ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | İstanbul'da Bir Pediatri Ünitesinde Ağır COVID-19'lu Çocukların Yönetimi: Retrospektif Çalışma Management of Children with Severe COVID-19 in a Pediatrics Unit in Istanbul: A Retrospective Study Ayşe Karaaslan, Ceren Çetin, Yasemin Akın, Cem Murat Bal, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2021.55707 Sayfalar 327 - 332 GİRİŞ ve AMAÇ: SARS-CoV-2, hem çocuklarda hem de yetişkinlerde ciddi hastalığın olası bir etkenidir. Bu çalışmada, hastanede yatan ağır çocuk COVID-19 hastalarının yönetimini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Mart 2020 ile Mayıs 2020 tarihleri arasında 18 yaş altı ağır COVID-19'lu hastanede yatan 21 çocuğun yönetimine ilişkin veriler bu çalışmaya dahil edildi BULGULAR: Bu çalışmada 888 ayaktan ve 221 yatan hasta olmak üzere toplam 1109 hasta toplandı. Hastanede yatan 221 çocuğun 91'i (%41.1) SARS-CoV-2 için PCR pozitifti. Doksan bir COVID-19 hastasının 21'i (%23) şiddetli COVID-19 olarak kabul edildi. Onu (%47.6) kız, 11'i (%52.4) erkek olup, yaşları ortalama±standart sapma (SS) 14.4±2.7 yıl (aralık; 9 yıl–17.6 yıl) olarak saptandı. En sık başvuru semptomları ateş (%80.9), öksürük (%76.1), nefes darlığı (%23.8) ve miyalji (%23.8) idi. Yirmi bir hastanın dördünde (%19) altta yatan hastalık vardı. On dokuz (%90.4) hasta ailede doğrulanmış olgularla yakın temas halindeydi. Tüm hastalarda tipik olarak akciğer bilgisayarlı tomografi (BT) bulguları vardı ve başlıca gözlenen BT anormallikleri buzlu cam opasiteleriydi. Solunum desteğine ihtiyaç duyan iki hasta favipiravir tedavisi aldı. Ortalama hastanede kalış süresi 7.34±2.65 (5–16) gündü. Tüm hastalarda klinik iyileşme sağlandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuklarda COVID-19'un yetişkinlere göre klinik seyri daha hafiftir ve daha iyi prognozu vardır ancak çocuk hasta grubunda ciddi olgular tanımlandığı ve bu hastaların yakından takip edilmesi gerektiği akılda tutulmalıdır. |
2. | Kolorektal Kanser Ameliyatı Geçiren Hastalarda ABO Kan Tipinin Prognostik Değeri: Tek Merkez Deneyimi Prognostic Value of ABO Blood Group in Patients Undergoing Colorectal Cancer Surgery: A Single-Center Experience Aziz Serkan Senger, Selçuk Gülmez, Orhan Uzun, Cem Batuhan Ofluoğlu, Ismail Ege Subasi, Ayhan Öz, Ömer Özduman, Erdal Polat, Mustafa Dumandoi: 10.14744/scie.2021.78045 Sayfalar 333 - 337 GİRİŞ ve AMAÇ: Önceki çalışmalarda ABO kan grubu ile gastrointestinal sistem kanserleri arasında bir ilişki olduğu gözlemlenmiştir. Ancak farklı merkezlerde yapılan çalışmalarda kan grubu kanser ilişkisi aynı sonucu vermemiştir. Biz de tek merkezli yapılan bu çalışmada kan grubunun kolorektal kanser ile ilişkisini ve prognoza etkisini araştırdık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ocak 2013 ile Aralık 2019 yılları arasında kolorektal kanser nedeniyle küratif cerrahi yapılan toplam 313 hasta dahil edildi. Veriler geriye dönük olarak analiz edildi. Acil ameliyat olan, palyatif rezeksiyon yapılan, kayıtlarına ulaşılamayan ve uzak metastazı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. BULGULAR: A kan grubu kadınlarda daha sık görülürken diğer kan grupları erkeklerde daha fazla idi. AB kan grubundaki hastalarda ortalama yaşam süresi 53.776±7.655 ay idi. Ve diğer gruplara oranla anlamlı olarak daha kötü idi. Multivaryant Cox regresyon analizinde incelendiğinde ise kan grubunun prognoza etkili olduğu görülmüştür. TARTIŞMA ve SONUÇ: ABO kan grubunun kolorektal kanser hastalarında prognoza etkili olduğu görüldü. |
3. | Yaş, Cinsiyet ve Semptomlara Göre Kolonoskopik Tanıların Analizi Analysis of Colonoscopic Diagnosis in Terms of Age, Gender and Symptoms Hakan Uzunoğlu, İsmail Ertuğruldoi: 10.14744/scie.2021.91885 Sayfalar 338 - 344 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada cinsiyet, yaş ve semptom kombinasyonlarıyla kolonoskopide belirlenen tanılar arasındaki ilişkiler analiz edilmiştir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 2018 yılında hastanemiz endoskopi ünitesinde kolonoskopi uygulanan tüm hastalara ait demografik veriler, semptomlar ve kolonoskopi sonuçları hastane otomasyon sistemi kayıtlarından elde edildi ve incelendi. BULGULAR: Ortalama yaşı 54.5±14.6 (aralık: 6–94) olan hastaların 1692’si (%54) erkek, 1440’ı (%46) kadındı. Hastaların %66.3’ü 50 yaş üzerinde, %5.9’u 30 yaş altındaydı. Kolonoskopi işlemlerinin %7.3’ü tamamlanamamıştı. Hastaların 168’inde (%5.4) gaitada gizli kan (GGK) pozitifliği, 1900’ünde (%60.7) rektal kanama, 1893’ünde (%60.4) konstipasyon, 1975’inde (%63.1) karın ağrısı mevcuttu. En sık semptom birliktelikleri kanama + konstipasyon + karın ağrısı (1625 hasta; %51.9) ve