1. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Front Matter Sayfalar I - VIII |
ARAŞTIRMA MAKALESI | |
2. | Multidisipliner Toraks Konseyinde Tartışılan Soliter Pulmoner Nodüllere Tanısal Yaklaşım Diagnostic Approach to Solitary Pulmonary Nodules Discussed in Multidisciplinary Lung Cancer Council Hasibe Çiğdem Erten, Erdem Emre Gülşen, Sevda Şener Cömert, Nesrin Kıral, Kadir Burak Özer, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2023.80269 Sayfalar 295 - 300 GİRİŞ ve AMAÇ: Soliter akciğer nodülü (SPN) yönetiminde ana hedef malign lezyonları benign lezyonlardan ayırabilmektir. Çalışmamızda malignite şüphesiyle multidisipliner akciğer kanseri konseyimizde (MAKK) tartışılan ve cerrahi tedavi kararı verilen SPN’lerin izlem sonuçları, malignite oranları ve malignite için risk faktörlerini değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif olarak planlanan çalışmamıza MAKK’ye cerrahi girişim önerisi ile çıkardığımız ve konseyde değerlendirerek cerrahi tanı ve tedavi kararı verdiğimiz olgular dahil edildi. Olguların demografik özellikleri, nodül boyutu, radyolojik özellikleri, yerleşimi, Pozitron Emisyon Tomografisi bulguları, bronkoskopi ve endobronşial ultrasonografi yapılıp yapılmadığı ve sonuçları, cerrahi öncesi takip süresi, tanı için yapılan girişimler ve sonuçları, yapılan cerrahi metodu ve final tanı kayıt altına alındı. BULGULAR: Çalışmamızdaki 33 olgunun 10’u (%30.3) kadın, 23’ü (%69.7) erkek; yaş ortalamaları 60.2±7.9 (min: 42; maks: 77) yıl idi. SPN’nin ortalama çapı 16.5±6.3 (min: 7; maks: 30) mm ölçüldü. Yerleşimlerine bakıldığında %72.7’sinin üst loblarda yerleştiği görüldü. Nodüllerin %75.8’i solid özellikte olup, %39.4’ü spiküler konturlu, %33.3’ü lobüle konturlu idi. Nodüllerin %87.9’unda kalsifikasyon yoktu. PET-CT incelemesinde nodüllerin ortalama SUVmaks değeri 6.05±6.01 (min: 0; maks: 22) olarak ölçüldü ve 21 (%63.6) olgunun mediastinal lenf bezlerinde FDG tutulumu yoktu. 27 (%81.8) olguya tanısız olarak cerrahi girişim kararı verilmişti. Olguların %69.7’sinde final tanı malignite idi. Final tanı ile nodülün kenar özellikleri ve SUVmaks değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p=0.021, p=0.048). TARTIŞMA ve SONUÇ: SPN erken evre primer akciğer kanserini temsil edebileceğinden SPN yönetiminde her hasta için risk faktörleri ve radyolojik özellikleri bireysel olarak değerlendirilmeli ve multidisipliner yaklaşımla karar alınmalıdır. Amaç, erken maligniteyi temsil eden nodülleri tespit ederken, hasta kaygısı ve kümülatif radyasyon maruziyeti dahil olmak üzere aşırı incelemenin sonuçlarını en aza indirmektir. |
3. | Vertebral Arter Stenozlarının Endovasküler Tedavisinde Perioperatif ve Postoperatif Dönem Klinik ve Radyolojik Sonuçlarının Değerlendirilmesi Evaluation of Clinical and Radiological Results of the Perioperative and Postoperative Periods in the Endovascular Treatment of Vertebral Artery Stenosis Ayşenur Önalan, Erdem Gürkaşdoi: 10.14744/scie.2023.59480 Sayfalar 301 - 305 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, merkezimize başvuran ve medikal tedaviye yanıt vermeyen, semptomatik ciddi aterosklerotik vertebral arter hastalığı olan hastalarda endovasküler tedavinin sonuçlarını sunmak, güvenliliğini ve etkinliğini araştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Medikal tedavi altında geçici iskemik atak veya iskemik inme geçiren, semptomatik vertebral arter stenozuna bağlı endovasküler tedavi uygulanan hastalar geriye dönük olarak analiz edildi. Uygulanan endovasküler yöntemler tek başına anjiyoplasti, balona monteli stentleme ve anjiyoplasti ardından kendiliğinden genişleyen stent yerleştirilmesi olarak kaydedildi. İşlem sırasında stent içi tromboz, diseksiyon, kılavuz tel perforasyonu gibi perioperatif komplikasyonlar ve inme, geçici iskemik atak gibi