E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama




SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 20 (3)
Cilt: 20  Sayı: 3 - 2009
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı akut atak tanısı ile yatırılan hastalarda derin ven trombozu sıklığı ve profilaktik düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisinin etkinliği
Frequency of deep vein thrombosis and efficacy of prophylactic low moleculer weight heparin treatment in patients hospitalized for chronic obstructive pulmonary disease exacerbation
Ülkü Aka Aktürk, Benan Çağlayan, Ali Fidan, Banu Salepçi, Demet Turan, Sevda Cömert, Sühendan Coşanketenci
Sayfalar 113 - 120
AMAÇ: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) akut atağı nedeniyle hastaneye yatırılan hastalarda ilk başvuru sırasındaki derin ven trombozu (DVT) sıklığı araştırıldı ve profilaktik düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) tedavisinin DVT gelişimini engellemedeki etkinliği değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Bu prospektif çalışmaya, Ocak 2007-Eylül 2008 tarihleri arasında KOAH akut atağı nedeniyle hastaneye yatırılan hastalar dahil edildi. Rutin tetkiklerinin yanında D-Dimer testi ve bilateral alt ekstremite venöz Doppler ultrasonografisi (Doppler-USG) yapıldı. DVT izlenmeyen hastalar iki gruba randomize edildi. Birinci gruba profilaktik DMAH başlandı, ikinci gruba ise profilaksi uygulanmadı. Hastalar taburcu edildikten 3 ay sonra tekrar alt ekstremite venöz Doppler-USG’si yapıldı ve DVT sıklığı ve profilaktik tedavinin
etkinliği değerlendirildi. İstatistiksel analizlerde ki-kare yöntemi kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan 73 hastanın yaş ortalaması 67,3±8,8 olup, 5’i (%6,8) kadın, 68’i (%93,2) erkekti. Grup 1’de 37, Grup 2’de 36 hasta mevcuttu. Hastaların yatışlarında yapılan Doppler-USG’lerinin hiç birinde DVT saptanmamıştı. Ancak, taburcu tarihinden 3 ay sonra
yapılan Doppler USG incelemede Grup 2’de bulunan 3 (%8,3) hastada DVT saptandı. Grup 1’de ise olguların hiçbirinde DVT yoktu (p>0,05). Kontrol Doppler-USG’sinde trombüs saptanan ve saptanmayan hastalar çeşitli parametreler yönünden karşılaştırıldığında anlamlı bir fark saptanmadı. DVT saptanan ve saptanmayan hastaların D-dimer düzeyleri arasındaki fark, istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte belirgindi (p=0,063).
SONUÇ: KOAH atak nedenleri arasında başta enfeksiyonlar yer alsa da, venöz tromboemboli (VTE) mutlaka akılda tutulmalıdır. Literatür bilgileri ile çalışmamızdaki veriler dikkate alındığında, başlangıçta D-dimer değeri çok yüksek bulunan hastalarda VTE saptanmasa
bile, hastalık sürecinde olası DVT ve pulmoner emboli yönünden bu hastalar daha dikkatli takip edilmelidir. Bu nedenle KOAH atak tanısı ile yatan hastalara yatış süresince profilaktik DMAH tedavisi uygulanması gereklidir.

