sorumlu etkenlerdir. C.trachomatis oluşturduğu infeksiyonların yüksek prevalansı ve çeşitli klinik tablolar nedeniyle üzerinde en çok araştırma yapılan türdür. Chlamydial infeksiyonlar genellikle nonspesifik klinik belirtiler oluşturduğundan, etkenin belirlenmesinde laboratuvar tanı yöntemleri önemli yer tutmaktadır. Tanıda hücre kültürü yönteminin yanı sıra sitolojik yöntemler, direkt tanı yöntemlerinden Direk Floresan Antikor (DFA) ve Enzim Immunoassay (EIA), moleküler biyoloji tekniklerinden Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR) ve hibridizasyon yöntemleri kullanılmaktadır. Bu çalışma cinsel yönden aktif dönemde olan ve vaginal akıntı şikayeti ile hastaneye başvuran 50 hastada C.trachomatis antijeninin iki farklı yöntemle araştırılması amacıyla planlandı. Bu amaçla alınan endoservikal sürüntü örnekleri hızlı test ve EİA yöntemiyle test edildi. Toplam 50 örnekten hızlı test ile 4(%8)'ünde, EİA yöntemi ile 1 (%2)'inde C.trachomatis antijeni saptandı. Sonuçlar her iki testin de kültür, DFA veya moleküler tekniklerin uygulanamadığı merkezlerde kullanılabileceğini, özellikle hızlı testin tarama amaçlı çalışmalarda uygun olduğunu ortaya koymuştur.

3. 
DR.LÜTFİ KIRDAR KARTAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 1. DAHİLİYE KLİNİĞİNDE İZLENEN HODGKİN LENFOMALI OLGULARIN KLİNİK VE PATOLOJİK VERİLERİNİN VE TEDAVİ SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
EVALUATION OF THE CLINICAL AND PATHOLOGICAL DATA AND THERAPY RESULTS OF THE HODGKIN'S LYMPHOMA CASES TREATED IN THE FIRST INTERNAL MEDICINE CLINIC AT DR. LUTFI KIRDAR KARTAL TRAINING AND RESEARCH HOSPITAL
Şenol Güler, Taflan Salepçi, Haluk Sargın, Yener Koç, Ali Yayla
Sayfalar 6 - 8
Bu çalışmada amaç Hodgkin lenfoma tanısı alan vakaların klinik ve patolojik verilerini ve tedavi sonuçlarım değerlendirmekti. 1997-2002 yılları arasında Rye sınıflamasına göre patolojik tanı almış, Hodgkin Lenfoma tanısı ile Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Dahiliye Kliniği'nde izlenen 54 hasta retrospektif olarak analiz edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, hastalığın başlangıç yeri, patolojik olarak Rye sınıflandırması, B semptomları ve Cotswolds evrelemesine göre evreleri ile tedavi sonuçları değerlendirildi. Hastaların 25'i kadın, 29'u erkekti. Kadın/erkek oranı 0.86 idi. Yaşları 15-85 arasında idi. Hastalığın başlangıç yeri 42 hastada servikal bölge(%78), 7 hastada aksiller bölge(%12), 3 hastada inguinal bölge (%6), 2 hastada mediastinal bölge(%4) olarak tespit edildi. Cotswolds evrelemesine göre; hastaların 11'i evre I-II(%20), 16'sı evre III(%30), 27'si evre IV (%50) idi. 38 hastada (%70) B semptomlarından en az birisi mevcuttu. Histopatolojik tip olarak Rye sınıflandırılmasına göre hastaların; 22'si (%41) nodüler sklerozan tip, 20(%37) hasta mikst tip, 8(%15) hasta lenfositten zengin tip, 4(%7) hasta lenfositten fakir tip idi. Hastalara genel olarak ortalama 6 kür ABVD (Adriamycin 25 mg/m, Bleomycin 10 mg/m, Vinblastine 6mg/m, DTIC 375 mg/m) protokolü 1.+15. günlerde uygulandı. 10 hastaya 2. basamak tedavi EVAP (Etoposide 120 mg/m, Vinblastine 4 mg/m2, Ctytarabine 30 mg/m2, CDDP 40 mg/m2) 1.+8.+15. günler uygulandı. 3 hastaya 3. basamak tedavi uygulandı. 22 hastaya radyoterapi uygulandı. 33 hasta tam remisyona girerken, 11 hastada nüks görüldü. 6 hasta halen birinci basamak tedavi görmektedir. 4 hastanın kliniği ve genel durumu bozulup, 3'ü hastalığa bağlı, 1'i araya giren enfeksiyon nedeniyle kaybedildi. Tedavi olan 11 hastada febril nötropeni, 3 hastada radyoterapiye bağlı cilt lezyonu, 2 hastada yutma güçlüğü yan etki olarak gözlemlendi. Hodgkin lenfoma tanısı almış hastalar orta yaş grubunda daha sık izlenmekle birlikte, erkek populasyonunda oranın daha sık olduğu görüldü. Nodüler sklerozan tip en sık rastlanan tip olmakla birlikte, çalışmamızda mikst tip de yüksek oranda saptandı. En az lenfositten fakir tip saptandı. Hastalar genel olarak ABVD protokolü ile tedavi edildiler ve tedavi yanıtlan literatür ile uyumlu olarak bulundu. Hastanemiz 1. Dahiliye Kliniği'nde takip edilen hastaların retrospektif verilerinin diğer Hodgkin lenfoma olgu serileri ile benzer oldukları tespit edildi.