konstipasyon + karın ağrısı (169 hasta; %5.4) idi. Kolonoskopi sonucunda hastaların 1616’sında (%51.6) anormal bulgu saptanmadı, 699’unda (%22.3) polip, 43’ünde (%1.4) kanser olduğu düşünülen kitle, 230’unda (%7.3) divertikülöz lezyon, 544’ünde (%17.4) diğer ön tanılar konuldu. Polip saptanma oranı tek başına GGK pozitifliği olanlarda (p=0.003) veya GGK pozitifliği ile birlikte rektal kanama ve/veya konstipasyonu (p=0.001) olan hastalarda anlamlı yüksek, konstipasyonu olanlarda (p=0.034) anlamlı düşüktü. Yaşa göre yapılan analizde 50 yaş üstü hastalarda GGK pozitiflik oranı diğer gruplara göre anlamlı yüksek (p<0.001), rektal kanama oranı ise anlamlı düşük (p<0.001) bulundu, 30–50 yaş grubunda ağrı oranı diğer gruplara göre anlamlı yüksekti (p=0.007). Polip (p<0.001), kanser görünümlü kitle (p=0.008) ve divertikülöz lezyon (p<0.001) oranları 50 yaş üzeri grupta diğer gruplara göre anlamlı yüksek bulundu. GGK pozitif olanlarda polip (p<0.001) ve divertikülöz lezyon (p<0.001) saptanma oranları anlamlı yüksek, anormal bulgu saptanmayan hasta oranı (p=0.03) ise anlamlı düşüktü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamız verileri GGK pozitifliği ya da rektal kanaması olan hastaların kolonoskopik incelemelerinde önemli patolojiler saptandığını, özellikle 50 yaş üzerinde kolorektal polip ya da kanser görünümlü kitle oranlarında artış olduğunu, konstipasyonu olan hastalarda ise anormal bulgu ya da malignite olasılığının azaldığını göstermiştir. |
4. | Helicobacter pylori ve İntestinal Metaplazi İlişkisi: Kırsal Bir Hastane Deneyimi Relationship Between Helicobacter Pylori and Intestinal Metaplasia: A Rural Hospital Experience Ozan Akıncı, Özlem Güngör, Sangar M Faroq Abdulrahman Abdulrahman, Erdem Çomut, Sefa Ergündoi: 10.14744/scie.2020.07088 Sayfalar 345 - 349 GİRİŞ ve AMAÇ: Helicobacter pylori (Hp) gastrik kanser için bir risk faktörü iken intestinal metaplazi de gastrik kanserin prekürsör lezyonlarından bir tanesidir. Bu çalışmada Hp ile intestinal metaplazi arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ekim 2018–Kasım 2019 tarihleri arasında üst gastrointestinal endoskopisi yapılan toplam 550 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar yaş, cinsiyet, endoskopik tani, Hp pozitifliği, intestinal metaplazi, gastrik atrofi ve gastrik kanser açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmadaki 550 hastanın 228’i erkek (%41.5), 322’si kadındı (%59.5) ve ortanca yaş 37.0 idi (18.0–79.0). Hastaların %62.7’sinde Hp, %17.1’inde intestinal metaplazi, %9.1’inde gastrik atrofi ve %2.9’unda gastrik kanser görüldü. İntestinal metaplazi pozitif hastaların 80’inde Hp pozitif, 14’ünde ise Hp negatif saptandı. Hp pozitif hastalarda intestinal metaplazi görülme oranı, Hp negatif hastalara göre anlamlı derecede daha yüksekti (p<0.001). Ayrıca Hp - intestinal metaplazi birlikteliğinin 50 yaş üstü olgularda 50 yaş altı olgulara göre anlamlı derecede daha fazla olduğu görüldü (p=0.002). TARTIŞMA ve SONUÇ: Helicobacter pylori ile intestinal metaplazi arasında kuvvetli bir ilişki mevcuttur ve bu ilişki yaş ile koreledir. İntestinal tip gastrik kanserin prekürsör lezyonu olan intestinal metaplazinin gelişimini önlemede Hp eradikasyonu kritik öneme sahiptir. |
5. | Transparankimal Testis Sütür Fiksasyonu Yapılmaksızın Dartos Poş Orşiopeksi Sonuçlarımız Our Dartos Pouch Orchiopexy Results Without Transparenchymal Testicular Suture Fixation Yeliz Kart, Canan Öztürkdoi: 10.14744/scie.2021.83584 Sayfalar 350 - 353 Amaç: İnmemiş testis tanısı ile transparankimal sütür fiksasyonu yapılmaksızın orşiopeksi uygulanan çocuklarda operasyon sonuçlarını değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada geriye dönük olarak Ekim 2013–Ocak 2020 tarihleri arasında inmemiş testis nedeniyle ameliyat edilen 347 olgu ele alınmıştır. Bir–on beş yaş arası inmemiş testis tanısı ile ameliyata alınan hastalarda testis dartos poşuna yerleştirildi ve poş her iki yanlardan daraltıldı. Testis parankim dokusuna zarar vermemek ve spermatogenezi olumsuz etkilememek amacıyla transparankimal sütür fiksasyonu uygulanmadı. Hastalar ameliyat sonrası komplikasyonlar, ameliyatın başarı oranı ve nüks açısından değerlendirildi. Bulgular: Transparankimal sütür fiksasyonu uygulanmaksızın dartos poş daraltılarak orşiopeksi uygulanan 347 hasta değerlendirildi. 338 hastanın takibinde testislerin fizik muayene ile skrotumda olduğu, ameliyat sonrası altıncı ayda ve birinci yılında çekilen skrotal ultrasonografide testis boyutlarının normal olduğu görüldü. Yedi hastaya nüks nedeniyle reoperasyon, iki hastaya atrofi nedeniyle orşiektomi uygulandı. Sonuç: Yapılan bazı deneysel çalışmalarda testis parankiminden geçilen sütürün testis parankim dokusunu zedelediği ve germ hücre gelişimini etkilediği saptamıştır. Bu nedenlerden dolayı testis skrotuma gergin olmayacak şekilde iniyorsa ve dartos poşu testis skrotuma indirildikten sonra her iki yanlardan nüks olmayacak şekilde daraltılıyorsa, testis parankiminden geçilecek sütür bu dokuya histolojik düzeyde zarar verebileceğinden testis parankimal fiksasyon uygulanmayabilir. Bu çalışmada %97.4 gibi başarı oranı göz önünde bulundurulduğunda spermatogenezi olumsuz etkilememek için, uygun hastalarda testis parankiminden geçmeden başarılı bir orşiopeksi yapılabileceği görüldü. |