2. 
Anne vitamin B12 ve folat düzeylerinin bebek doğum ağırlığı üzerine etkisi
Mother vitamin B12 and folate levels' effect on infant birth weight
Bayram Ali Dorum, İbrahim Şilfeler, Sevil Dorum, Dilek Benk Şilfeler, Yekta Canbak, Hilal Kurnaz
Sayfalar 121 - 129
AMAÇ: Bu çalışmada, aynı sosyoekonomik çevreden gebe kadınlardan, zamanında doğan bebeklerin doğum ağırlıkları üzerine vitamin B12 ve folat eksikliğinin etkisi araştırıldı.
YÖNTEMLER: Travaydaki 37-42 gestasyon haftaları arasındaki gebelerden rastgele yöntemle 76 olgu çalışmaya alındı. Bu olgulardan 9’u çeşitli nedenlerle çalışma dışı bırakıldı. Araştırmamız 67 olgu ile tamamlanarak istatistiksel değerlendirmeler yapıldı.
BULGULAR: Yapılan istatistiksel inceleme sonuçlarına göre anne vitamin B12 düzeyi ile bebeklerin doğum ağırlıkları arasında düşük pozitif korelasyon ve yine aynı şekilde anne serum folat düzeyleri ile bebeklerin doğum ağırlığı arasında düşük pozitif bir ilişki bulundu. Ancak, bebek doğum ağırlığı tek tek veya birlikte anne vitamin B12 ve anne folat değerlerinden
anlamlı olarak etkilenmemektedir.
SONUÇ: Gebelerin beslenmesi ve besinlerin fetus ve annelerin iyilik hali üzerine etkilerinin daha fazla araştırılarak preterm ve düşük ağırlıklı doğumun önlenmesi, konjenital anomalilerin prenatal tanısı ve erken tedavi edilmesi, gestasyon ve doğum sırasında meydana gelen hastalıkların zamanında etkin tedavisi neonatal mortalite oranlarını azaltacak, sağlıklı nesillerin gelişmesine önemli katkıda bulunacaktır.

3. 
Penil protez implantasyonu: Otuz olgunun gözden geçirilmesi
Penile prosthesis implantation: Evaluation of 30 cases
Abdülmuttalip Şimşek, Ömer Kurt, Emin Özbek, Yusuf Özlem İlbey, Levent Özcan, Cevper Ersöz
Sayfalar 130 - 133
AMAÇ: Bu çalışmada amacımız, kliniğimizde penil protez implantasyonu yapılan 30 hastayı retrospektif olarak, yan etki oranları ve memnuniyet açısından değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde 2004 ile 2009 yılları arasında, organik kökenli erektil işlev bozukluğu nedeniyle bükülebilir veya şişirilebilir penil protez implantasyonu yapılan 30 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Hastaların 18’ine bükülebilir, 12’sine şişirilebilir protez implantasyonu yapıldı. Hiçbir hastada erken dönemde penil ödem, skrotal hematom veya tedaviye yanıtsız enfeksiyon
görülmedi. Şişirilebilir penil protez implantasyonu yapılan 1 hastada protez dislokasyonu nedeniyle silindirlerden birinin çıkarılması gerekti.
SONUÇ: Bizim deneyimlerimize göre penil protez implantasyonu sonucu oluşan komplikasyonlar ve hasta memnuniyetsizliği en düşük seviyededir.

4. 
Mikroinsizyonel katarakt cerrahisi yönteminin postoperatif sonuçlarının değerlendirilmesi
Evaluation of postoperative results of microincision cataract surgery
Selçuk Haşim Gözoğlu, Hasan Basri Velioğlu, Didem Evşen Erdemir, Feyza Önder
Sayfalar 134 - 141
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı son yıllarda gelişen ve yaygınlaşan mikroinsizyonel katarakt cerrahisinin sonuçlarını ve güvenilirliğini incelemektir.
YÖNTEMLER: Mart 2006 - Temmuz 2006 tarihleri arasında, mikroinsizyonel katarakt cerrahisi uygulanmış hastaların bulguları değerlendirildi. Otuz olgunun 30 gözü bu çalışma kapsamına alındı. Hastalar görme keskinliği seviyeleri, pakimetrik ölçüm değişiklikleri, operasyon esnasında ve sonrasında oluşan komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Cerrahi sonuçların istatistiksel değerlendirilmesi yapılarak, yöntemlerin güvenilirlik ve etkinlikleri araştırıldı.
BULGULAR: Postoperatif 1. haftadan itibaren, düzeltilmiş en iyi görme keskinliği medyan değerleri 1,0 olarak saptandı. Pakimetri değerleri, ameliyat öncesinde 549,86±38,90 μ, ameliyat sonrasında ise 1. haftada 570,76±42,55 μ, 1. ayda 552,76±37,14 μ ve 3. ayda 48,76±37,27 μ olarak ölçüldü. Vektöriyel analiz programıyla cerrahiye bağlı astigmatizma aritmetik ortalaması incelendiğinde, ameliyat sonrası 1. haftada 0,55±0,50 D, 1. ayda 0,52±0,46 D ve 3. ayda 0,45±0,37 D olarak bulundu. Vektöryel ortalama ise ameliyat
sonrası 1. haftada 0,27 D 85°, 1. ayda 0,30 D 88° ve 3. ayda 0,25 D 87° olacak şekilde 0,5 dioptrinin altında ölçüldü.
SONUÇ: Mikroinsizyonel katarakt cerrahisi, intraoperatif, postoperatif komplikasyonlar, görsel sonuçlar ve santral korneal kalınlığı açısından konvansiyonel fakoemülsifikasyon kadar etkili ve güvenilir bulunmuştur.