4. 
AKNE VULGARİSÜ KADIN HASTALARDA SEKS HORMONLARININ SERUM DÜZEYLERİ
SERUM SEX HORMONE LEVELS IN FEMALE PATIENTS WITH ACNE VULGARIS
Asiye Nesrin Aksoylar, Özer Arıcan, Macit Koldaş, Aynur Karaoğlu
Sayfalar 9 - 13
Akne halen sebebi bilinmeyen, genç popülasyonu etkileyen multietyolojik faktörlü bir hastalıktır. Bu etyolojik faktörlerden biri de hormonal etkilerdir. Bu çalışmada bir grup akneli kadın hastada hormon düzeylerinde normalden anlamlı bir sapma olup olmadığı araştırıldı. Akneli 60 kadın hasta ile benzer yaş grubundaki 30 kontrol olgusu üzerinde adetin 5. günü sabah açlık kanında Folikül Stimülan Hormon (FSH), Lüteinizan Hormon (LH), Prolaktin (PRL), Total Testosteron (TES), Dehidroepiandrosteron Sülfat (DHEA-S), Progesteron (P), Östrodiol (E2) ve Kortizol (COR) düzeyleri standart enzim immunoassay yöntemiyle ölçüldü. Akneli kadın hastalar lezyonların lokalizasyonu, şiddeti, hirsutismus ve sekonder seks karakterleri yönünden muayene edildiler. Lezyonların başlangıç yaşı, menstruasyon aktivasyonu, siklus düzeni, galaktore, alopesi ve aile anamnezi bakımından değerlendirildiler. Aknenin şiddeti hastalarımızın 19 (%31.67)'unda hafif, 24(%40.0)'ünde orta ve 17 (%28.33)'sinde ağır olarak tespit edildi. Hirsutismus, menstruasyon aktivasyonu, siklus düzeni, galaktore, alopesi ve aile anamnezi bakımından kontrol grubu ile aralarında anlamlı bir farka rastlanmazken; dismenore hasta grubunda (%58.3) kontrol grubuna (%30.0) göre istatistiksel olarak (p=0.011) daha yüksek bulundu. Hastaların 45(%75.0)'inde en az bir hormon normalden yüksekti. Hasta grubunun serum kortizol düzeyi (16.02±7.19 µg/dl) kontrol grubundan (19.79±6.98 µg/dl) anlamlı derecede düşük bulundu (p=0.023), diğer serum hormon ortalama değerlerinde ise bir farka rastlanılmadı. Ayrıca serum DHEA-S değerleri orta şiddetli grupta (193.61±66.99 µg/dl) diğer gruplara göre anlamlı düzeyde düşük bulundu (p=0.043). Elde ettiğimiz bu veriler hormonların serum düzeyleri açısından akneli grup ile kontrol grubu arasında önemli bir fark olmadığını göstermektedir. Tüm bu bilgi ve bulgular literatür eşliğinde tartışılmış ve yorumlanmıştır.