6. | Cerrahi Trakeostomi Uygulanan Çocuk Hastaların Değerlendirilmesi Evaluation of Pediatric Patients Undergoing Surgical Tracheostomy Nermin Kılıçarslan, Ümran Karaca, Derya Karasu, Seyda Efsun Ozgunay, Mete Kayadoi: 10.14744/scie.2021.35761 Sayfalar 354 - 359 GİRİŞ ve AMAÇ: Trakeostomi işlemi, çocuklarda yetişkinlerdekinin aksine morbidite ve mortalitesi daha yüksek bir uygulamadır. Çalışmamızdaki amacımız, pediatrik cerrahi trakeostomi olgularında anestezi deneyimlerimizi geriye dönük olarak değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2018–2020 yılları arasında cerrahi trakeostomi uygulanan 0–18 yaş arası 66 çocuk hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, entübe kaldıkları süre, trakeostomi endikasyonları, kullanılan anestezik ajanlar, intraoperatif ve postoperatif gelişen komplikasyonlar değerlendirildi. BULGULAR: Tüm hastalar arasından 39’u (%59.1) 1–12 ay aralığında, 37’si (%56.1) kızdı ve hastaların 43’ünün (%66.7) altta yatan nöromusküler bir hastalığı vardı. Hastaların 55’i (%84.8) çocuk yoğun bakımda yatmakta idi. Hastaların trakeostomi öncesi entübe kaldıkları süre 44.16±32.45 gün ve trakeostomi sonrası yoğun bakımda yatış süresi 34.60±26.76 gün idi. Genel ölüm oranı %3.03’dü (n=2). Hastalardan biri intraoperatif diğeri de postoperatif dönemde öldü. En sık görülen komplikasyonlar, intraoperatif dönemde desatürasyon, erken postoperatif dönemde kanama ve geç postoperatif dönemde stoma granülasyonu’ydu. Hastaların %63.6’sı hastaneden taburcu oldu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Pediyatrik hastalarda nörolojik hastalıklara bağlı uzamış entübasyonun trakeostominin en sık görülen endikasyonu olduğunu ve trakeostomi açma süresindeki uzamanın mortalite ve morbiditeyi arttırmadığını bulduk. |
7. | Yanık Merkezindeki Yanık Yaralanmalarının Epidemiyolojisi Epidemiology of burn injuries in Burn Center Osman Esen, Murat Güven, Abdullah Yıldırım, Hamdi Taner Turgut, Çağrı Tiryaki, Murat Burç Yazicioglu, Mustafa Celalettin Haksal, Ali Çiftçi, Hayrünisa Kahraman Esendoi: 10.14744/scie.2021.93270 Sayfalar 360 - 365 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Türkiye’nin en yoğun nüfuslu ve sanayileşmiş coğrafi bölgesi olan Marmara bölgesinde yer alan bir yanık merkezinde takip edilen yanık hastalarının demografik özelliklerini, etiyolojisini, bulgularını ve yanık ile ilişkili faktörleri değerlendirerek yanık epidemiyolojisini belirlemektir YÖNTEM ve GEREÇLER: Yanık tedavi merkezinde takip edilen 630 hastanın tıbbi kayıtları incelendi. Hastaların demografik özellikleri, yanık etiyolojisi, yanık toplam vücut yüzey alanı yüzdesi, yanık derecesi, yanık yeri, yanık ajanı, yanık yeri vb. ile ilgili veriler değerlendirildi. BULGULAR: Yatarak tedavi gören 630 hastanın ortalama yaşı 27.5±2.18 yıl idi. Hastaların %29.8’i kadın, %70.2’si erkekti. En sık görülen yanık nedenleri sırasıyla; haşlanma (sıcak su, çay, süt) (%37.2), alev (%31.9), elektrik (%18.4) ve haşlanma + alev + kimyasal (%11.7) idi. Hastalarda ortalama yanık alanı yüzdesi %23.3 olarak bulundu. Elli dört olguda (%8.9) inhalasyon yanığı ve 31 olguda eşlik eden çoklu travma tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Yanık, ciddi fiziksel ve psikolojik sonuçları olan bir travmadır. Yanık tedavisinde önemli ilerlemeler kaydedilmesine rağmen, yanık oluşumunun önlenmesi ve bireylerin bilinçlendirilmesine odaklanmak daha etkili ve daha verimli görünmektedir. |