işlem sonrası komplikasyonlar kaydedildi. Endovasküler tedavi yöntemleri, klinik ve radyolojik sonuçlar analiz edildi. BULGULAR: Ocak 2020-Aralık 2022 tarihleri arasında V1 darlığı olan 6 hasta, V2 darlığı olan 2 hasta ve V4 darlığı olan 7 hasta olmak üzere toplam 15 hastaya endovasküler tedavi uygulandı. Başarılı stent yerleştirme oranı %100’dü (15/15). Bu hastaların 6’sına (%40) balon anjioplasti ardından balonla genişleyen stent, geri kalan 9 (%60) hastaya ise balon anjıoplasti ardından kendiliğinden genişleyen stent uygulandı. Ekstrakranial stent uygulanan hastaların hiçbirinde periprosedürel komplikasyon görülmedi. İntrakraniyal stentleme sırasında, bir hastada perforatör arterde diseksiyon ve bunun sonucunda tıkanma görülürken, başka bir hastada stent trombozu gelişti. Bu iki hastada komplikasyonlara bağlı iskemik inme gelişti ve hastanede yatış sırasında mortalite görüldü (2/15, %13). Hastaların ortanca takip süresi 15 aydı (çeyrekler arası aralık, 9-24). Modifiye Rankin Skorunda (mRS) 10 hastada iyileşme gözlenirken, 3 hastada değişiklik görülmedi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, optimal tıbbi tedaviye dirençli vertebral arter stenozu olan hastalarda endovasküler tedavinin güvenliğini ve potansiyel etkinliğini desteklemektedir. Özellikle ekstrakranial vertebral arter darlıklarında stentleme işlemi düşük komplikasyon oranları ile uygulanabilinir. |
4. | Diabetes Mellituslu Sıçanlarda Gliklazid Kullanımının BDNF ve NGF Düzeylerine Etkisi The Effect of Gliclazide use on BDNF and NGF Levels in Rats with Diabetes Mellitus Gül Şahika Gökdemir, Mukadder Baylandoi: 10.14744/scie.2023.24445 Sayfalar 306 - 311 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, ikinci kuşak bir sülfonilüre grubu olan gliklazidlerin nörodejenerasyon biyobelirteçleri olarak kabul edilen BDNF ve NGF plazma düzeyleri üzerindeki etkileri incelenecektir. Çalışmamızı tasarlarken, gliazidlerin olumlu nöronal etkileri olabileceğini varsaydık. Gliklazidin olası olumlu etkileri çalışmamızda değerlendirildi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada 21 adet erişkin erkek Wistar-Albino sıçan kullanıldı. Öneriler doğrultusunda ELISA kiti ile analiz edilerek serum BDNF ve NGF düzeyleri belirlendi. BULGULAR: Glikazid verilen diabetik sıçanlarda ve ilaç verilmeyen diyabetik sıçanlarda BDNF düzeyi sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (sırasıyla, p=0.017, p<0.001). Gliklazid verilen diyabetli sıçanların BDNF düzeyi, diabetli ve ilaç verilmeyen ratlara göre artış olmasına rağmen bu fark anlamlı değildi (p=0.107). Benzer şekilde, gliklazid verilen sıçanlarda (p=0.009) ve gliklazid verilmeyen diyabetik sıçanlarda (p=0.001) NGF seviyeleri sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşüktü. Diyabetik gruplar kendi aralarında karşılaştırıldığında gliyazid grubunda NGF düzeyi artmış olmakla birlikte bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.638). CREB (p<0.001), c-FOS (p<0.001) ve DCX (p<0.001) düzeyleri diyabetik sıçanlarda daha düşük idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, diyabetik olmayan sağlıklı kontrol grubu sıçanlarda serum BDNF ve NGF düzeyleri diyabetik sıçanlara göre anlamlı olarak yüksekti. Nörodejenerasyonda artan BDNF ve NGF nörotrofinlerinin serum düzeyleri diyabetik sıçanlarda düşük görülürken gliklazid verilen diyabetik sıçanlarda bu düzeyin daha yüksek olduğu gözlendi. |