5. 
PTERİJİUMUN ÇIPLAK SKLERA YÖNTEMİYLE EKSİZYONU SONRASI REKÜRRENSİ
THE RECURRENCE RATES IN PTERYGIUM EXCISION USING THE BARE SCLERA TECHNIQUE
Nazan Yılmazok, Yasin Yılmaz, Pınar Varcan, Anıl Kubaloğlu, Yusuf Özertürk
Sayfalar 14 - 15
Bu çalışmada primer pterijiumun tedavisinde çıplak sklera yöntemiyle pterijium eksizyonun rekürrens oranlarını saptamak amaçlandı. Primer pterijiumu olan 39 hastanın 40 gözü (20 erkek, 19 kadın) çalışma kapsamına alındı. Hastalara çıplak sklera bırakılarak pterijium eksizyonu uygulandı. Ortalama 12.5 (3-22) ay takip edildi. Olguların %55'inde (40 gözün 22'sinde) rekürrens saptandı. Çıplak sklera bırakılarak yapılan pterijium eksizyonu rekürrens oranı yüksek bir tekniktir. Rekürrens oranlarının düşürülmesi için alternatif tedaviler uygulanmalıdır.

6. 
LARİNGOSKOPİ VE ENDOTRAKEAL ENTÜBASYONA KARŞI GELİŞEN HEMODİNAMİK YANITIN ÖNLENMESİNDE REMİFENTANİL, ALFENTANİL VE FENTANİLİN KARŞILAŞTIRILMASI
COMPARISON OF REMIFENTANIL, ALFENTANIL, FENTANYL IN ATTENUATION OF THE HAEMODYNAMIC RESPONSE TO LARYNGOSCOPY AND ENDOTRACHEAL INTUBATION
Ahmet Gezer, Gülten Arslan, Gülcan Berkel, Özlem Sezen, Tayfun Gürsu, Zuhal Arıkan
Sayfalar 16 - 19
Çalışmamızda laringoskopi ve endotrakeal entübasyona karşı gelişen hemodinamik yanıtların önlenmesinde remifentanil, alfentanil ve fentanilin etkilerini karşılaştırmayı amaçladık. Kurul izni ve hasta onayı alındıktan sonra, elektif cerrahi girişim geçiren 18-60 yaşlan arasında, ASA I-II150 olgu rasgele olarak üç gruba ayrıldılar. I. gruptaki olgulara (n=50) 1 µg/kg remifentanil, II. gruba (n=50) 15 µg/kg alfentanil, III. gruba (n=50) 2 mg/kg fentanil intravenöz (i.v.) uygulandı. Tüm olgularda anestezi indüksiyonu ve idamesi sırasıyla propofol 2 mg/kg, rekuronyum 0.6 mg/kg ve isofloran %1 konsantrasyon, %50 N2O+%50 O2 ile gerçekleştirildi. İndüksiyon öncesi, çalışma ilacı verildikten hemen sonra, laringoskopi öncesi, entübasyondan 1, 2, 3, 5 ve 10 dk. sonra sistolik arter basıncı (SAB), diastolik arter basıncı (DAB), ortalama arter basıncı (OAB), kalp atım hızı (KAH), periferik oksijen saturasyonu (SpO2) değerleri kaydedildi. Olgularda indüksiyondan önce ve çalışma ilacı verildikten hemen sonra SAB, DAB, OAB, KAH, SpO2 değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Çalışma periyodu esnasında tüm gruplarda SAB, DAB, OAB değerleri indüksiyon öncesine göre azalma kaydetti. Belirgin azalmalar, grup I de grup III ile karşılaştırıldığında laringoskopi öncesi ve entübasyondan 1 dk sonra SAB, DAB, OAB değerlerinde azalma gözlendi (p<0.01). Ancak çalışma sırasında olguların hiçbirinde hipotansiyonla (OAB'nın indüksiyon öncesi değerin %70 altında olması) karşılaşılmadı. Grup II ve III'de entübasyondan 1 dk sonra KAH değerleri belirgin olarak daha yüksek bulundu (p<0.001). Diğer parametreler açısından gruplar arasında farklılık yoktu. Sonuç olarak, laringoskopi ve endotrakeal entübasyonla gelişen hemodinamik yanıtın önlenmesinde remifentanilin daha etkili ve güvenli olduğu kanısına varıldı.

