ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | DİYABETİK HASTALARDA KARACİĞER YAĞLANMASI VE GAMA-GLUTAMİL TRANSPEPTİDAZ DÜZEYLERİ GAMA-GLUTAMIL TRANSPEPTIDASE LEVELS AND HEPATOSTEATOSIS IN PATIENTS WITH DIABETES MELLITUS Nurhan Biriz, Mahmut Gümüş, Mehmet Sargın, Bülent Emre, Yener Koç, Mehmet Aliustaoğlu, Birsel Kavaklı, Ali YaylaSayfalar 1 - 4 Tip 2 diyabetin etyolojisinde özellikle obez hastalarda gelişen periferik insulin direnci önemli rol oynar. Bu çalışmada obez, diabetik hastalarda karaciğer yağlanması sıklığını ve bu yağlanmaya gama-Glutamil Transpeptidaz (gama-GT) seviyesindeki değişikliğin eşlik edip etmediğini araştırmayı amaçladık. Ekim 1999-Ocak 2000 tarihleri arasında hastanemiz Diabet Polikliniği'nde ayaktan tedavi edilen Tip 2 Diabetes Mellitus'lu 78 olgu ve 38 non-diabetik olgu incelenmiştir. Olgularımızın serum gama-GT, ALT, AST, Alkali fosfataz (ALP), trigliserid, total kolesterol, HDL kolesterol değerleri ölçüldü.Tüm olguların ultrasonografık değerlendirmesi aynı hekim tarafından hastaların kliniği ve laboratuvar değerleri bilinmeden General Electric RT-4000 cihazıyla yapıldı. 78 Tip 2 Diabetes Mellitus'lu olgunun 52'si (%66,7) kadın, 26'sı (%33,3) erkekti. Kontrol grubundaki 38 olgunun 21 'i (%55,3) kadın, 17'si (%44,7) erkekti. Yaş ortalaması diabetik olgularda 56.0±10,1 yıl, kontrol grubunda 46,5±16 yıl idi. Diabetik hastaların diabet süresi ortalama 9,3±7,5 yıl idi. BMI ve bel/kalça oranı açısından bakıldığında gruplar arasında istatistiki anlamlı bir fark yoktu. Diabetik olguların 34'ünde karaciğer yağlanması tespit edildi (%43). Kontrol grubunun ise 8'inde (%21) yağlanma tespit edildi (p<0,001). GGT düzeylerine bakıldığında diabetik hastalarda 32,6±20, 1 u/L kontrol grubunda 23,3±15,4 u/L bulundu(p<0,005). Karaciğer yağlanması olan diyabetiklerde, karaciğer yağlanması olmayanlara göre ALT, AST, trigliserid düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken total kolesterol düzeylerinde anlamlı bir farklılık tespit edilmedi. (p<0,001). gama-GT düzeyi 50 u/L'den yüksek olan 9 diabetik olgunun hepsinde karaciğer yağlanmasının mevcut olduğu görüldü (p<0,001). Kontrol grubunda karaciğer yağlanmasıyla gama-GT düzeyi arasında ilişki bulunmadı (p=0,048). Diabet süresiyle y-GT düzeyini karşılaştırdığımızda serum gama-GT düzeyindeki yükselmeyle diyabet süresi arasında bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak, tip 2 diabetlilerde karaciğer yağlanması açısından bakıldığında gama-GT düzeyinin spesifitesi yüksek, sensitivitesi düşük bir parametre olduğunu söyleyebiliriz. |