5. | Acil Servise COVID-19 Semptomları veya Şüphesi ile Başvuran Hastaların Klinik Özelliklerinin Değerlendirilmesi Evaluation of the Clinical Characteristics of the Patients Admitted to the Emergency Department with the Symptoms or Suspicion of COVID-19 Sevde Şanal, Zeliha Tülek, Ecem Deniz Kırkpantur Taşçı, Erdal Yılmazdoi: 10.14744/scie.2023.70493 Sayfalar 312 - 319 GİRİŞ ve AMAÇ: Acil servisler, dünya çapında bir pandemi olarak ilan edilen COVID-19 enfeksiyonunun yönetiminde ilk adım olmuştur. Bu çalışma, COVID-19 enfeksiyonu şüphesi veya semptomları ile acil servise başvuran hastaların klinik özelliklerini belirlemeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızın örneklemini Eylül-Aralık 2020 tarihleri arasında İstanbul’da üçüncü basamak bir hastanenin acil servisine COVID-19 semptomu veya şüphesi ile başvuran 18 yaş ve üzeri hastalar oluşturmuştur. RT-PCR test sonucu pozitif olan 500 hasta ile negatif olan 500 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların verileri hastanenin bilgi yönetim sistemi aracılığıyla retrospektif olarak değerlendirildi. BULGULAR: COVID-19 (-) hastaların yaş ortalaması (53.2±18.1) COVID-19 (+) (59.2±18.4) olanlara göre daha düşüktü (p=0.001). Cinsiyet (p=0.61) ve meslek (p=0.52) dağılımları her iki grupta benzerdi. COVID-19 (+) hastalarda nefes darlığı ile başvuru oranı (%37.6) COVID-19 (-) gruba (%22) göre daha yüksekti (p=0.001). Acil serviste ölçülen vücut sıcaklığı COVID-19 (+) hastalarda COVID-19 (-) hastalara göre daha yüksekti (p=0.04). SPO2 ortalaması COVID-19 (+) hastalarda (%92.3±9.6) COVID-19 (-) hastalara (%96.2±4.8) (p=0.001) göre daha düşük bulundu. Toraks BT’de buzlu cam opasitesi insidansı COVID-19 (+) hasta grubunda (%59.6) COVID-19 (-) hastalara (%47.5) göre daha yüksek bulundu (p=0.003). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, acil servise başvuran hastalarda COVID-19 enfeksiyonunun klinik özellikleri literatür ile karşılaştırıldı. COVID-19 enfeksiyonu ile ilgili benzer çalışmaların yapılması mevcut literatürün güncellenmesi ve yeni verilerin eklenmesi açısından önemlidir. Salgının teşhis ve tedavi sürecini etkin bir şekilde yönetmek için daha kapsamlı çalışmalara ve kanıtlara ihtiyaç vardır. |
6. | Covid-19 Pandemisinde “Online Terapi” ve “Telepsikiyatri”Konularının Google Trends Verileri Üzerinden Değerlendirilmesi Assessment of “Online Therapy” and “Telepsychiatry” Topics in the COVID-19 Pandemic Based on Google Trends Data Mehmet Buğrahan Gürcan, Alperen Kılıçdoi: 10.14744/scie.2023.68725 Sayfalar 320 - 325 GİRİŞ ve AMAÇ: Pandemi ilanıyla birlikte çok sayıda ülkenin kapandığı, şehirlerin karantina altına alındığı, zorunlu olmayan klinik görüşmelerin ertelendiği, sokağa çıkma yasağı olan bu dönemde sağlık hizmetlerinin sanal ortama kaymasının önemi arttı. Bu çalışmada, tele ruh sağlığı hizmetlerinden olan “telepsikiyatri” ve “online terapi” konularının Google Trends üzerinden erişilen arama hacimlerinin yorumlanarak toplumun sağlık arama davranışı ve tele ruh sağlığı hizmetlerine yönelik talebin yorumlanmasını amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Google Trends, insanların Google motorunda aradıkları göreli terim hacmini sağlayan, herkesin erişimine açık bir araçtır. Google Trends aracılığı ile telepsikiyatri (telepsychiatry) ve online terapi (online counselling) başlıkları olan iki konu üzerinde göreli arama hacimleri elde edildi. Arama başlıkları herhangi bir dilde bir grup terimi temsil etmesi sebebi ile konu olarak kullanıldı. BULGULAR: Göreli arama hacimleri pandemi öncesi ve sonrası, online terapi ve telepsikiyatri olamak üzere değerlendirildi. Normal dağılıma uymayan göreli arama hacim karşılaştırmaları Mann-Whitney U testi ile karşılaştırıldı. Pandemi sonrası telepsikiyatri ve online terapiye yönelik arama hacmi pandemi öncesine göre anlamlı düzeyde artmıştır (p<0.05). Hem pandemi öncesi hem pandemi sonrası arama hacimleri karşılaştırıldığında online terapiye yönelik ilginin her iki dönemde telepsikiyatriye göre daha yüksek olduğu görüldü (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Yasal, etik, teknik, teropatik ilişki ve profesyonellik ile ilgili sorunların aşılması halinde pandemi gibi halk sağlığı sorunlarda ve kişilerin geleneksel yöntemlerle ruh sağlığı desteği alamayacağı durumlarda tele ruh sağlığı hizmetlerine olan ilgisinin artabileceği söylenebilir. |