7. 
REKÜRREN PTERİJİUMDA LİMBAL-KONJUNKTİVAL OTOGREFT TRANSPLANTASYONU
LIMBAL-CONJUNCTIVALAUTOGRAFT TRANSPLANTATION FOR TREATMENT OF RECURRENT PTERYGIUM
Nazan Yılmazok, Anıl Kubaloğlu, Zeynep Eren, Yusuf Özertürk
Sayfalar 20 - 22
Bu çalışmada rekürren pterijium olgularında, pterijium eksizyonuna kombine olarak uygulanan limbal-konjunktival otogreft transplantasyonun rekürrense etkisinin saptanması amaçlandı. Rekürren pterijiumu olan 16 hastanın 16 gözüne pterijium eksizyonu ile limbal-konjunktival otogreft transplantasyonu uygulandı. Hastalar ortalama 21(3-39) ay takip edildi. Hastaların hiçbirinde rekürrens saptanmadı, 1 olguda greft retraksiyonu, 3 olguda epitelyal inklüzyon kisti, 2 olguda subepitelyal fıbrozise bağlı düzensiz astigmatizma gelişti. Rekürren pterijiumlu olgularda limbal-konjunktival otogreft transplantasyonu rekürrensi önlemede etkili ve güvenilir bir yöntemdir.

8. 
ÜRETRAL DEFEKT OLUŞTURULMUŞ KÖPEKLERDE EVERTE EDİLMİŞ VEN GREFTİ KULLANIMI
THE USE OF EVERTED VEIN GRAFT IN DOGS WITH CONSTITUTED URETHRAL DEFECTS
Alper Sayharman, Osman Metin, Fatih Tarkan, Aydın Özgül, Uğur Kuyumcuoğlu
Sayfalar 23 - 26
Üretral striktür; tedavisindeki zorluklar ve postoperatif komplikasyonların yüksek oranda görülmesi nedeni ile ürolojide hala en önemli sorunlardan birisidir. Bugüne kadar bir çok yöntem denenmiş olmasına rağmen, bu yöntemlerden birisinin diğerine üstünlüğü gösterilememiştir. Bu çalışmada 20 erişkin erkek melez köpekte everte edilmiş femoral ven, anterior üretrada oluşturulan defekt yerine konuldu. İntraoperatif konulan Üretral stent, postoperatif 7. günde alındı. 3 hafta sonra retrograd üretrogram çekilerek denekler sakrifiye edildi ve Üretral doku histopatolojik incelemeye alındı. 20 olgudan 2'si postoperatif dönemde kaybedildi. Çalışmaya 18 olgu üzerinden devam edildi. Bu 18 olgunun 11'inde (%61.1) komplikasyon görülmezken 7'sinde (%38.1) değişik derecelerde darlık izlendi. 2'sinde (%28.6) anastomoz hattında darlık ve fistül görülürken, diğer 5 olguda (%71.4) sadece darlık tespit edildi. Sonuç olarak everte edilmiş vasküler greft, komplike Üretral darlıklarda tercih edilebilecek bir tedavi modalitesi olabilir.