2. | KONVÜLSİYON VE AKUT BAKTERİYEL MENENJİT ARASINDAKİ İLİŞKİ THE RELATIONSHIP BETWEEN CONVULSION AND ACUTE BACTERIAL MENINGITIS Gülay Çiler Erdağ, Serdar Cömert, Gülnur Tokuç, Yasemin Akın, Esin Şan, Ayça VitrinelSayfalar 5 - 7 1994-1998 yılları arasında Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği'nde akut bakteriyel menenjit tanısı alarak tedavi gören 176 hasta değerlendirildi. Bu hastalardan konvülsiyon ile başvuranların karşılaştırılması yapıldı. 176 hastanın %28'i kız, %72'si erkekti. Yaşlar 1 günle 12 yaş arasında değişmekteydi. Bunlardan %22'si ilk semptom olarak konvülsiyon ile başvurdu (%35 kız, %65 erkek). Konvülsiyonla başvuran hastaların %39'u 0-12 ay, %25'i 1-3 yaş, %18'i 3-6 yaş, %18'i de 6-12 yaş arasındaydı. Bunların %59'unda meningeal irritasyon bulguları pozitifti. Hepsinde ateş mevcuttu ve daha evvel antibakteriyel tedavi almamışlardı. Konvülsiyonla başvuran hastalar ile diğerleri arasında beyin omurilik sıvısındaki hücre sayısı, protein ve şeker değerleri açısından anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuçta, meningeal irritasyon bulguları ile başvuran febril konvülsiyonlu bir çocukta hemen menengit düşünülüp lomber ponksiyon yapılması, her ateşli çocuğun menenjit açısından değerlendirilmesi, ateşe ilave konvülsiyon varsa menenjit üzerinde daha çok durulması, iyi bir fizik muayene ve anamnez ile tanıya erken gidilmesi üzerinde duruldu. |
3. | TİP 2 DİYABETLİLERDE İNSÜLİN-METFORMİN KOMBİNASYON TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİ EFFECTIVENESS OF INSULIN-METFORMIN COMBINATION THERAPY IN TYPE 2 DIABETICS Mehmet Sargın, Haluk Sargın, Ekrem Orbay, Işık Çakın, Mehmet Çobanoğlu, Ali YaylaSayfalar 8 - 10 Metformin, tip 2 diyabetlilerde glisemi regülasyonu sağlamak için, tek başına veya kombine tedavide kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, insulin kullanan ancak yeterli glisemi regülasyonu sağlanamayan tip 2 diyabetli vakalarda metforminin tedaviye eklenmesinin insulin ihtiyacı ve glisemi regülasyonuna etkisini araştırmaktır. Bu amaçla insülin kullanmasına rağmen optimal glisemi regülasyonu sağlanamayan (HbA1c > %8), beden kitle indeksi (BKİ) > 27 kg/m2 olan ve metforminin kontrendike olmadığı 42 (K/E: 29/13) tip 2 diyabetli vaka çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya alınan vakaların yaşlan 61,2(6,7 yıl ve diyabet süreleri 14,9(5,1 yıl idi. Çalışmanın başlangıcında vakaların açlık kan şekeri, HbA1c, total kolesterol, trigliserit, HDL-kolesterol, SCOT, SOFT, GGT düzeyleri ölçüldü. Ayrıca vücut ağırlığı ve boy alınarak BKİ hesaplandı. Ayrıca vakaların kullandığı günlük toplam insülin dozu ve günlük insülin dozu/kg, hesaplandı. Metformin 1700 mg/gün tedavisine başlandıktan sonraki 3. ve 6. aylarda bu parametreler tekrarlandı. Metformin başlanmadan önceki değerler 3. ve 6. aylarda elde edilen sonuçlarla karşılaştırıldığında, toplam insulin dozu/gün ve günlük insulin dozu/kg, değerlerinin azaldığı görüldü (p<0,05). Bununla birlikte vakaların HbA1c, total kolesterol, HDL-kolesterol, trigliserid değerlerinin ve vücut ağırlığının başlangıç değerlerine göre düştüğü saptandı (p<0,05). Diğer yandan SCOT, SGPT, GGT, üre, kreatinin gibi biyokimya parametrelerinde metformin tedavisi öncesinde ve sonrasında anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). İnsülin-metformin kombinasyon tedavisi tip 2 diyabetli vakalarda glisemi regülasyonunu iyileştirmekte ve insulin ihtiyacını azaltmaktadır. Bu olumlu etkileri göz önüne alındığında farklı bir tedavi yaklaşımı olarak dikkate alınması gerektiği düşüncesindeyiz. |