7. | Total Laparoskopik Histerektomi Sırasında Üreter Yaralanmasının Laparoskopik Yönetimi Laparoscopic Management of Ureter Injury During Total Laparoscopic Hysterectomy Emre Mat, Esra Keleş, Gazi Yıldız, Rezzan Berna Baki, Pınar Birol İlter, Mehmet Mete Kırlangıç, Alev Esercan, Ulaş Solmaz, Ayşenur Ezgi Aslan, Özgür Kartal, Ahmet Halil Sevinçdoi: 10.14744/scie.2023.33600 Sayfalar 326 - 329 GİRİŞ ve AMAÇ: İyatrojenik üreter yaralanmaları, ciddi morbidite ve hatta ölüme yol açabilen pelvik ve vajinal cerrahilerin kritik sonuçlarıdır. Bu nedenle, bu çalışmanın amacı laparoskopik histerektomi (LH) sırasında üreter yaralanmalarının primer laparoskopik onarımının sonuçlarını değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2018 - Ekim 2021 tarihleri arasında LH uygulanan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Üreter yaralanması olan tüm hastaların tıbbi kayıtları incelendi ve yaralanma nedenleri, insidansı, tedavisi ve takibi değerlendirildi. BULGULAR: Laparoskopik cerrahi sırasında toplam beş hastada üreter yaralanması oldu. Tüm üreter yaralanmaları laparotomiye geçilmeden veya ilave trokar yerleştirilmeden aynı ameliyatta hemen onarıldı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Jinekolojik operasyonlar sırasında intraoperatif üriner sistem yaralanmasının tanımlanması, uygun ve acil onarımı sağlar. Çalışmanın sonucu, endoskopik cerrahide deneyimli jinekologların laparoskopi sırasında üreter yaralanmasını başarılı ve etkili bir şekilde yönetebileceğini gösterdi. |
8. | HIV Pozitif Bireylerde Latent Tüberküloz Enfeksiyonunun Aktif Tüberküloz Enfeksiyonuna İlerlemesinde Bir Belirteç: CD4/CD8 Oranı A Marker for Progression of Latent Tuberculosis Infection to Active Tuberculosis Infection in HIV Positive Individuals: CD4/CD8 Ratio Bülent Kaya, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2023.53189 Sayfalar 330 - 334 GİRİŞ ve AMAÇ: Hastanemizin Edinsel İmmunyetersizlik Virüsü (HIV) Polikliniği’nde takip edilen HIV pozitif hastalardaki latent tüberküloz enfeksiyonu’nun (LTBE) aktif tüberküloz (TB) enfeksiyonuna ilerlemesinde CD4 T lenfosit sayıları ve yüzdeleri ile CD4/CD8 oranlarının bir belirteç olarak kullanılabilirliklerini öğrenmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: 530 HIV pozitif hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Hastaların anti-HIV testi pozitif geldikten sonra “tüberkülin deri testi” (TDT) uygulandı. TDT ≤5 mm olan asemptomatik hastalar TB negatif, >5 mm olan hastalar LTBE, TDT sonucundan bağımsız olarak tüm semptomatik (ateş, öksürük, gece terlemesi, kilo kaybı) hastalar aktif TB enfeksiyonu olarak kabul edildi. CD4 sayıları ve yüzdeleri ile CD4/CD8 oranları hesaplanıp, bunlarla LTBE ve aktif TB enfeksiyonu arasındaki ilişki Mann-Whitney U testi ve bağımsız örneklem t-testi uygulanarak değerlendirildi. BULGULAR: Belirtilen dönemde HIV Polikliniği’ne 530 hasta başvurdu. LTBE grubunda 43 (%8.11) hasta vardı, bunların 4’ü (%9.3) kadın, 39’u (%90.7) erkekti. Yedi (%16.3) hastada CD4 <200 mm³ iken, 36 (%83.7) hastada >200 mm³’tü. Ortalama CD4/CD8 oranı 0.55 (0.08-1.45) olarak bulundu. 21 (%3.96) hastada ateş, öksürük, gece terlemesi ve kilo kaybı semptomları vardı ve aktif TB enfeksiyonu tanısı aldı. Bu hastalardan 1’i (%4.8) kadın, 20’si (%95.2) erkek idi. Beş (%23.8) hastada CD4 <200 mm³ iken 16 (%76.2) hastada >200 mm³ idi. Ortalama CD4/CD8 oranı 0.38 (0.07-1.8) olarak saptandı. LTBE ile aktif TB enfeksiyonu arasındaki CD4 sayıları arasındaki fark anlamlı değildi fakat CD4/CD8 oranları arasındaki fark anlamlı bulundu (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: HIV ve TB ko-enfeksiyonunda oluşan immün bozukluk LTBE’nin aktifleşmesini kolaylaştırır. Risk belirteci olarak CD4 sayıları ve CD4 yüzdeleri anlamlı değilken, CD4/CD8 oranı anlamlı bulundu. |