9. 
İleri primer pterijiumda limbal-konjunktival otogreft transplantasyonu
Limbal-conjunctival autograft transplantation in advanced primary pterygium
Nazan Yılmazok, Anıl Kubaloğlu, Burak Özdemir, Yusuf Özertürk
Sayfalar 27 - 29
AMAÇ: Bu çalışmada ileri primer pterijium olgularında, pterijium eksizyonu ile pterijium eksizyonuna kombine limbal-konjunktival otogreft transplantasyonun rekürrens oranlarını karşılaştırmak amaçlandı.
YÖNTEMLER: İleri pterijiumu olan 36 hasta (18 erkek, 18 kadın) çalışmaya dahil edildi. 25 hastanın 26 gözüne pterijium eksizyonu, 11 hastanın 11 gözüne pterijum eksizyonuna ilaveten limbal-konjunktival otogreft transplantasyonu uygulandı.
BULGULAR: Hastalar ortalama 13(2-24) ay takip edildi. Pterijium eksizyonu yapılan hastalarda %53 oranında rekürrens tespit edilirken limbal-konjunktival otogreft yapılan grupta rekürrens %9.9 olarak bulundu. Limbal-konjunktival otogreft yapılan grupta 3 hastada korneada subepitelyal fibrozis gelişti. Eksizyon yapılan gruptan 5 hastaya rekürrens sonrası limbal-konjunktival otogreft uygulandı.
SONUÇ: İleri primer pterijium olgularında limbal-konjunktival otogreft transplantasyonun rekürrens oranını düşüren etkili bir yöntem olduğu sonucuna varıldı.

10. 
5-18 YAŞ ÇOCUKLARDA BÜYÜME DEĞERLENDİRMESİ
GROWING EVALUATION IN CHILDREN AGED BETWEEN 5-18
Nurhan İnce
Sayfalar 30 - 34
Çalışmada Aralık 2000 tarihinde, İstanbul'da bir özel okuldaki toplam 583 öğrencinin büyüme durumu, öğrencilerin kendi tartı ve boy ölçümlerinden yararlanılarak geliştirilmiş ölçütlerle (yaşa uyan tartı, yaşa uyan boy, rölatif tartı, ponderal indeks) ayrı ayrı değerlendirilmiş ve ölçütler arasındaki ilişkiler irdelenmiştir. Yetersiz beslenme yaşa uyan tartıya göre %24.9, rölatif tartıya göre %15.9 ve ponderal indekse göre %16.9 oranlarında bulunmuştur. Bu üç ölçütün değerlendirme sonuçları Friedman nonparametrik varyans analizi ile karşılaştırılmış ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p<0.001). Sonuç olarak, büyüme durumunun doğru değerlendirilebilmesi için ülkemize özgü standart değerlerin geliştirilmesi gereklidir.