8. | Transartiküler Vidalarla Tespit Edilmiş Lisfrank Yaralanmalı Hastalarda Vida Kırılma Riskini Öngörebilecek Parametreler Var Mı? 61 Hasta Üzerinde Geriye Dönük Çalışma Are There Any Parameters to Predict the Risk of Screw Breakage Following the Transarticular Screw Fixation in Lisfranc Injuries? A Retrospective Study on 61 Patients Selim Ergün, Mehmet Süleyman Abul, Engin Ecevizdoi: 10.14744/scie.2021.58672 Sayfalar 366 - 370 GİRİŞ ve AMAÇ: Lisfrank kompleksi çoklu tarsal metatarsal kemik, eklem ve bağlardan oluşan osseo-ligamentöz bir yapıdır. Lisfrank yaralanması olan hastalarda en sık tercih edilen tespit yöntemi transartiküler vida yöntemidir. Ancak bu yöntem ile tespit edilen hastalarda azımsanmayacak sıklıkta vida kırılması komplikasyonu görülmektedir. Literatürde vida kırılma riskini kullanılan vidanın çapı ya da yapısı ile ilişkilendiren çalışmalar bulunmasına rağmen yine de tam bir fikir birliği oluşmamıştır. Bu çalışmanın amacı, vida kırılma riskini çok sayıda parametreyi inceleyerek önceden öngörebilmeyi sağlamaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada farklı çapta ve özellikte vidalar ile transartiküler tespit yapılmış 61 lisfrank yaralanmalı hastayı geriye dönük değerlendirdik. Hastaların dokuzunda (%14.7) vida kırılma komplikasyonunu saptadık. Bu hastalarda vida kırılmasını öngörebilmek için bazı demografik ve radyolojik parametreler incelendi. Yaş, cinsiyet, ağırlık, kullanılan vidanın çapı ve yapısı, eşlik eden küneiform, kuboid ya da metatars bazisi kırığının bulunması, yaralanmanın kaç tarsometatarsal eklemi ilgilendirdiği ve redüksiyonun anatomik olarak sağlanıp sağlanamamasıydı. Ayrıca iki yıllık takiplerde post-travmatik artrozun gelişip gelişmediği, klinik değerlendirmelerde Amerikan Ortopedik Ayak ve Ayak Bileği Derneği (AOFAS) -Orta Ayak Skoru ile Görsel Analog Skala (VAS) skorları da karşılaştırıldı. BULGULAR: Sonuç olarak, küçük çaplı ya da kanüllü vidalarda daha fazla vida kırılması komplikasyonunu beklerken, vida kırılmasını öngörebilecek anlamlı bir parametreyi bulamadık. Vida kırılması olan hastalarda post-travmatik artrozu daha sık tespit ettik. Ayrıca AOFAS-orta ayak ve VAS skorlarında, vida kırılması yaşamayan hastalara kıyasla anlamlı bir fark olmadığını da gördük. TARTIŞMA ve SONUÇ: Lisfrank yaralanmasının transartiküler vida fiksasyonunda; vida çapı, vidanın kanüllü veya solid yapısı, eşlik eden tarsal veya metatarsal yaralanmaların varlığı ve yaralanan anatomik yapıların redüksiyon kalitesi, vida kırılması komplikasyonu için herhangi bir risk faktörü oluşturmamaktadır. |
9. | Minör Servikal Sitolojik Değişikliklerin Servikal Biyopsi Patoloji Sonuçlarıyla İlişkisinin HPV Alt Tipleri Dahilinde İncelenmesi Analysis of the Association Between Minor Cervical Cytological Abnormalities and Consequent Pathology Results According to HPV Types Alper Kahraman, Fırat Tülekdoi: 10.14744/scie.2021.52207 Sayfalar 371 - 375 GİRİŞ ve AMAÇ: Persistan human papillomavirus (HPV) enfeksiyonları serviks kanserinin başta gelen sebebidir. Günümüzde HPV DNA çalışmalarının da dahil edildiği tarama programları sayesinde serviks kanseri insidansında ciddi azalmalar görülmektedir. Ancak tarama programlarının daha da geliştirilmesi için çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmada minor servikal sitolojik anormallikler ile nihai servikal biyopsi sonuçlarının HPV alt tiplerine göre incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2011–2019 yılları arasında üçüncü basamak bir merkezde HPV DNA pozitifliği veya minor servikal bozukluklar nedeniyle servikal biyopsi alınan hastalar geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastalar saptanan HPV alttiplerine göre üç gruba ayrılmıştır. Birinci grupta HPV16/18 ile enfekte olan hastalar, ikinci grupta HPV16/18 dışında tek bir yüksek riskli HPV alttipi ile enfekte olan hastalar, üçüncü grupta HPV16/18 dışında birden fazla sayıda yüksek riskli HPV alttipi ile enfekte olunan hastalar alınmış ve sonuçlar karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Seçilen çalışma döneminde çalışma kriterlerini karşılayan 430 hasta olduğu saptanarak çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışma grubunun ortalama yaşı 33.4±6.6, ortalama paritesi 2.1±1.1 olarak saptanmıştır. Birinci ve 3. gruplarda ≥CIN 2 servikal lezyon görülme oranlarının benzer olduğu ancak HPV16/18 dışında tek yüksek riskli HPV tipi ile enfekte olan hastalarda ≥CIN 2 lezyon görülme oranlarının anlamlı ölçüde daha düşük olduğu görülmüştür TARTIŞMA ve SONUÇ: Servikal sitolojisinde minor değişiklikler olan hastalarda HPV16/18 dışında kalan yüksek riskli HPV tiplerinin eş zamanlı çoklu enfeksiyonu dikkatli inceleme gerektiren bir durum gibi görünmektedir. |