OLGU SUNUMU
5. 
Moyamoya hastalığında anestezi: Olgu sunumu
Anesthesia for Moyamoya Disease: Case report
Hakan Erkal, Elif Atar Gaygusuz, Feriha Temizel, Yaman Özyurt
Sayfalar 142 - 145
Moyamoya hastalığı beynin tabanındaki intrakraniyal arterlerin bilateral stenoz ve obstrüksiyonuna bağlı oluşan bir durumdur. Hastalarda iskemik semptomlar görülür, medikal tedavi ve vasküler rekonstrüksiyon tedavi seçenekleridir. Moyamoya hastalığının cerrahi tedavisi sırasında serebral iskemi sıkça gelişebilecek bir komplikasyondur. Perioperatif yaklaşımda hedef, beyne oksijen sunumu ve kullanımı arasındaki dengeyi sağlamaktır. Bu olgu sunumunda 53 yaşında Moyamoya hastalığı olan, sağ inguinal herni nedeniyle ameliyat edilen hastanın anestetik yaklaşımını tartışmayı amaçladık.

6. 
Diyaliz ile örtüşen serebrovasküler hastalıklarda tedavi güçlükleri: Olgu sunumu
The difficulties of treatment that developed at cerebrovascular diseases related of dialysis: Case report
Fazilet Hız, Meral Çınar, Leman Erkutlu, Ülgen Kökeş, Turgut Karagöl
Sayfalar 146 - 150
Hemodiyaliz uygulanan olgularda serebral iskemi, vaskülit, subaraknoid kanama, subdural ve intraserebral hematom gibi nörolojik tablolar görülebilir. Bu durumlarda tedavi güçlükleri gelişebilir. Serebral kanamalı olgularda, hemodiyaliz esnasında verilen heparin kanama riskini artırabileceğinden heparinsiz hemodiyaliz yöntemleri önem kazanır. Kronik böbrek yetmezliği olan, 59 yaşında erkek hasta, 2 yıl süreyle haftada 3 seans, her bir seansı 4 saat süren hemodiyaliz tedavisi görmekteydi. Putaminal hematom sonucu akut gelişen sağ hemiparezi tablosu ile kliniğimize yatırıldı. Kanama nedeni ile hemodiyalizi heparinsiz uygulandı. İki hafta sonra, serebral iskemiye bağlı şuur bulanıklığı ve sol bacakta parezi gelişti. Olgu, hemodiyaliz sürecinde gelişen serebral
iskemi ve hematom birlikteliğinde tedavi protokolünde yaşanan zorluklar nedeni ile sunuldu.

7. 
Yoğun bakım ünitesinde pediatrik kolşisin zehirlenmesi: Olgu sunumu
Pediatric colchicine poisoning followed in the intensive care unit: Case report
Elif Atar Gaygusuz, Tamer Kuzucuoğlu, Emre Yücel, Tuğba Karaman, Hatice Yılmaz
Sayfalar 151 - 153
Kolşisin intoksikasyonu sık görülmemekle birlikte hayatı tehdit edici semptomlara yol açması nedeniyle oldukça önemlidir. Bu yazıda, kolşisin intoksikasyonu nedeniyle acile getirilen ve takip ve tedavi amacıyla yoğun bakım ünitesine yatırılan 1 yaşında kız hasta sunuldu. Yoğun bakım şartlarında semptomatik tedavi uygulanan hasta yatışının 6. gününde hemodinamik ve biyokimyasal parametrelerinin normale dönmesi üzerine pediatri kliniğine devredildi.

DERLEME
8. 
İntrakranyal metastazların cerrahi yönetimi
Surgical management of intracranial metastases
Sedat Dalbayrak, Kadir Öztürk
Sayfalar 154 - 161
Makale Özeti |Tam Metin PDF

LookUs & Online Makale