11. 
PREDİYALİZ DÖNEMDEKİ VE HEMODİYALİZE ALINAN KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ OLGULARINDA PLAZMA TÜMÖR NEKROZİS FAKTÖR-ALFA (TNF-ALFA DÜZEYLERİ
PLASMA TUMOR NECROSIS FACTOR-ALFA (TNF-ALFA) LEVELS IN PREDIALYSIS AND HAEMODIALYSED CHRONIC RENAL FAILURE PATIENTS
Erdoğan Parlak, Mehmet Çobanoğlu, Mustafa Tekçe, Haluk Sargın, Yener Koç, Ali Yayla
Sayfalar 35 - 38
Sitokinlerin biyolojik etkilerinin daha iyi anlaşılması, bu maddelerin diyaliz tedavisinin akut ve kronik komplikasyonlarının patogenezinde de rol oynadıklarını göstermiştir. Bu çalışmada, değişik evrelerde kronik böbrek yetmezliği (KBY) bulunan fakat henüz diyaliz tedavisi görmeyen ve diyaliz tedavisi altındaki hastalar ile sağlıklı kontrol grubunda plazma tümör nekrozis faktör-alfa (TNF-alfa) düzeyleri araştırılmıştır. Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Polikliniği'nde takip ve tedavi edilen henüz diyalize girmeyen kronik böbrek yetmezlikli 15 hasta (ortalama yaş: 38±14,4 yıl, E/K: 10/5), hemodiyaliz tedavisi gören 15 KBY hastası (ortalama yaş: 41,2±8 yıl, E/K: 10/5) ve sağlıklı kontrol grubu olarak 15 olgu (ortalama yaş: 29,6±2,6 yıl, E/K: 6/9) olmak üzere üç gruptan oluşan toplam 45 olgu çalışmaya alındı. Olguların çalışmaya alınma kriterleri: Bilateral böbrek boyutlarında küçülme olması, diabetes mellitus (DM), polikistik böbrek hastalığı, konjestif kalp yetmezliği bulguları, multipl myeloma, amiloidoz, obstrüktif nefropati gibi KBY yapabilen hastalıkların olmaması ve hemodiyaliz tedavisi gören hastalarda sentetik yapıda polisülfon diyalizörlerinin kullanılıyor olması idi. Tüm olgulardan 5'er ml kan düz tüplere alındı. Örnekler -85°C'de saklandı. Çalışma TNF-alfa enzim-linked immunosorbent assay kitleri kullanılarak (00927, Diaklon, France, 2001) ELISA yöntemi ile yapıldı. Sağlıklı grup ve prediyaliz hasta grubunun üre, kreatinin, 24 saatlik idrarda protein miktarı ve kreatinin klirensi gibi parametreleri karşılaştırıldığında; prediyaliz grubunda sonuçlar anlamlı derecede yüksekti (p<0,001). Hemodiyaliz tedavisi gören hastalar, haftada 1-3 kez diyalize girdikleri için, bu parametreleri değerlendirmeye alınmadı. TNF-alfa sonuçlarına bakıldığında; kontrol grubu ile hasta grupları arasında anlamlı fark olmasına karşın (sırasıyla p<0,01 ve p<0,001), prediyaliz ve diyaliz hasta grupları arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05). Sonuç olarak; proinflamatuar bir sitokin olan TNF-alfa nın kronik glomerulonefrite bağlı kronik böbrek yetmezliğinde de rolünün olduğu düşüncesindeyiz. Ancak uzun dönemde yapılacak prospektif çalışmalar TNF-alfa ve böbrek hastalıkları arasındaki ilişkiyi daha net olarak ortaya koyacaktır.

OLGU SUNUMU
12. 
BEHÇET HASTALARINDA ANESTEZİ UYGULAMASI: OLGU SUNUMU
ANESTHETIC MANAGEMENT IN BEHÇET'S DISEASE: CASE REPORT
Gülşen Bosna, Neşe Aydın
Sayfalar 39 - 40
İlk kez 1937'de tekrarlayıcı iritis, oral ve genital ülserasyonlar triyadı ile tanımlanan Behçet hastalığının, daha sonra kalp, damarlar, akciğer, merkezi sinir sistemi, gastrointestinal sistem, böbrekler, cilt ve eklemleri de tutan bir multisistem hastalığı olduğu ortaya konmuştur. Bu olgu sunumunun amacı, Behçet hastalanndaki anestezik yaklaşımı gözden geçirmektir.

13. 
LATİSSİMUS DORSİ KAS-DERİ FLEBİ İLE TRAVMATİK MEME DEFEKTİ ONARIMI
TRAUMATIC BREAST RECONSTRUCTION WITH LATISSIMUS DORSI MUSCULOCUTANEOUS FLAP
Ramazan Erkin Ünlü, Eksal Kargı, Elmas Abacı, Bülent Erdoğan, Ömer Şensöz
Sayfalar 41 - 43
Bu makalede bir yıl önce ateşli silah yaralanması sonucu sol meme defekti oluşan 18 yaşındaki hastaya uygulanan latissimus dorsi kas deri flebi ile meme rekonstrüksiyonu rapor edilmiştir. Meme rekonstrüksiyonu çoğunlukla kanser defektlerinden sonra yapılmakta olup, bu şekilde travmatik meme defekti olan hastaya latissimus dorsi kas deri flebi ile silikon protez uygulanması nadirdir. Hastaya yapılan bu rekonstrüksiyonla kozmetik olarak meme dokusu oluşturulmuş ve hastada bulunan osteomyelit de kaslı bir flep ile tedavi edilmiştir. Latissimus dorsi kas deri flebi kolay uygulanabilirliği ve güvenilirliği ile memedeki bu şekildeki defektler için iyi bir seçenek olmaktadır.