4. | KRONİK SÜPÜRATİF OTİTİS MEDİALI HASTALARDA AEROB - ANAEROB KÜLTÜR ÇALIŞMASI VE ANTİBİYOGRAM TEST SONUÇLARI DETERMINE THE SPECTRUM OF MICROORGANISMS ENCOUNTERED IN OUTPATIENTS WITH ACTIVE-STAGE CHRONIC SUPURATIVE OTITIS MEDIA Arif Şanlı, Resul Öztürk, Mustafa PaksoySayfalar 11 - 14 Bu çalışma 2001 Haziran - 2001 Eylül tarihleri arasında Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi II. Kulak Burun Boğaz Polikliniği'ne başvuran kronik süpüratif otitis media tanısı almış 24 süpüratif akıntılı kulak üzerinde yapıldı. Çalışmanın amacı, ülkemizde poliklinik şartlarında kronik süpüratif otitis media tanısı ile takip edilen vakalarda mikrobiyal ajanların aerop ve anaerop kültürlere ekim yapılarak kesin olarak saptanması ve antibiyogram hassasiyet testi ile etkin bir tedavinin uygulanmasıydı. Steril eküvyonla alınan süpürasyon materyalleri aerob-anaerob kültürlere ekildi ve kültür antibiyogram testine tabi tutuldu. Anaerop bakteri üretilemeyen bu kültürlerde Pseudomonas spp., Klebsiella spp. ilk sırada yer almaktaydı. Kültür antibiyogram sonuçlan değerlendirildiğinde, Pseudomonas spp.'nin sırasıyla seftazidime, piperasilin-tazobaktam kombinasyonuna, gentamisine, siprofloksasine duyarlı olduğu tespit edildi. Klebsiella spp.'nin en fazla duyarlılığı siprofloksasine karşı olmuştur. |
5. | DİABETES MELLİTUSLU HASTALARDA GLİSEMİK KONTROLÜN İMMÜNGLOBULİN DÜZEYLERİNE ETKİSİ EFFECTS OF GLYCEMIC CONTROL ON THE LEVELS OF IMMUNOGLOBULINS IN DIABETES MELLITUS PATIENTS Macit Koldaş, Yasemin E Döventaş, Alper Döventaş, Nergiz Yamak, İbrahim Öz, Dilek Babacan, Mehmet YamakSayfalar 15 - 19 Diabetes mellituslu olgularda immuniteyi araştırmak amacıyla, 54 diabetik ve 20 sağlıklı kontrol grubunda IgM, IgG ve IgA düzeylerini tayin ettik. Ayrıca diabetik olgularda glikometabolik kontrol durumu ile humoral immunite arasındaki ilişkiyi saptamak için de HbA1c ile immunglobulinler arasındaki korelasyonu araştırdık. Çalışmamızda diabetes mellitus'lu olgularda sağlıklı kontrol grubuna göre IgA düzeyleri anlamlı derece yüksek (p<0.001), IgG ve IgM düzeyleri ise düşük bulundu (p<0.001). Hasta grubu diabeti iyi kontrol edilen ve edilmeyen olarak iki gruba ayrılarak incelendiğinde kontrol grubu ile iyi kontrol edilen grup arasında IgA düzeylerinin farklı olmadığı gözlendi. Kötü kontrollü diabetiklerde HbA1c düzeyleri ile IgA düzeyleri arasında aynı yönde anlamlı korelasyon tespit edildi. Diabetik hastalarda serum immunglobulinlerinin -özellikle IgA'nın-değişimi, diabetin ve sekonder etkilerinin izlenmesi (örneğin infeksiyonlara hassasiyet) açısından önem taşımaktadır. Serum IgA konsantrasyonunun glisemik kontrolün düzeyinden etkilendiği anlaşılmaktadır. |