10. | Tip 2 Diabetes Mellitus Tanılı Geriatrik Hastalarda D Vitamini Düzeyi ile Kardiyovasküler Risk Skorları Arasındaki İlişki The Relationship Between Vitamin D Levels and Cardiovascular Risk Scores in Geriatric Patients with Type 2 Diabetes Mellitus Damla Ortaboz, Sema Basat, Ridvan Sivritepedoi: 10.14744/scie.2021.25991 Sayfalar 376 - 380 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, geriatrik diyabetik hastalarda vitamin D düzeyi ile QRISK2, BNF, ASSING, SCORE ve Framingham gibi çeşitli kardiyovasküler risk skorlama sistemleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya D vitamini yetersizliği olan 60 diyabetik geriatrik hasta (10–30 ng/mL) ve D vitamini eksikliği olan 40 geriatrik hasta (<10 ng/mL) dahil edildi. Hastaların QRISK2, BNF, ASSIGN, SCORE ve Framingham gibi kardiyovasküler hastalık riskini gösteren skorları hesaplandı. Tüm değerler bu iki grup arasında karşılaştırıldı. BULGULAR: D vitamini eksikliği olan hastalarda Framingham risk skoru (p<0.001), BNF (p=0.001) ve SCORE (p<0.001) anlamlı olarak yüksek iken diğer skorlarda gruplar arası anlamlı farklılık yoktu. D vitamini düzeyi ile Framingham risk skoru (p<0.001 r=-0.384), BNF skoru (p=0.003 r=-0.299) ve SCORE skoru (p=<0.001 r=-0.407) arasında zayıf fakat istatistiksel olarak anlamlı negatif bir korelasyon vardı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, diyabetik geriatrik hastalarda Framingham, BNF ve ASSIGN gibi kardiyovasküler risk skoru ile serum D vitamini konsantrasyonu arasında yakın bir ilişki bulduk. |
11. | Non-alkolik Yağlı Karaciğer Hastalığında İnsülin Direnci ve Trigliserid/Glukoz İndekslerinin Öneminin Değerlendirilmesi The Assessment of Insulin Resistance and Triglyceride/Glucose Index in Nonalcoholic Fatty Liver Disease Melda Çelik, Süleyman Ahbab, Emre Hoca, Hayriye Esra Ataogludoi: 10.14744/scie.2021.86719 Sayfalar 381 - 387 GİRİŞ ve AMAÇ: İnsülin direnci, non-alkolik yağlı karaciğer hastalığı (NAYKH) için önemli risk faktörlerinden biridir ve Homeostazis Model Assesment- İnsulin Resistance (HOMA-IR) insülin direncini göstermede kullandığımız bir belirteçtir. Trigliserid/Glukoz indeksi (TgG indeksi) ise NAYKH’ı öngördürmede HOMA-IR kadar önemli, basit, kullanılabilir bir parametredir. Bu çalışmamızda HOMA-IR ve TgG indeksinin NAYKH öngördürmedeki değerini belirlemeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği’ne 2017–2018 yılları arasında başvuran ve herhangi bir nedenle Batın Ultrasonografisi (USG) çektirilmiş 986 hasta geriye dönük incelenerek alındı. Tüm vakalar NAYKH tanısı konulmadan önce diğer olası karaciğer hastalıklarını dışlamak amacıyla klinik ve laboratuvar yönünden değerlendirildi. Hastalara iki farklı gruplandırma yapıldı. Birincisi NAYKH olan ve olmayan grup; ikincisi kontrol, prediyabetik ve Tip 2 diyabetik grup olarak belirlendi. Grupları karşılaştırmak için normal dağılıma göre sayısal veriler Student t test veya Mann Withney u testi kullanılarak değerlendirildi. Univariate analizlerde sonlanım noktasına göre fark saptanan değişkenlerin (TgG indeksi, HOMA-IR, yaş, ürik asit, ALT, HDL, LDL, diyabet varlığı) NAYKH gelişimi üzerine etkisini belirlemek için lojistik regresyon yapıldı. P<0.05 veya %95 güven aralığı istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Çalışmamız NAYKH olan 470 hasta ve NAYKH olmayan 516 hasta olmak üzere toplam 986 hastadan oluşmaktadır. TgG indeksi hesaplanmış; 8.4 ve üzeri değerlerde p<0.001 istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde NAYKH sıklığında artış görülmüştür. Yapılan korelasyon analizinde TgG indeksi ile HOMA-IR arasında pozitif korelasyon (r=0.438) bulunmuştur. Univariate analizlerde sonlanım noktasına göre fark saptanan değişkenlerden oluşturulan regresyon modelinin [TgG indeksi, HOMA-IR, yaş, ürik asit, ALT, HDL, LDL, diyabet varlığı] NAYKH gelişimi üzerine etkisi incelendiğinde; Backward Stepwise metodunda TgG indeksi (p<0.001, OR=3.702), HOMA-IR (p=0.003, OR=1.143), ALT yüksekliği (p=0.001, OR=1.020) en etkili risk faktörleri olarak saptandı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak TgG indeksi NAYKH açısından önemli öngördürücü bir parametre olarak değerlendirilmiştir. HOMA-IR NAYKH riskini 1.1 kat arttırırken, TgG indeksi 3.7 kat arttırmaktadır. Çalışmamızda TgG indeksinin HOMA-IR’dan bağımsız olarak da NAYKH riskini arttırdığı görülmüştür. |
12. | Multipl Skleroz Hastalarında Yorgunluğun Biyokimyasal Veriler ve Korpus Kallosum Atrofisi İle Değerlendirilmesi Assessment of the Fatigue with Biochemical Data and Corpus Callosum Atrophy in Multiple Sclerosis Patients Tülin Aktürk, Hikmet Sacmacı, Mustafa Erkoçdoi: 10.14744/scie.2021.57614 Sayfalar 388 - 394 GİRİŞ ve AMAÇ: Multipl skleroz (MS) hastalarında yorgunluk etyopatogenezi tam aydınlatılamamış sık görülen bir bulgudur. Bu çalışmada yorgunluğun biyokimyasal veriler ve beyin manyetik rezonans (MR) görüntülemede korpus kallosum indeksi (CCI) ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kesitsel özellikte olan bu çalışmaya 58 MS hastası, 42 kontrol olmak üzere 100 kişi dahil edildi. Hastaların özürlülüğü genişletilmiş özürlülük durum ölçeği (EDSS) ile belirlendi ve yorgunlukları Fatigue Severity Scale (FSS) ile