9. | Unipolar ve Bipolar Depresyonda Kardiyovasküler Risk Parametrelerinin Değerlendirilmesi Assessment of Cardiovascular Risk Parameters in Unipolar and Bipolar Depression Burcu Kök Kendirlioğlu, Ayse Ece Buyuksandalyaci Tunc, Hidayet Ece Arat Celik, Esma Corekli Kaymakcı, Elif Sude Erturan, Şevin Demir, Suat Kucukgoncudoi: 10.14744/scie.2023.22599 Sayfalar 335 - 341 GİRİŞ ve AMAÇ: Unipolar depresyon (UD) ve bipolar bozukluk - depresif dönem (BB-d) hastalarında erken kardiyovasküler hastalık (KVH) oluştuğuna dair güçlü kanıtlar vardır. Bu çalışmanın amacı, UD ve BD-d’de plazma aterojenik indeks (AIP), aterojenik katsayı (AC), Castelli risk indeksi I-II (CRI-I ve II) ve yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL) ile ilişkili oranları değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif ve gözlemsel olarak tasarlanan bu çalışmaya 128 UD hastası, 184 sağlıklı kontrol grubu ve 34 BB-d hastası dahil edildi. AIP [log (TG/HDL)], AC [(TC-HDL)/HDL], CRI-I (TC/HDL) ve II (LDL/HDL), MHR (monosit/HDL), NHR (nötrofil/HDL), PHR (trombosit/HDL) ve LHR (lenfosit/HDL) değerleri hesaplandı. Yaş ve cinsiyete göre düzenlenmiş ortalamalar için ANCOVA kullanıldı. BULGULAR: Açlık glukozu (FG) (p=0.016), LDL (p=0.004), HDL (p<0.001), TG (p<0.001), TC (p=0.01), AIP (p<0.001), CRI-I (p=0.038), AC (p=0.038), NHR (p<0.001), MHR (p=0.007), LHR (p<0.001), PHR (p<0.001) değerleri arasında üç grup arasında anlamlı farklılık bulunmuştur. Bonferroni düzeltmesinden sonra, CRI-I ve AC’deki farklılıklar kaybolmuştur. Tüm bu metabolik parametreler hastalığın süresi ile korele idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Depresif epizodun tanısı, takibi ve tedavisi sırasında anormal metabolik parametrelerin yönetimi planlanmalıdır. AIP’nin ve NHR’ nin özellikle kronik ve yanıtsız süreçlerde değerlendirilmesi her iki bozuklukta da yararlı olabilir. Gelecekteki çalışmalarda, prospektif olarak tasarlanmış, hastalığın ciddiyetini izleyen, katılımcıların KVH risk parametrelerini ve tedavilerini değerlendiren geniş ölçekli çalışmaların yapılması önerilmektedir. |
10. | Psikolojik ve Farmakolojik Premedikasyonun Elektif Operasyon Planlanan Hastalarda Preoperatif Anksiyete Düzeyi Ölçülerek Karşılaştırılması Comparison of Psychological and Pharmacological Premedication by Assessing Preoperative Anxiety Level in Patients Scheduled for Elective Operation Sultan Şıvğın Til, Erol Gökel, Volkan Hancı, Elvan Sahin, Tunç Alkın, Hülya Ellidokuzdoi: 10.14744/scie.2023.46503 Sayfalar 342 - 349 GİRİŞ ve AMAÇ: Anestezi hekiminin yaptığı özel bilgilendirme ile oral diazepam premedikasyonunun, elektif cerrahi hastalarında anksiyete düzeyine etkisini karşılaştırmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Üniversite hastanesi, kadın hastalıkları ve doğum servisinde operasyonu planlanan, 20–65 yaşlarındaki, ASAI-II, 90 hasta çalışmaya alındı. Operasyondan bir gün önce tüm hastaların STAI anketi ile anksiyete düzeyleri ölçüldü. Hastalar üç gruba ayrıldı. Anket uygulamasından sonra bir grup hastaya (GrupP), anestezi uygulamasında bulunacak anestezi hekimi tarafından ayrıntılı özel bilgilendirme yapıldı. Bir grup hastaya (GrupPh) ameliyathaneye gelmelerinden önce oral diazepam verildi. Kontrol grubu (GrupC) hastalarına anket uygulamasından sonar sadece rutin preoperatif vizit yapıldı. Ameliyathaneye getirildikten sonra tüm hastalara tekrar STAI anketi uygulandı. BULGULAR: Üç grubun tüm hastalarının operasyondan bir gün önce ölçülen durumluk anksiyete medyan değeri 48 (23-70), süreklilik anksiyete medyan değeri 44 (31-67), VAS medyan değeri 50 (0-100) olarak saptandı. GrupP hastalarının bilgilendirmeden sonraki anksiyete