6. | SİSTEMİK LUPUS ERİTEMATOSUSDA İV CYCLOPHOSPHAMİDE VE ORAL PREDNİZOLONDAN OLUŞAN İMMUNSUPRESİF TEDAVİNİN ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ EVALUATION OF THE EFFICACY OF IMMUNOSUPPRESSIVE TREATMENT THAT CONSISTED OF CYCLOPHOSHOMIDE IV AND ORAL PREDNISONE IN SYSTEMIC LUPUS ERYTHEMATOSUS Mehmet Çobanoğlu, Mustafa Tekçe, Haluk Sargın, Mehmet Sargın, Mesut Şeker, Demet Taşan, Nilgün Akbulut, Taflan Salepçi, Ali YaylaSayfalar 20 - 22 Sistemik Lupus Eritematosus (SLE) bir immunkompleks hastalığıdır. Bu çalışmada SLE vakalarında IV cyclophosphamide (CPM) ve oral prednizolondan oluşan immunsupresif tedavinin etkinliği değerlendirilmiştir. 1999-2001 yılları içinde SLE tanısı konulan; immunsupresif, antitrombosit ve ACE inhibitörler ile en az 6 ay tedavi edilen 10 olgunun tedaviye yanıtları incelendi. Tamamı erişkin gruptan olan hastaların yaş ortalaması 29±4,6 (20-35) yıl idi. Vakaların 9'u kadın ve 1'i erkek idi. 9'u nefritik sendrom, 1'i nefrotik sendrom kliniğinde olup 9'unda hipertansiyon vardı. 12 ay süre ile takip edilen 10 hastanın proteinüri/gün değeri; başlangıçta 2,5±0,6 gr/dl iken 3. ayda 1,3±0,4 gr/dl, 6. ayda 1,19±0,2 gr/dl, 12. ayda 1,1±0,1 gr/dl'ye düştü (p<0.01). Vakaların başlangıçta kreatinin klerensi 60,7±28,6 ml/dk idi, daha sonraki takiplerinde ise istatiksel olarak anlamlı bir farlılık yoktu (p>0.05). Sonuç olarak SLE'de immunsupresif olarak kullandığımız İV CPM ve oral prednizolon tedavisinin yararlı olduğu görülmüştür. |
7. | PAROTİS CERRAHİSİ KOMPLİKASYONLARI THE COMPLICATIONS OF PAROTID SURGERY Sevtap Akbulut, Ozan S Sezen, Şeref ÜnverSayfalar 23 - 26 Parotisin değişik hastalıkları için farklı cerrahi girişimler yapılmaktadır. Parotis glandına yapılan bu girişimler sonucunda birtakım komplikasyonlar oluşabilir. Bunlar: Hematom ve yara enfeksiyonu, fasiyal sinir parezisi, "greater auricular" nöropati, Frey sendromu, salivatuar fistül, hipertrofık veya keloidal skar oluşumu, hastalığın rekürensi ve nadiren de sialoseldir. Hematom ve fasiyal sinir parezisi en sık lokal komplikasyon olurken, reküren hastalık uzun dönemde en sık görülen problemdir. Fasiyal sinir parezisi parotis glandmın fasiyal sinirle olan özel ilişkisi nedeniyle sık oluşabilecek bir komplikasyondur. Geçici veya kalıcı olabildiği gibi inkomplet veya komplet şekilde de olabilir. Frey sendromu. bir diğer ismiyle aurikulotemporal sendrom, ise parotidektomi sonrası iyileşme sürecinde parasempatik sekretomotor fibrillerin kutanöz sinirlere yanlış yönlenmesiyle oluşur. Parotis cerrahisi sonrası %35-60 gibi yüksek oranlarda, ancak klinik olarak değişik derecelerde görüldüğü bildirilmiştir. Bu çalışma Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.KBB Kliniği'nde Ocak 1997 - Ocak 2001 tarihleri arasında yapılan 31 parotis cerrahi girişimi sonucunda oluşan komplikasyonlarını tespit edilebilmesi amacı ile yapılmıştır. Komplikasyonlar literatür bilgisi ile birlikte gözden geçirilerek sunulmuştur. |