değerlendirildi. Biyokimyasal veriler analiz edildi. Beyin MR’da CCI değerleri hesaplandı. BULGULAR: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi açısından farklılık tespit edilmedi (p>0.05). MS hastalarında kontrol grubuna göre folat düzeyi ve CCI değeri istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük saptandı (sırasıyla p=0.029 ve p<0.001). MS grubunda trigliserit değerinin anlamlı derecede yüksek olduğu gözlendi, gruplar arasında diğer biyokimyasal veriler açısından anlamlı farklılık yoktu. MS grubunda yorgunluk ile EDSS arasında pozitif korelasyon, korpus kallosum indeks ve folat değeri arasında ise negatif korelasyon olduğu belirlendi. Yorgunluk ile diğer veriler arasında anlamlı korelasyon saptanmadı. Yorgunluğu olan ve olmayan MS hastaları ve kontrol grubu karşılaştırıldığında ise gruplar arasında sadece folat açısından farklılık olduğu tespit edildi (p=0.011). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlarımız MS hastalarında yorgunluğun; daha belirgin korpus kallosum atrofisi, daha ileri özürlülük seviyesi ve daha düşük folat düzeyi ile ilişkili olduğunu göstermektedir. MS hastalarında belirlenmiş alt sınırın üstünde bile olsa folat replasmanı yorgunluğu azaltabilir. Bu bulguların daha geniş hasta serileri ile doğrulanması MS hastalığındaki yorgunluğun ve yorgunluk ile folat ilişkisinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. |
13. | Parkinson Hastalığında Ağrı ve D Vitamini İlişkisi The Relationship Between Pain and Vitamin D in Parkinson's Disease İlknur Güçlü Altun, Banu Özen Barut, Anıl Bulut, Nilay Padir, Rahsan Inandoi: 10.14744/scie.2021.74755 Sayfalar 395 - 399 GİRİŞ ve AMAÇ: Parkinson hastalarında en sık görülen nonmotor semptomlardan biri ağrıdır ve bazen dirençli ağrı yakınması yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Özellikle kas iskelet sistemi ile ilgili ağrılar olmak üzere pek çok ağrı tipi ile D vitamini arasında ilişki olduğu farklı çalışmalarda vurgulanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Hoehn-Yahr skalasına göre evre 3’ün üstünde olan, mini mental durum testi (MMSE) 25 ve üstünde olup demans tanısı olmayan, D vitamini düzeyini etkileyecek hastalığı ve ilaç kullanımı olmayan 43 idiyopatik Parkinson hastasının demografik verileri, Bileşik Parkinson Hastalığı Değerlendirme Ölçeği (BPHDÖ) (UPDRS) motor alt skalası, nonmotor semptom skalası ve kısaltılmış geriyatrik depresyon ölçeği (GDÖ) kaydedilerek D vitamini düzeyi ile ağrı yakınması arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. BULGULAR: Çalışmaya katılan hastaların 24’ü erkek 19’u kadındır. Hastaların yaş ortalaması 61.9 (±9.84) olarak belirlenmiştir. Ortalama hastalık süresi 3.9 yıl; UPDRS motor skor ortalaması 18.3 (±7.6) bulunmuştur. Nonmotor semptom skalasına göre yapılan değerlendirmede hastalar 30 üzerinden 10.2 (±5.3) puan almışlardır. Hastaların %60.5’inde ağrı yakınması olduğu görülmüştür. Ağrı varlığı ile D vitamini düzeyi, yaş, hastalık süresi, UPDRS, ilaç dozu, nonmotor semptom skoru, GDÖ, arasında anlamlı ilişki (p>0.05) bulunamamıştır. İlaç dozu açısından 60 yaş ve altındaki hasta grubunda ağrısı olan ve olmayan hastaların levodopa dozları arasında anlamlı fark bulunmuştur (p=0.04). Ağrısı olanların levodopa dozları olmayanlara göre yüksek bulunmuştur. Altmış yaş üstündeki hastalarda ağrı varlığı ile UPDRS arasında anlamlı pozitif ilişki bulunmuştur (p=0.035). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sonucunda ağrı ile D vitamini düzeyleri arasında ilişki tespit edilmedi. Daha büyük hasta gruplarında ağrı alt tiplerini belirleyerek ağrı ile D vitamini düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesinin önemli olduğu düşünülmüştür. |
14. | Topografik Keratokonus Tarama Sınıflaması ile Görme Keskinliği, Refraksiyon ve Pakimetri Değerleri Arasındaki İlişki Relationship between Visual Acuity, Refraction and Pachymetry Values, and Topographic Keratoconus Screening Classification Raziye Dönmez Gün, Burak Tanyıldızdoi: 10.14744/scie.2021.48379 Sayfalar 400 - 405 GİRİŞ ve AMAÇ: Amacımız bilinen keratokonus (KK) tanısı olmayan olgularda, görme keskinliği, refraktif ve pakimetrik parametreler ile topografik keratokonus tarama sınıflamasının (KKTS) ilişkisini değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu geriye dönük çalışmada klinisyenlerin, KK’tan şüphelenerek, topografi tetkiki istediği 183 hastanın 366 gözüne ait görme keskinliği, refraktif ve pakimetrik parametreler ile Sirius topografi (CSO, Frenze, İtalya) ile elde edilen KKTS sonuçları normal, şüpheli KK ve KK olarak geriye dönük not edilmiştir. Gözlere ait astigmatik değerler; < -1 D, -1 / -2 D, -2 / -4 D, and > -4 D olmak üzere dört gruba ayrılmış ve KKTS ile bu gruplar arasındaki ilişki değerlendirilmiştir. BULGULAR: EİDGK şüpheli KK grubunda normal gruba göre yüksek (p=0.008), KK grubunda normal ve şüpheli KK grubuna göre düşük (sırasıyla p=0.015, p<0.001) bulunmuştur. SKK değerleri şüpheli KK ve KK gruplarında normal gruba göre düşük (p<0.001), KK grubunda ise şüpheli KK grubuna göre düşük (p<0.001) bulunmuştur. Şüpheli KK ve KK gruplarında sferik refraktif değerler normal grubuna göre yüksek (sırasıyla p=0.03, p<0.001), KK grubunda şüpheli KK grubuna göre yüksek (p<0.001) bulunmuştur. Astigmatik refraktif değerler ve sferik eşdeğer (SE), KK grubunda normal ve şüpheli KK grubuna göre yüksek (p<0.001) bulunmuştur. KK sınıfında astigmatik değeri 0/-1 D arası ve -1/-2D arası olan göz bulunma oranı düşük (p<0.05), > -4 D olan göz bulunma oranı yüksek saptanmıştır (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Vizyonu refraksiyonla artmayan ve/veya SKK ince olan ve/veya yüksek astigmatizması olan hastalarda KK açısından topografik değerlendirme istenmelidir. Astigmatik refraktif değeri -1 D’nin altında olan gözlerde de KKTS’nda şüpheli KK ve KK bulunma ihtimali mevcuttur, -4 D’den büyük olanlarda ise KK olarak işaretlenme ihtimali artmaktadır. |
15. | Derin Anterior Lameller Keratoplasti ve Penetran Keratoplasti Sonrası Glokom İnsidansı The Incidence of Glaucoma Following Deep Anterior Lamellar Keratoplasty and Penetrating Keratoplasty Ulviye Kivrak, Süleyman Kuğu, Baran Kandemir, Burak Tanyildiz, Hatice Selen Kanardoi: 10.14744/scie.2021.32650 Sayfalar 406 - 411 GİRİŞ ve AMAÇ: Derin anterior lameller keratoplasti (DALK) ve penetran keratoplasti (PK) sonrası gelişen glokom insidansını ve anti-glokomatöz tedavisiye yanıtı karşılaştırmalı olarak değerlendirmek. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu geriye dönük çalışmada 146 DALK’li ve 156 PK’li hasta değerlendirildi. Tüm hastalar keratoplasti işleminden sonra 1., 3., 6., 12. ve 24. aylardada takip edildi. Glokom ve glokom tedavilerinin risk faktörleri ve insidansı hem DALK hem de PK gruplarında değerlendirildi. BULGULAR: Çalışmaya DALK prosedürü olan 156 göz ve PK prosedürü olan 163 göz dahil edildi. DALK grubundaki 11 göze (%7.05) ve PK grubundaki 16 göze (%9.81) glokom tanısı kondu (p=0.42). Ortanca anti-glokom ilacı sayısı DALK gruplarında 1.0 ve PK gruplarında 1.5 idi (p=0.01). PK sonrası glokomlu 16 gözün 4’üne (%25) mitomisin C ile trabekülektomi yapıldı (p=0.01). DALK grubunda hastalar cerrahi müdahale olmaksızın tek anti-glokomatöz tedavi ile takip edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma grubumuzda glokom insidansı DALK’li gözlerde %7, PK’li gözlerde %9.8 idi. Ancak, glokom ilacı sayısı PK işlemi olan gözlerde DALK işlemi olan gözlere göre anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.01). Dahası, DALK’li gözlerde, PK’li gözlere kıyasla mitomisin C ile trabekülektomi cerrahisine daha az gereksinim duyulmuştur. Bu nedenle; sonuçlarımız, DALK prosedürünün glokom gelişimi açısından PK’den daha uygun ve daha güvenli olabileceğini düşündürdü. |
16. | Lateral Kollateral Ligamanın Ultrason Elastografi İle Değerlendirilmesi: Sporcular ve Sağlıklı Bireylerin Bulgularının Karşılaştırılması Real-Time Sonoelastography Evaluation of the Lateral Collateral Ligament of Ankle: Comparative Findings Between Athletes and Healthy Subjects Ayşegül Karadayı Büyüközsoy, Tülay Ozer, Nuray Voyvoda, Burak Farizdoi: 10.14744/scie.2021.20591 Sayfalar 412 - 419 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı tekrarlayan ayak bileği burkulmalarında lateral kollateral ligaman (LKL) hasarını ultrason (US) ve ultrason elastografi (USE) ile değerlendirerek, bulguları sağlıklı bireylerle karşılaştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Sporla uğraşan 54 kişi (toplamda 108 ayak bileği), sağlıklı 30 kişi (toplamda 60 ayak bileği) çalışmaya dahil edildi. LKL’yi oluşturan anterior talofibular ligaman (ATFL), kalkaneofibular ligaman (KFL) ve posterior talofibular ligamanların (PTFL) proksimal, orta ve distal parçaları değerlendirildi. Ligamanların US ve USE değerlendirilmesi longitudinal planda yapıldı. Ligamanların uzunluğu ve kalınlığı ölçüldü; hasarlanması dört derecede değerlendirildi. USE paternleri de dört derecede değerlendirildi ve gerinim oranları hesaplandı. BULGULAR: ATFL uzunluğu hasta grubunda kontrol grubundan daha kısaydı (p=0.028). Ligamanların kalınlığında her iki grup arasında farklılık saptanmadı. ATFL, KFL ve PTFL’nin ultrasondaki hasarlanma dereceleri hasta grubunda daha yüksek tespit edidi (p<0.001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sporcularda ayak bileği LKL hasarının gösterilmesinde US non-invaziv tanı yöntemi olarak kullanılabilir. USE kronik LKL yaralanmalarının değerlendirimesin US’ ye tanısal katkı sağlar. |
17. | Meme Karsinomlarinda Reg1A ve Ki67 Ekspresyonunun Prognostik Parametreler ile İlişkisi The Relationship of REG1A and Ki67 Expression with Prognostic Parameters in Breast Carcinomas Gonca Gül Geçmen, Sevinç Hallac Keser, Dilek İlgici Ece, Sibel Şensu, Ayşegül Selek, Aylin Ege Gül, Ayşe Nimet Karadayı, Nagehan Özdemir Barışıkdoi: 10.14744/scie.2021.28482 Sayfalar 420 - 426 GİRİŞ ve AMAÇ: Meme kanseri kadınlarda görülen en sık kanserdir. Meme kanserlerinde REG1A ek-spresyonuna ilişkin literatürler sınırlı sayıdadır. Bizim çalışmamız meme kanserlerinde klinik davranış ve hastalıksız sağkalımı etkileyebilecek prognostik faktörler ile Kİ67 ve REG1A ekspresyonunun ilişkisini belirlemeyi amaçlamıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza 2007–2011 yılları arasında Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi patoloji bölümünde meme kanseri tanısı almış ve onkoloji kliniğinde takip edilen hastalar dahil edilmiştir. Hasta kayıtları, onkoloji dosyaları, patoloji lamları ve parafin bloklar gözden geçirilmiş ve değerlendirilmiştir. Daha sonra en uygun bloklar immünhistokimyasal çalışma için seçilmiştir. BULGULAR: Çalışmamızda 104 primer meme kanseri içemektedir. Hastaların yası 24–95 arasında değişmekte olup ortalama yaş 53.9±14.8 saptanmıştır. Tüm hastalar kadındır. Meme kanserinde REG1A ekspresyonu ile; vasküler invazyon, histolojik grede, metastaz, ER, PR, c-erbB2 arasında anlamlı bir ilişiki vardı. Aynı zamanda; meme kanserinde Ki67 ekspresyonu ile; tümör boyutu, vasküler invazyon, metastaz, ER, PR, c-erbB2 arasında anlamlı bir ilişki vardı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak yeni prognostik parametrelere karar verilirken REG1A ekspresyonu prognozu belirlemede yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesinde rol oynayabilir. |
18. | İdiyopatik Skrotal Kalsinozis, İmmünhistokimyasal Yöntemlerle Epitelyal Kökenin Analizi Idiopathic Scrotal Calcinosis, Analysis of Epithelial Origin by Immunhistochemical Methods İrfan Öcal, Fazilet Uğur Duman, Zeynep Ayvat Öcal, Fulya Cakalağaoğlu, Mustafa Ozan Horasanlı, Ismail Guzelisdoi: 10.14744/scie.2021.89266 Sayfalar 427 - 430 GİRİŞ ve AMAÇ: Skrotal kalsinozis (SK) nadir görülen, genellikle asemptomatik, skrotum derisinde kalsiyum fosfat depolanmasına bağlı nodüllerle karakterize benign bir durumdur. Bu çalışmada amaç, skrotal kalsinozis tanılı hastaların klinik bulgularının araştırılması, immünhistokimyasal yöntemle olası epitelyal kökeni varlığının analiz edilmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2011–2020 yılları arasında, iki farklı merkezde, eksizyonel biyopsi ile skrotal kalsinozis tanısı alan 15 hasta dâhil edildi. Hastalara ait demografik, klinik ve laboratuvar verileri geriye dönük olarak elektronik arşivden elde edildi. Tüm olgulardan hazırlanan Hematoksilen & Eozin (H&E) kesitler iki patolog tarafından yeniden değerlendirildi. On üç olguya kist epiteli için sitokeratin AE1-AE3 immünhistokimyasal boyası uygulandı. BULGULAR: Hastaların ortanca yaş değeri 32 (4–68) idi. Hastalarda, skrotumun çoğunlukla ventral bölümünde non-ülsere, boyutları 0.5–2 cm arasında değişen beyaz-sarı renkte, ağrısız nodüller ve üçünde kaşıntı şikâyeti mevcut idi. Sekiz hastada incelenen serum kalsiyum değerlerinin normal idi. Histopatolojik incelemede skrotal dermiste psödokapsüllü, çoğunda kist duvarı ya da epitelizasyon izlenmeyen amorf ve dens, H&E ile bazofilik kalsiyum depozisyonları görüldü. Bu alanlar çevresinde yer yer makrofaj infiltrasyonu ya da hiyalinizasyon izlenirken bir olguda ossifikasyon mevcut idi. Beş olguda çevrede epidermal kistler izlenirken, ikisinde kalsifikasyon, keratinizasyon ve epitel geçişi birlikte izlendi. Bu alanlarda immünhistokimyasal olarak sitokeratin AE1-AE3 ile kist epiteli pozitif idi. Kist epiteli ve kalsifikasyon birlikte izlenen kistler, sadece kalsifikasyon izlenen kistlere göre daha küçük idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: İdiyopatik skrotal kalsinoziste patogenez ile ilgili durum netlik kazanmamış olsa da kıl folikülünün dilatasyonu sonrası ağzının tıkanarak ilerleyen süreçte kistik değişim ve kist epitelinde kalsifikasyon ile epitelin yerini kalsiyumun alması en olası mekanizma gibi görünmektedir. |
EDITÖRE MEKTUP | |
19. | Nadir bir hastalıkta COVID-19 enfeksiyonu: ROHHAD sendromu COVID-19 Infection in a Rare Disease: ROHHAD Syndrome Banu Çevik, Melike Kuvvet Bilen, Büşra Şabano, Elif Bombacı, Kemal Tolga Saracogludoi: 10.14744/scie.2021.43926 Sayfalar 431 - 432 Makale Özeti | |