skorları anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.001). GrupPh hastalarının Diazepam verildikten sonraki anksiyete skorunun anlamlı olarak daha düşük olduğu görüldü (p<0.001). Operasyon günü ameliyattan hemen önce ölçülen anksiyete skoru, GrupP ve GrupPh hastalarında GrupC hastalarına göre anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla, p=0.023, p=0.007). GrupP ve GrupPh hastalarının anksiyete skorları arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.750). TARTIŞMA ve SONUÇ: Preoperatif anksiyeteyi azaltmada hastalara ayrılan sürenin efektif olarak kullanılmasının ve anestezi uygulayacak hekim tarafından yapılan bilgilendirmenin, ilaçla yapılan premedikasyon kadar etkili olduğu gösterildi. |
11. | Eritropoetin’in Postmenopozal Kronik Böbrek Yetmezliği Hastalarının Endometriyumu Üzerine Proliferatif Etkisi Proliferative Effect of Erythropoietin on Endometrium of Postmenopausal Chronic Kidney Disease Patients Mehmet Akıf Sargın, Pınar Birol İlter, Murat Yassa, Ali İlter, Mahmut Yassa, Elif Ari, Niyazi Tugdoi: 10.14744/scie.2023.57060 Sayfalar 350 - 353 GİRİŞ ve AMAÇ: Eritropoietin (EPO), hematopoezi düzenlemenin yanı sıra insan endometriyumu da dahil olmak üzere çeşitli dokularda rol oynayan glikoprotein bir hormondur. Rekombinant EPO, kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda anemi tedavisi için yaygın olarak kullanılmaktadır. Rekombinant EPO’nun kronik böbrek yetmezliği olan postmenapozal kadınların endometriumu üzerindeki etkisi, bu çalışmanın amacı olarak belirlendi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Prospektif olarak tasarlanmış bu çalışmaya Şubat 2017- Ocak 2018 tarihleri arasında üçüncü basamak bir merkezin nefroloji kliniğinde renal sorunları nedeniyle eritropoetin tedavisi planlanan, histerektomi yapılmamış postmenopozal kadınlar dahil edildi. İlk EPO enjeksiyonlarından önce (0. gün) ve sonraki 3., 30. ve 90. günlerde transvajinal ultrasonografi ile endometrial kalınlık ölçümleri yapıldı. BULGULAR: 62.290±8.410 IU EPO alan 14 hastanın transvajinal endometriyal kalınlık ölçümleri 0. gün: 2.98±1.07, 3. gün: 5.01±1.51, 30. gün: 4.41±2.01 ve 90. gün: 3.79±1.42 idi. 3. ve 30. gün ziyaretlerinde endometriyal kalınlıkların bazal ölçümlere göre anlamlı olarak yüksek olduğu ve 90. günde kademeli olarak azaldığı görüldü (Tekrarlanan ölçümler varyans analizi, post-hoc Tuckey’s test, p<0.01). TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak, kısa süreli rekombinant EPO tedavisi menopoz sonrası endometrium üzerinde geri dönüşümlü bir proliferatif etkiye sahiptir. Bu çalışmada, EPO’nun kısa vadede geri dönüşümlü proliferatif etkisi gözlenmiş ve bir hastada benign endometrial polip gelişmiştir. Daha büyük prospektif çalışmalar, kronik EPO tedavisi alan hastalarda neoplazi riskine cevap verebilir. Çalışmamız EPO tedavisi alan hastalar hakkında farkındalık yaratarak endometrial hiperplazi veya neoplazinin erken tanısına katkı sağlayabilir. |
12. | Solid tiroid Nodüllerinin 3 Boyutlu Ölçüm Oranları ile Tiroid Papiller Karsinomunun İlişkisi: Retrospektif Kohort Çalışması The Relationship between 3 Dimensional Measurement Ratios of Solid Thyroid Nodules and Thyroid Papillary Carsinoma: A Retrospective Cohort Study Nuri Havan, Mesut Özgökçe, Ramazan Çelik, Umut Özdamarlar, Sercan Özkaçmaz, Fatma Durmaz, Muhammed Bilal Akıncıdoi: 10.14744/scie.2023.04207 Sayfalar 354 - 357 GİRİŞ ve AMAÇ: Ultrason ile kraniokaudal, anteroposterior ve mediolateral ölçümlerin birbirine oranlarının, tiroid papiller karsinomu tanısında yararlı olup olmadığını araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, tru-cut ince iğne biyopsisi sonrası histopatolojik inceleme ile tanı konulan, ultrasonografide solid tiroid nodülü saptanan hastalar alındı. Her üç boyutun da birbirine oranları kaydedilerek değerlendirildi. BULGULAR: Yaş ortalaması 44.49±14.54 olan toplam 173 hasta çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hastaların 137’si (%79.19) kadın, 38’i (%20.81) erkekti. Anteroposterior-mediolateral oran (p=0.016) ve kraniokaudal-mediolateral oran tiroid papiller karsinom grubu ile benign nodül grupları arasında anlamlı fark gösterdi. Ayrıca 0.7 AP/ML oranı kestirim değeri, sırasıyla 0.667 ve 0.45 duyarlılık ve özgüllük gösterdi. TARTIŞMA ve SONUÇ: AP/ML oranı, artmış tiroid papiller karsinom riski ile ilişki göstermektedir. CC/ML ayrıca artmış risk ile ilişkilidir. Bu oranlar da tanısal birer araç olarak klinik pratiğe katkı sunabilir. |
13. | Konvalesan Plazma Tedarikini Artırmada Donörlerin Psikolojik Durumlarının ve Verilen Yapılandırılmış Bilgilerin Rolü The Role of Donors’ Psychological Status and Given Structured Information in Increasing Convalescent Plasma Procurement Arda Kazim Demirkan, Sude Hatun Aktimur, Necla Gökçe Genç, Ahmet Şendoi: 10.14744/scie.2022.57983 Sayfalar 358 - 364 GİRİŞ ve AMAÇ: Son çalışmalardan elde edilen umut verici raporlar, tedavide yardımcı bir alternatif olarak konvalesan plazmanın etkisini göstermiştir. Çalışmamızın amacı, olası plazma bağışçılarının, konvalesan plazma bağışı konusunda mevcut bilgi düzeylerini, psikometrik özelliklerini ve yapılandırılmış bilgiler verildikten sonra bağışçı olma eğilimlerinin değişimini değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Dört yüz plazma bağışçısı adayı mevcut bilgi düzeyleri, kaygı, depresyon ve sağlık kaygısı puanları açısından değerlendirildi. Yapılandırılmış bilgilerden önce ve sonra gönüllü plazma bağışçısı olma eğilimleri anketlerle değerlendirildi. BULGULAR: Daha az eğitimli veya eğitimsiz katılımcılarda, doğru bilgi plazma bağışçısı olma kararını eğitimli kişilere göre daha fazla değiştirmiş ve eğitim düzeyleri arasındaki istatistiksel fark yeterli bilgi ile neredeyse ortadan kalkmıştır (0.006’ya karşı 0.037, p değerleri). Ayrıca, önceden kan bağışı yapmış olmak veya daha önce kan ürünlerine ihtiyaç duymak, yeterli bilgiye bakılmaksızın plazma bağışçısı gönüllüsü olmak için önemli faktörlerdir. Verilen yapılandırılmış bilgilerden sonra katılımcıların psikolojik durumlarının plazma bağış eğilimleri üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı gözlemlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Doğru bilgi verildikten sonra bireylerin psikolojik durumları ve eğitim durumları ne olursa olsun bireyler arasındaki yatkınlık farklılıklarının ortadan kalktığı gözlemlenmiştir. Ayrıca, bu çalışmada önceki kan bağışı öyküsünün plazma bağışçısı olmak için öngörücü bir faktör olduğu sonucuna ulaşılmıştır; bu nedenle, uzun vadede kan bağışını teşvik etmeye yönelik müdahaleler, akut durumlarda plazma bağışı arzını artırmak için etkili bir yaklaşım olarak görülmektedir. Çalışmamızın sonuçları, kısa ve uzun vadede plazma bağışını artırmak için bireyleri ve toplumu bilgilendirmenin temel yaklaşımlardan biri olduğunu vurgulamaktadır. |
14. | Akciğer Kanserinde Histopatolojik Alt Tip ve Evre Dışında Prognoza Etki Eden Faktörler Factors Affecting Survival in Early-Stage Lung Cancer other than Subtype and Stage Berk Cimenoglu, Salih Duman, Suat Erus, Berker Ozkan, Murat Kara, Recep Demirhan, Alper Tokerdoi: 10.14744/scie.2023.45577 Sayfalar 365 - 370 GİRİŞ ve AMAÇ: Akciğer kanserinde sağ kalımı etkileyen temel faktörlerin histopatolojik alt tip ve evre olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada torakoskopik anatomik rezeksiyonla tedavi edilen erken evre akciğer kanserinde uzun dönem sonuçları etkileyen faktörleri ortaya çıkarmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma 2006-2018 yılları arasında gerçekleştirildi. Torakoskopik anatomik rezeksiyon uygulanan toplam 204 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Ameliyat öncesi, ameliyat sırası ve ameliyat sonrası parametreler değerlendirilerek sağ kalıma etkileri analiz edildi. Ameliyat öncesi parametreler, yaş, cinsiyet ve solunum fonksiyon testleri – akciğerlerin karbon monoksit (DLCO) kapasitesi idi. Perioperatif parametreler anatomik rezeksiyon tipi ve açık torakotomiye geçiş idi. Ameliyat sonrası parametreler majör ve minör komplikasyonlar, hastanede kalış süresi idi. BULGULAR: Çalışmaya toplam 204 hasta dahil edildi. Hastaların 5 yıllık sağkalımı %76,5 idi. 65 yaşlında veya daha genç olan hataların sağkalımları daha iyi bulundu (%80.6 ve %67.7, p=0.008). DLCO değeri %80’in üzerinde olan hastaların 5 yıllık sağ kalımı %83,2 iken, DLCO değeri %80’e eşit veya daha düşük olan hastaların 5 yıllık sağ kalımı %51,1 olarak tespit edildi (p=0.001). Hastanede 4 gün veya daha az kalış, daha iyi 5 yıllık sağkalım ile ilişkili olduğu görüldü (%86 ve %69, p=0.017). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda yaş, ameliyat öncesi DLCO değeri, hastanede kalış süresi, ameliyat sonrası komplikasyon gelişiminin sağkalım üzerinde istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlendi. Ancak açık torakotomiye geçiş ve segmentektomi-lobektomi arasındaki farkın sağkalım üzerine spesifik bir etkisi olmadığı görüldü. |
OLGU SUNUMU | |
15. | McLeod Sendromu; Farklı Mutasyonlara Sahip Nadir Görülen Bir Kore Nedeni McLeod Syndrome – A Rare Seen Chorea Etiology with Different Mutations Fatma Gülhan Şahbaz, İlknur Güçlü Altun, Afra Celik, Bekir Enes Demiryurek, Banu Özen Barutdoi: 10.14744/scie.2023.79745 Sayfalar 371 - 373 McLeod sendromu koreye sebep olan nadir görülen bir hastalıktır. Kore, epilepsi ve kardiyak sorunları olan bir hasta genellikle nöroakantositoz sendromunu düşündürür ve kesin tanı ayrıntılı bir genetik incelemeye bağlıdır. Biz burada, daha sonra koreiform hareketler ve tikler geliştiren, yürüme güçlüğü olan ve bu sebeplerle sosyal problemler yaşayan 57 ve 39 yaşındaki erkek hastaları sunuyoruz. Periferik yayma incelemesinde görülen akantositoz ve genetik incelemede tespit edilen yeni ve nokta mutasyon sonucunda hastalara McLeod sendromu tanısı konulmuştur. |
16. | Posterior Mediastenin Nadir Görülen Çocukluk Çağı Tümörü: Ganglionöroblastoma A Rare Pediatric Tumor of the Posterior Mediastinum: Ganglioneuroblastoma Attila Ozdemir, Selime Kahraman, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2023.01069 Sayfalar 374 - 376 Ganglionöroblastoma, posterior mediastende yerleşimli çocukluk döneminin nadir görülen malign bir tümörüdür. Yürüme güçlüğü ile hastanemize başvuran 4 yaşındaki kız çocuğunda posterior mediasten yerleşimli spinal kanal içine uzanan dev kitle lezyon izlendi. Beyin cerrahisi ve göğüs cerrahisini ortak operasyonu ile kitle total eksize edildi. Ameliyat sonrası hasta yürüme fonksiyonlarını tekrar kazandı. |
17. | Toluen Kullanımının Neden Olduğu Derin Metabolik Asidoz Vakası A Rare Case of Severe Metabolic Acidosis Caused by Toluene Abuse Cem Ata Türkyılmaz, Oğuzhan Gelir, Dilara Özmen, Avni Uygar Seyhandoi: 10.14744/scie.2023.93585 Sayfalar 377 - 379 Toluen, birçok endüstride organik bileşikler üretmek için hammadde olarak kullanılan ve çeşitli ürünlerin yapımında kullanılan bir çözücüdür. Toluen ile temasa geçmek hem kazara hem de kasıtlı olabilir. Toluen ve yan ürünleri ile hem kasıtlı hem de kazara zehirlenme, başta kardiyopulmoner sistem olmak üzere tüm sistemlerde toksik olabilir. Toluenin kasıtlı kullanımı, öfori de dahil olmak üzere psikoaktif sonuçlara neden olur ve bu da onu birçok ülkede her yaştan insan arasında en yaygın olarak solunan uçucu ilaç haline getirir. Toluen zehirlenmesinin en yaygın komplikasyonu renal tübüler asidozdur. Bu durumda hastanemiz acil servisine başvuran 38 yaşındaki hastanın raporu tartışılacaktır. |