8. | KLİNİĞİMİZDEKİ KABAKULAK MENİNGOENSEFALİTLİ OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ EVALUATION OF MUMPS MENINGOENCEPHALITIS CASES IN OUR CLINIC Esra Önal Sönmez, Sami Hatipoğlu, Birsen Durmaz Çetin, Mine Öztürk, Kutluhan Aksu, Tülay OlgunSayfalar 27 - 28 Bu çalışmanın amacı kliniğimize yatırılan kabakulak meningoensefalitli olguları değerlendirirken, bu komplikasyondan korunmak için en iyi yol olan aşılanmanın önemini vurgulamaktı. Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Kliniği'nde 1 Ocak-30 Haziran 2000 tarihleri arasında kabakulak meningoensefalit tanısıyla yatırılıp izlenen 4-11 yaş arası 21 hastanın yapılan lomber ponksiyonlarda alman beyin omurilik sıvısı (BOS) şeker, protein, hücre sayımı, frotti ile tetkik edildi. Hastaların BOS kabakulak IgM ve kan amilaz parametreleri çalışıldı. Kusma, ateş, başağrısı semptomları ile başvurup kabakulak meningoensefalit (parotitisi takiben) ön tanısıyla lomber ponksiyon yaptığımız tüm olgularımızın BOS bulguları hücre sayısında lenfosit hakimiyeti ile artış, protein yüksekliği ve şekerin normal olup, kültürde üreme olmaması ile tanımızı destekliyordu. Olgularımızın ortalama kan amilaz değerleri de yüksekti. Çalışmamızda, 4-11 yaş arası çocuklarda artış gözlenen kabakulak ve meningoensefalit komplikasyonundan korunmak için en iyi yolun 4-6 yaş arası aşıyı tekrarlamak olduğu sonucuna varıldı. |
9. | AMİNOGLİKOZİD TEDAVİSİNİN KOMPLİKASYONU OLARAK GÖRÜLEN AKUT BÖBREK YETMEZLİĞİ VAKALARI CASES OF ACUTE RENAL INSUFFICIENCY SEEN AS COMPLICATION OF AMINOGLICOZIDE TREATMENT Mehmet Çobanoğlu, Mustafa Tekçe, Haluk Sargın, Mesut Şeker, Taflan Salepçi, Ali YaylaSayfalar 29 - 30 2001 yılında hastanemizde aminoglikozidlere bağlı 7 akut böbrek yetmezliği vakası görülmüştür. 2 hastada hemodiyaliz yapılmış, diğer 5 hastada ise konservatif tedavi yapılmıştır. |
10. | SERUM FOSFOHEKZOİZOMERAZ (PHI) ENZİM DÜZEYLERİNİN TAYİNİ İLE RADYOTERAPİ ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ EVALUATION OF THE EFFICIENCY OF RADIOTHERAPY BY THE MEASUREMENT OF THE LEVEL OF SERUM PHOSPOHEXOISOMERASE (PHI) Alper Özkan, Altay Martı, Orhan Kızılkaya, Alpaslan MayadağlıSayfalar 31 - 35 Bu çalışmanın amacı radyasyonun tümör hücresi üzerindeki etkisini tedavinin hemen başlangıcında ortaya koyabilecek bir yöntem geliştirebilmektedir. Radyoterapi kullanımından sonraki 24 saat içinde oluşan serum PHI değişiklikleri saptanmıştır. Çalışmada küratif radyoterapiye aday 20 hasta ile postoperatif radyoterapiye aday 4 hasta ve 40 sağlıklı insan değerlendirilmiştir. Serum PHI düzeyleri radyoterapiden önce ve radyoterapiyi takiben 2-6. saatler ile 15-20. saatler arasında ölçülmüştür. Sonuçta radyoterapi alan hastalardan 2-6. ve 15-20. Saatler arasında en az bir kez enzim piki saptananların hiç enzim piki yapmayanlara göre daha radyosensibl oldukları kararına varılmıştır. |