14. 
OSTEOGENEZİS İMPERFEKTA VE ANESTEZİ: OLGU SUNUMU
OSTEOGENESIS IMPERFECTA AND ANAESTHESIA: CASE REPORT
Hakan Erkal, Feriha Temizel, Yaman Özyurt, Güneş Çelik, Zuhal Arıkan
Sayfalar 44 - 45
Osteogenezis imperfekta nadir, genetik geçiş gösteren ve kollajen anomalileri ile seyreden bir bağ dokusu hastalığıdır. Klinik olarak özellikle uzun kemiklerde kırık eğilimi ve nonosseöz dokularda çeşitli bozukluklar (skleral renk değişikliği, işitme kaybı, dentinogenezis imperfecta, kısa boy, megasefali, eklem yumuşaklığı, pulmoner ve kardiak komplikasyonlar, kanama diatezi) ile seyreder. Osteogenezis imperfekta (OI)'lı hastalarda, genel anestezi uygulamasının neden olabileceği sorunlar ve bu sorunları önleme yollan yıllardır bilinmektedir. Biz de bu çalışmamızda, sağ femur orta diafiz kırığı nedeniyle operasyonu planlanan, genel anestezi amacıyla total intravenöz anestezi (TİVA) ve havayolu sağlanması amacıyla laringeal maske (LM) uyguladığımız olguyu sunarak, Osteogenezis imperfekta ve anestezi uygulamalarını gözden geçirdik.

15. 
PERİNEAL TRAVMAYA BAĞLI NADİR BİR YÜKSEK AKIMLI PRİAPİZM OLGUSU
A HIGH FLOW PRIAPISM CASE RESULTING FROM PERINEAL TRAUMA
Yusuf Ö İlbey, Cemal Göktaş, Muhammed Kuvel, Selami Albayrak
Sayfalar 46 - 47
Priapizm, seksüel istek ve uyarı olmaksızın penisin uzun süreli ereksiyon halidir. Etyopatolojisine göre iskemik (veno-okluziv, düşük akımlı) ve non-iskemik (arteriyel, yüksek akımlı) olmak üzere iki gruba ayrılır. Empotans tedavisi için kullanılan intrakavernöz enjeksiyon iskemik priapizmin en sık sebebi iken, daha nadir görülen non-iskemik priapizm hemen daima travmatik faktörlere bağlı olarak gelişir. Bu çalışmada, perineal travmaya bağlı gelişen bir non-iskemik priapizm vakası sunulmuştur.

16. 
WİLM'S TÜMÖRÜ VE ANESTEZİ: OLGU SUNUMU
WILM'S TUMOUR AND ANESTHESIA: CASE REPORT
Mehmet Otuzbir, Deniz Doğu, Selda İtez, İbrahim Büyükkömürcü, Aydın Özgül, Zuhal Arıkan
Sayfalar 48 - 50
Wilm's tümörü (nefroblastoma) çocukluk çağının en sık görülen abdominal tümörüdür. Genellikle 6 ay-5 yaş arası görülür ve hipertansiyon, anemi, hematüri, sıvı elektrolit dengesizlikleri ve hemodinamik problemlerle birliktedir. Tedavisinde cerrahi rezeksiyon sonrası radyoterapi veya kemoterapi uygulanır. Bu olgu sunumuzda, nefroblastomalı bir çocuğun anestezi uygulamasını özetledik.

17. 
AKUT KARINI TAKLİT EDEN BİR ERİŞKİN PRİMER MEGAÜRETER OLGUSU
PRIMARY MEGAURETER IN ADULT MIMICKING ACUTE ABDOMEN: CASE REPORT
Yusuf Ö İlbey, Selami Albayrak, Cemal Göktaş, Rahim Horuz
Sayfalar 51 - 52
Primer megaüreter, erişkin yaşlarda oldukça nadir görülen bir durumdur. Taş veya enfeksiyon ile komplike olduğunda semptomatik olabilir. Akut karın kliniği ile gelen bir erişkin primer megaüreter olgusu sunduk. Olgumuzda olduğu gibi, nadiren akut karın kliniği şeklinde görülebilen primer megaüreter ve ender görülen diğer konjenital üreter anomalileri, yanlış tanı ve gereksiz cerrahi girişimlerden kaçınmak için, akut karının ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır.