11. | TEKRARLAYAN ANTENATAL KORTİKOSTEROİD KULLANIMI: ETKİNLİK VE SONUÇLARI ANTENATAL STEROID USAGE: EFFECTIVENESS AND RESULTS Şebnem İnal, Banu Çaylarbaşı, Özay Oral, Serap YaltıSayfalar 36 - 39 Antenatal kortikosteroid (KS) kullanımı ile prematürite mortalitesinde belirgin azalma tespit edilmiştir. Multisistem maturitenin hızlanmasını sağlayan steroid kullanımı, özellikle respiratuar sistemde etkili olur ve yenidoğanda RDS kliniklerinin oluşmasını önler. Çalışmamızda, tekrarlayan dozlarda antenatal KS kullanımının etkinlik ve sonuçları literatür bilgileri ışığında tartışılmıştır. |
12. | YENİ TANI KONMUŞ TİP 2 DİYABETLİLERDE MİKRO VE MAKROVASKÜLER KOMPLİKASYON SIKLIĞININ ARAŞTIRILMASI THE PREVELANCE OF MICRO AND MACROVASCULAR COMPLICATIONS IN NEWLY DIAGNOSED TYPE 2 DIABETICS Haluk Sargın, Mehmet Sargın, Ekrem Orbay, Mustafa Tekçe, Hatice Gündüz, Tuba Sepetçioğlu, Ali YaylaSayfalar 40 - 42 Diabetes mellitusun kronik komplikasyonları mikrovasküler (retinopati, nefropati ve nöropati) ve makrovasküler [hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı(IKH), periferik vasküler hastalık(PVH), serebro vasküler hastalık] komplikasyonlar olarak sınıflandırılmaktadır. Çalışmamızda yeni tanı konmuş tip 2 diyabetlilerde kronik komplikasyonlann sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diyabet polikliniğine başvuran ve bilinen diyabeti olmayıp ADA kriterlerine göre Tip 2 diyabet tanısı konulan 74 vaka (erkek/kadın: 31/43, ort. kronolojik yaş: 52.77±9,1 yıl, beden kitle indeksi: 29.29±4.0 kg/m) komplikasyonlar açısından taranmak üzere çalışmaya alındı. Önce hastaların anamnezleri alınıp, fizik muayeneleri yapıldı. Daha sonra biyokimya tetkikleri [açlık kan şekeri (AKS), HbA1c, üre, kreatinin, lipid profili] için kan alındı. Nefropati açısından 24 saatlik idrarda üriner albumin ekskresyon hızı ve glomeruler filtrasyon hızı ölçüldü. Vakaların göz dibi muayeneleri göz kliniği retina bölümünde yapıldı. Sonuçları komplikasyonlar açısından değerlendirdiğimizde, vakaların %10.8'inde diyabetik retinopati, %16.2'sinde periferik nöropati ve %21.6'smda nefropati (mikroalbüminüri %16.2 ve makroalbüminüri %5.4) tespit ettik. Diğer yandan vakaların %53.5'inde hipertansiyon, %5.7'sinde İKH ve %4.1'inde PVH saptadık. Çalışmamızda diyabete bağlı mikrovasküler komplikasyon oranları literatürdeki çalışmalarla benzer veya düşük bulunmuştur. Bu bulgunun diyabet tanısında ADA kriterlerinin kullanmamız ile ilintili olabileceğini düşünmekteyiz, çünkü tip 2 diyabet tanısındaki gecikme mikrovasküler komplikasyon sıklığının artmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak, diyabetin erken tanısı için risk grubundaki kişilerde diyabet taramaları yapılması ve yeni tanı konulan tip 2 diyabetlilerde kronik komplikasyonlann araştırılması diyabete bağlı komplikasyonlann önlenmesinde önemli ve gerekli bir yaklaşımdır. |