18. 
AKCİĞER VE KARACİĞER KİST HİDATİK OLGUSUNDA PEROPERATİF ANAFİLAKTİK ŞOK
PERIOPERATIVE ANAPHYLACTIC SHOCK IN THE CASE WITH CYST HYDATID IN LIVER AND LUNG
Mehmet Otuzbir, Gülten Arslan, Gülgüle Ersoy, İbrahim Büyükkömürcü, Tamer Kuzucuoğlu, Zuhal Arıkan
Sayfalar 53 - 55
Hidatik hastalık, Ekinokokus sestodlarının neden olduğu zoonotik bir enfeksiyondur. Kist şeklinde olan embriyoların çoğu karaciğerde tutulur. Bununla birlikte bazıları karaciğer aracılığıyla başka organlara, özellikle akciğerlere ve daha az sıklıkla beyin, böbrekler, kalp ve kemiklere yayılabilir. Cerrahi sırasında anafilaksi veya peritoneal ekinokokusa neden olabilecek canlı protoskolilerin ve antijenik sıvının yayılmasını önlemek için kiste dikkatlice dokunulmalıdır. Bu nedenle cerrah son derece dikkatli olmalı, kist cerrahi alandan izole edilmeli ve tuzlu su veya diğer solüsyonlarla sterilize edilmelidir. Hipertonik tuzlu suyun en az toksik solüsyon olduğu bilinmektedir. Bizim olgumuzda anafilaktik reaksiyonun karaciğerdeki kistin rüptüre olması veya daha az olasılıkla cerrahi esnasında karaciğer ve akciğerdeki kistin povidon iyot ile yıkanması sonucu geliştiği kanısındayız. Bu olgu sunumu karaciğer ve akciğer hidatizozis olgusunu tanımlamakta, onun klinik özelliklerini, komplikasyonlarını ve anestezik yaklaşımını tartışmaktadır.

19. 
YÜKSEK DOZ TRAMADOL: OLGU SUNUMU
TRAMADOL OVERDOSE: CASE REPORT
Gülcan Berkel Yıldırım, Buket Kocaman, Yaman Özyurt, Özlem Karakaya Sezen, Ahmet Gezer, Zuhal Arıkan
Sayfalar 56 - 57
Tramadol, opioid reseptör aktivitesi olan, ancak analjezik etkisini norepinefrin ve serotonin "uptake"ini bloke ederek gösterdiğine inanılan santral etkili sentetik bir analjeziktir. İntoksikasyonuna ait sınırlı veri olmakla birlikte, erişkinde 800 mg dozda solunum depresyonu ve komaya neden olabilmektedir. Tüm yaş gruplarındaki ağrı hastalarında etkili ve güvenli olarak kullanılabilmektedir. Burada sunduğumuz iki hastada yüksek doz tramadol alımını takiben bulantı, kusma, bilinç bulanıklığı, taşikardi gibi semptomlar tespit ettik ve uygun tedaviyi takiben düzelme sağladık.

DERLEME
20. 
GELİŞİMSEL KALÇA DİSPLAZİSİ TANISINDA UTRASONOGRAFİNİN ÖNEMİ
Mehmet Erdem, Güven Bulut, Deniz Gülabi, Göksel Çakar
Sayfalar 58 - 61
Makale Özeti |Tam Metin PDF

21. 
VİTİLİGODA TEDAVİ
Özer Arıcan
Sayfalar 62 - 67
Makale Özeti |Tam Metin PDF

22. 
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi hastane afet organizasyon planı
Disaster organization plan of the hospital for Dr. Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital
Recep Demirhan, Güven Bulut, Yaman Özyurt, Muzaffer Yıldız, Mustafa Işık
Sayfalar 68 - 74
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale