ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Akciğer Kanserinin Evrelemesinde PET/BT ve İnvaziv Evrelemenin Patolojik Evreleme İle Karşılaştırılması: 240 Olgunun Analizi Comparison of PET/CT with Invasive Staging and Pathological Staging of Lung Cancer; Analysis of 240 Cases Kadir Burak Özer, Ekin Ezgi Cesur, Attila Özdemir, Fatma Tuğba Özlü, Sevda Şener Cömert, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2018.84856 Sayfalar 1 - 7 GİRİŞ ve AMAÇ: Akciğer kanseri tanısı sonrası tümörün yayılımının ve mediastinal lenf nodlarının tutulumunun belirlenmesi; tümör evresinin ve operabilitenin ortaya konması açısından önem taşımaktadır. Çalışmamızda kliniğimizde ameliyat edilen 240 akciğer kanserli olgunun, pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomofrafi (PET/BT) bulguları ile invaziv evreleme yöntemlerini, patolojik evreleme ile karşılaştırarak, bu yöntemlerin lenf nodu metastazını göstermedeki etkinliğini belirlemeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Haziran 2013–Haziran 2016 tarihleri çalışmaya alınan 240 hastanın PET/BT incelemesinde 60 hastada gerçek pozitif, 45 hastada yalancı pozitif, 103 hastada gerçek negatif, dört hastada ise yalancı negatif sonuç saptandı. Yapılan univariant analiz sonucu sağ üst lob yerleşimli tümörlerde (p=0.01) gizli N2 hastalık insidansı istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu. BULGULAR: Değerlendirmeye alınan 240 hastanın 160’ına EBUS, 80’ine mediastinoskopi yapıldı. EBUS’un patoloji incelemelerinde 22 hastada gerçek pozitif, 120 hastada gerçek negatif, 18 hastada ise yalancı negatif sonuç saptandı. Mediastinoskopisi yapılan 80 hastanın patoloji sonuçlarının karşılaştırılmasında; sekiz hastada gerçek pozitif, 64 hastada gerçek negatif, sekiz hastada ise yalancı negatif sonuç saptandı. Spesifite oranları yüksek olan mediastinoskopinin doğruluk oranları EBUS ile yakın olarak bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonucunda evreleme yöntemleri arasında EBUS ve mediastinoskopi, yüksek spesifite ve doğruluk oranlarıyla ön plana çıkmaktadır. Ancak mediastinoskopinin halen daha altın standart yöntem olduğunu düşünmekteyiz. Hem prognozu tayin etme hem de tedavi protokolünü uygulama açısından hastaların gerçek evresinin belirlenmesi için, rezeksiyon yapılan hastalara total mediastinal lenf nodu disseksiyonu yapılması gerektiği kanaatindeyiz. |
2. | Keratokonuslu Hastalarda İntrastromal Kornea Halka Segmentinin Uzun Dönem Yaşam Kalitesi Sonuçlarının Ulusal Göz Enstitüsü-Refraktif Kusur Yaşam Kalitesi Testi İle Değerlendirilmesi Long-Term Quality of Life Results of Intrastromal Corneal Ring Segment Implantation in Keratoconus Patients Using the National Eye Institute Visual Function Questionnaire Ayşegül Penbe, Işıl Kutlutürk Karagöz, Anıl Kubaloğlu, Esin Söğütlü Sarıdoi: 10.14744/scie.2018.29491 Sayfalar 8 - 13 GİRİŞ ve AMAÇ: İntrastromal kornea halka segmentleri (IKRS) uygulanmış keratokonus hastalarında yaşam kalitesinin ve görme düzeylerinin uzun dönem sonuçlarını araştırmak. YÖNTEM ve GEREÇLER: Şubat 2012 boyunca, IKRS uygulanmış olan keratokonuslu hastaların 30 gözü geriye dönük olarak çalışmamıza dahil edildi. Dışlama kriterleri; 65.00 D’nin üzerinde keratometrik değer, apikal skarlaşma olmasıydı. Elle veya İntralase ile halka takılmış olan hastalar dört yıllarında keratokonusun şiddetine göre üç grupta değerlendirildi. Düzeltilmemiş görme keskinliği (DGK) en iyi gözlükle düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK) ve Kmax değerleri kaydedildi ve NEI-VFQ 25 anketi geriye dönük ve Türkçe olarak uygulandı. BULGULAR: Tüm hastalarda EDGK (p=0.001) ve DGK (p=0.021) oldukça belirgin artış gösterdi. Tüm olgularda Kmax değerleri azaldı (p=0.01). Ancak bu azalma, alt grup 2’de istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.285). Ayrıca grup 2’de periferik görüş skoru daha düşüktü (p=0.049). Genel sağlık, sosyal işlevsellik, genel görüş, bağımlılık ve sürüş haricinde BCVA/UCVA ile tüm NEI-VFQ 25 skorları arasında anlamlı bir korelasyon bulundu. Tüm skorlar manuel ve intralase gruplarında benzerdi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları keratokonus tedavisi için IKRS penetran keratoplastiden önce kabul edilebilir bir seçenek olduğunu desteklemektedir. Ancak, IKRS uygulanmış erken evre hastalarda memnuniyet ve görme düzeylerinin beklendiği gibi daha iyi olmadığını gördük. Bu nedenle IKRS tedavisinin erken uygulanmasının gerekli bir protokol olmadığı düşünülülebilir. |
3. | Primer Akciğer Kanseri Tanısında Tek Akciğer Ventilasyonu İle Rezeksiyon Uygulanan Hastaların Geriye Dönük Olarak Değerlendirilmesi Retrospective Evaluation of Patients with a Diagnosis of Primary Lung Cancer Who Underwent Resection with One-Lung Ventilation Gülten Arslan, Banu Çevik, Çiğdem Arzum Örskıran, Fatih Doğu Geyik, Ekin Ezgi Cesur, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2018.30074 Sayfalar 14 - 18 GİRİŞ ve AMAÇ: Tek akciğer ventilasyon (TAV) tekniklerinin gelişmesi ile, kansere bağlı ölümlerde ilk sırada olan ve görülme sıklığı giderek artan akciğer kanserlerinin cerrahisine olanak sağlanmıştır. Çalışmada, akciğer kanseri nedeniyle TAV uygulanarak ameliyat edilen hastaların demografik özellikleri, anestezik yaklaşımları, prognozu etkileyecek faktörlerin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Etik komite izini alınarak primer akciğer kanseri nedeniyle TAV uygulanarak lobektomi veya pnömonektomi yapılan 114 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Olguların yaş, cinsiyet, ASA skoru, ek sistemik hastalıkları, operasyon tipi, komplikasyonlar, kanama, verilen sıvı ve kan miktarı, ameliyat öncesi, ameliyat sırasında ve sonrasında hemogram ve kan gazı değerleri, ameliyat sonrası yoğun bakıma ünitesine (YBÜ) transport oranı incelenip ortalamaları alındı. BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 56.35±12.42 yıl olup 89’u (%78) erkek, 25’i (%22) kadın idi. Olgularımızın 75’inin (%65.8) sigara kullanım öyküsü olduğu gözlendi. Hastaların 59’unun (%51.75) ASA I-II, 55’inin (%48.25) ASA III-IV ve en çok eşlik eden hastalığın hipertansiyon, diabetes mellitus ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı olduğu saptandı. YBÜ’ye alınan hasta sayısı 29 (%25.43) idi. Alınan hastaların 19’unun (%65.5) ASA III-IV, 10’unun (%34.5) ASA I-II olduğu, 19’unun (%65.5) entübe, 10’unun (%34.5) ise ekstübe olduğu belirlendi. Doksan yedi (%85) olguya lobektomi, 17 (%15) olguya pnömonektomi uygulandığı, lobektomi uygulanan hastaların 20’sinin (%20.6), pnömonektomi uygulananların ise dokuzunun (%52.9) YBÜ’ye alındığı gözlendi. YBÜ’ye alınan olguların yaşlarının, komorbidite, ASA skorları, komplikasyonların yüksek, anestezi ve TAV sürelerinin belirgin derecede uzun olduğu belirlendi. On (%8) olguda uzamış hava kaçağı, bronkoplevral fistül, kanama, akciğer ödemi komplikasyonları gözlendi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Torasik cerrahi uygulanan hastaların prognozunda yaş, ASA skoru, komorbid hastalıklar, operasyon tipi ve anestezik uygulamaların etkili olduğu, ameliyat öncesi değerlendirme ile saptanan risk faktörlerinin en aza indirilmesinin, akciğer fonksiyonlarının olası en iyi duruma getirilmesinin, dikkatli cerrahi ve anestezik yaklaşımın ve ameliyat sonrası bakımın önemli olduğu kanısına varıldı. |
4. | Kolonoskopik İncelemeye Bağlı Gelişen Komplikasyonlar: Bir Cerrahi Kliniğinin 10 Yıllık Deneyimi Complications Associated with Colonoscopic Interventions: The 10-Year Experience of a Surgery Clinic Hacı Hasan Abuoğlu, Mehmet Gençtürk, Emre Günay, Erkan Özkan, Mehmet Onur Gül, Münip Ali Tolga Müftüoğludoi: 10.14744/scie.2018.30974 Sayfalar 19 - 23 GİRİŞ ve AMAÇ: Kolonoskopi, kolorektal hastalıkların tanı ve tedavisinde rutin uygulanan bir prosedürdür. Bu çalışmada kolonoskopik incelemeye bağlı gelişen komplikasyonlar ve komplikasyon gelişen hastaların tanı, tedavi ve takip sonuçları değerlendirildi. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2007–Ocak 2017 tarihleri arasında endoskopi ünitemizde rektosigmoidoskopi ve kolonoskopi incelemelerine bağlı komplikasyon gelişen 10 hasta geriye dönük değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, endoskopi bulguları, komplikasyonları, tanı konma zamanı ile uygulanan tedavi ve takip sonuçları incelendi. BULGULAR: 10 hastada yapılan işlem sonrası komplikasyon gelişti. Hastaların altısı kadın, dördü erkek olup yaş ortalaması 63.9 (48–83 yaş) bulundu. Bir hastada splenik yaralanma, bir diğer hastada polipektomi sonrası kanama, sekiz hastada ise iatrojenik kolon perforasyonu gelişti. Terapötik endoskopik işlem sırasında bir hastada komplikasyon gelişirken diagnostik endoskopik işlem sırasında dokuz hastada komplikasyon gelişti. Perforasyon gelişen ve geç dönemde fark edilen yaşlı hastada ameliyat sonrası sepsis nedeniyle mortalite gelişmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Kolonoskopik işlemlere bağlı komplikasyonlar farklı şekillerde görülebilir. Ortaya çıkabilecek komplikasyonları ve risk faktörlerini bilmek, komplikasyon gelişen hastalarda erken tanı ve gerekli durumlarda erken müdahele çok önemlidir. |
5. | Anestezi Açısından Perkütan Nefrolitotomi: Bir Referans Hastanesindeki Üç Yıllık Deneyim Anesthesia View in Percutaneous Nephrolithotomy: A 3-year Experience of a Referral Hospital Banu Çevik, Bilal Eryıldırımdoi: 10.14744/scie.2018.30502 Sayfalar 24 - 29 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada 3 yıllık süre içerisinde perkütan nefrolitotomi (PNL) yapılan hastaların genel anestezi uygulamalarının dokümantasyonu ve anesteziye dair tartışmaların literatür eşliğinde irdelenmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2015-2017 yılları arasında PNL yapılan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik verileri, böbrek taşlarının karakteristik özellikleri, operasyon süreleri, kan transfüzyon ihtiyaçları, PNL girişimi ve genel anestezinin komplikasyonları ele alındı. BULGULAR: 521 hasta bu çalışmaya dahil edildi. Ortalama yaş 48.32±0.61 yıldı. Ortalama taş büyüklüğü 22.48±0.47 mm idi. Ortalama operasyon süresi 106.30±1.56 dak ve hastaların operasyon sonrası taşsızlık oranı %79.07 idi. Ortalama floroskopi zamanı 23.30±1.45 san ve kullanılan irrigasyon sıvı miktarı 8.70±0.23 L olarak hesaplandı. Uygulama sonrası hemoglobin ve hematokrit değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir düşme saptandı (p<0.0001) ve kan transfüzyon oranı %4.99 idi. Clavien sınıflamasına göre ameliyat sonrası ateş ve transfüzyon gerektirmeyen kanama en önemli komplikasyonlardı (%13.4 ve %10.74). Zor entübasyon (%1.2), ekstübasyon sonrası laringospasm (%2.3), tedaviye dirençli bulantı (%1.5), bronkospazm (%0.38), iskemik EKG değişiklikleri (%0.19), deliriyum (%0.19) başlıca anestezi problemleri idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Genel anestezi, risklerinin iyi bilinmesi ile PNL girişimleri için güvenli ve etkili bir yöntemdir. Son yıllarda rejyonel anestezi teknikleri PNL girişimlerinde genel anesteziye alternatif olarak bildirilmiştir. Rejyonel anestezinin PNL’de güvenilirliğinin ve etkinliğinin gösterilmesi için büyük hasta gruplarında yapılacak ileri klinik çalışmalar gerektiği kanısındayız. |
6. | Ekstrapulmoner Sarkoidozda Birden Fazla Organ Tutulumu Extrapulmonary Sarcoidosis with Multiple-Organ Involvement Emine Aksoy, Eylem Tunçay, Birsen Ocakli, Sümeyye Alparslan Bekir, Sinem Güngör, Fatma Tokgöz Akyıl, Pakize Sucu, Dilek Yavuz, Murat Yalçınsoydoi: 10.14744/scie.2018.42650 Sayfalar 30 - 35 GİRİŞ ve AMAÇ: Sarkoidozda pulmoner tutulumla beraber ekstrapulmoner tutulum sık görülür. Deri, göz ve periferik lenf nodları akciğerler dışında en sık tutulum yeridir ve birden fazla organ aynı zamanda tutulabilir. Bu çalışmada ekstrapulmoner sarkoidozlu olgular tutulum yerleri açısından incelendi. YÖNTEM ve GEREÇLER: 1994–2015 arasında sarkoidoz tanısı ile takip edilen hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Çalışmada sarkoidoz ekstrapulmoner tutulum tanısı olan olguların demografik özellikleri; semptomları, organ tutulum yer ve sayılar, tanı yöntemleri ve süreleri kaydedildi. Hastaların cildiye, göz ve kardiyoloji konsültasyonları yapıldı ve akciğer grafisi, yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (YRBT) ve batın ultrasonografi (USG) istendi. BULGULAR: Üç yüz otuz yedi hastanın 144’ünde ekstrapulmoner tutulum saptandı, olguların %92’sinde pulmoner tutulum ile birlikteydi. Ortalama yaşı 43, %75 kadındı. En sık tutulum şekli eritema nodozum dışı cilt tutulumu (n=41), eritema nodozum (n=37), karaciğer (n=24), lenf nodu (n=20), dalak (n=18) ve tükrük bezi-parotis (n=15) idi. En sık tanı yöntemleri 41 hastada mediastinoskopi, 23 hastada cilt biyopsisi ve 19 hastada transbronşial akciğer biyopsisiydi. İki hastada dört, üç hastada üç ayrı bölgede olmak üzere 26 (%18) hastada birden fazla tutulum saptandı. Birden fazla tutulum olan hastaların ikisi evre 0, 14’ü evre 1, dokuzu evre 2 ve biri evre 3 idi. Hastalarda saptanan ortalama tanı süresi 24 gündü. TARTIŞMA ve SONUÇ: Sarkoidoz tanısı konulan olguda ekstrapulmoner tutulum varlığında birden fazla organda tutulum olabileceği akılda tutulmalı ve gerekli inceleme ve değerlendirmeler bu yönde yapılmalıdır. |
7. | Pediyatrik Anestezi Uygulamalarında Derlenme Ajitasyonunu Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi Evaluation of Factors Affecting Emergence Agitation in Pediatric Anesthesia Practice Gökhan Uğur, Elif Bombacı, Banu Çevikdoi: 10.14744/scie.2018.28290 Sayfalar 36 - 44 GİRİŞ ve AMAÇ: Çocuklarda anestezi sonrası derlenme döneminde görülen ajitasyon, çözülmesi zor bir sorun olup başarılı bir süreci sıkıntılı bir duruma dönüştürebilmektedir. Bu ileriye yönelik gözlemsel çalışmada; çocuklarda ameliyat sonrası ajitasyona neden olabilecek faktörleri belirlemek, böylece gelecekteki pediyatrik anestezi uygulamalarına ışık tutabilmek amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ortopedi ve travmatoloji, üroloji, göz hastalıkları, kulak burun boğaz hastalıkları ve baş boyun cerrahisi, çocuk cerrahisi, plastik ve rekonstrüktif cerrahi ameliyatları geçirecek, fizik durumu ASA I-II olan, 3–10 yaş arası 206 hasta çalışmamıza dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, açlık süresi, daha önce ameliyat geçirip geçirmediği, premedikasyon yapılıp yapılmadığı ve yapılmış ise ilaç ve uygulama şekli, indüksiyon tekniği ve indüksiyonda kullanılan ilaç, havayolu yönetiminin şekli, idamede kullanılan ilaçlar, anestezi süresi, ameliyat sonrası analjezi yönetimi, derlenme odası kalış süresi kaydedildi. Ayrıca tüm hastaların ameliyat sonrası 10. dakikada “Face, Legs, Activity, Cry, Consolability” (FLACC) Ağrıskoru, “Pediatric Anesthesia Emergence Delirium” (PAED) skoru, Modifiye Aldrete Skoru (MAS) değeri kaydedildi. BULGULAR: İstatistiksel değerlendirmede yaş, ameliyat tipi, premedikasyon, analjezi tekniği ve kullanılan ilaç, havayolu yönetimi, indüksiyonda ve idamede kullanılan ilaçlar ve anestezi süresinin ameliyat sonrası ajitasyonu anlamlı olarak etkilediği sonucu çıkmıştır (p<0.05). Yapılan regresyon analizinde ise yaş, indüksiyonda kullanılan ilaç ve anestezi süresi derlenme dönemindeki ajitasyon için bağımsız risk faktörleri olarak saptanmıştır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuklarda anesteziden derlenirken görülen ajitasyonda etkilifaktörlerin başında çocuğun yaşı, anestezi süresi ve uygulanan anestezi indüksiyon tekniği gelmektedir. Yaş, cerrahi ve anestezi süresi değiştirilemeyen faktörler olduğuna göre uygulanacak anestezi indüksiyon tekniği anestezistin derlenme dönemindeki ajitasyonu kontrol etmede en önemli kozu olacaktır. |
8. | Silikozis ve İdrar Analizi Silicosis and Urinary Analysis Hilal Altınöz, Gülçin Kantarcı, Zehra Eren, Cengiz Çelikkalkan, Veli Göylüsün, Birsen Ocaklıdoi: 10.14744/scie.2018.07379 Sayfalar 45 - 48 GİRİŞ ve AMAÇ: Mesleki silika maruziyetinin böbrek hastalıklarıyla ilişkisi yaklaşık 40 yıldır biliniyor, fakat halen Türkiye’deki silikoz hastalarının böbrek fonksiyonları hakkında bir verimiz yok. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesinde 01.03.2011 ve 31.05.2011 tarihleri arasında tanısı konmuş tüm silikoz hastalarının böbrek fonksiyonları ve idrar tahlillerini ve Mayıs 2014’te ölüm oranlarını inceledik. BULGULAR: İdrar patolojisi kot kumlama ve cam kumlama işçisi olarak çalışanlarda daha sık görüldü. Bununla beraber idrar anormallikleri 3 yıllık mortaliteyi etkilemiyordu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Silikaya maruz kalan hastalarda idrar analizi ve böbrek fonksiyon analizi ihmal edilmemelidir. Silikotik hastalarda idrar testi bozukluğunun, üç yıllık mortaliteyi etkilemediğinin gösterilmiş olmasına rağmen uzun dönemde, özellikle kot kumlama ve cam kumlama işçilerinde böbrek fonksiyon bozukluğu ve erken ölümlere yol açabileceği kanısındayız. |
9. | Non-entübe İki Taraflı Uniportal Endoskopik Torakal Sempatektomi Non-Intubated Bilateral Single Port Endoscopic Thoracic Sympathectomy Ekin Ezgi Cesur, Kadir Burak Özer, Attila Özdemir, Fatma Tuğba Özlü, Fatih Doğu Geyik, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2018.02986 Sayfalar 49 - 52 GİRİŞ ve AMAÇ: Bölgesel aşırı terleme, kişinin hayatını psikolojik ve fiziksel olarak etkileyen, kısıtlayan bir durum olup, düzeltilmesi için cerrahi yönteme başvurular gün geçtikçe artmaktadır. Sıklıkla yüz, eller, ayak tabanları ve veya aksiller bölgede terleme mevcuttur. Çalışmamızda non-entübe olarak gerçekleştirdiğimiz olgularımızın sonuçlarını paylaşmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, Ocak 2016–Ocak 2017 tarihleri arasında kliniğimizde gerçekleştirmiş olduğumuz 35 non-entübe bilateral endoskopik torakal sempatektomi olgusu dahil edildi. Hastalara cerrahi işlem öncesi laringeal maske uygulandı. BULGULAR: Hastaların operasyon süreleri, ameliyat sonrası ekspansiyon, ağrı ve komplikasyon durumları takibe alınarak kaydedildi. Ortalama 21±3 dakika olan süreye torakoskopi cihazının iki tarafta da bağlantı süresi dahil edilerek hesaplandı. Hiçbir hastada pnömotoraks gelişmedi. İşlem sonrası standart analjezi uygulanan hastalarda ağrı şikayeti olmadı. Tüm hastalar takip sonrası ameliyat sonrası birinci gün taburcu edildi. Takiplerinde iki hastada ayaklarda hafif kompansatuvar hiperhidrozis şikayeti gelişti fakat hastalarda operasyona ait memnuniyetsizlik oluşturmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Endoskopik bilateral torakal sempatektomi işlemi çeşitli merkezlerde ayrı seanslarda, çift lümenli entübasyon ile, iki port kesisi ile ve bazı merkezlerde toraks dreni ile sonlandırılan bir prosedür olarak bildirilmektedir. Gerek laringeal maske uygulaması, gerek tek port insizyonu, operasyon süresini kısaltan, çift lümenli entübasyon için işlem gereken ek süre ve eforun olmadığı, beraberinde entübasyona bağlı komplikasyonları engelleyen, işlem sonrası pnömotoraks riskini neredeyse ortadan kaldıran bir yöntem olarak kliniğimizde güvenle uygulanmaktadır. |
OLGU SUNUMU | |
10. | Adenohipofizin İğsi Hücreli Onkositomu: Atipik Histomorfolojik Özellikler ve Erken Nüks Gösteren Bir Olgu Spindle Cell Oncocytoma of the Adenohypophysis: A Case with Atypical Histomorphological Features and Early Recurrence Nilüfer Onak Kandemir, Banu Doğan Gün, Burak Bahadır, Şanser Gül, İlker Öz, Nagehan Özdemir Barışıkdoi: 10.14744/scie.2017.29392 Sayfalar 53 - 59 Adenohipofizin iğsi hücreli onkositomu (SCO), oldukça nadir görülen, klinikopatolojik açıdan önemli ayırıcı tanı zorluklarına neden olan ve biyolojik davranışına yönelik verilerin sınırlı olması nedeniyle hasta yönetiminde zorluklar içeren bir sellar bölge tümörüdür. Görme bozukluğu yakınması ile başvuran 61 yaşındaki erkek hastada, sellar/suprasellar yerleşimli kitle saptandı ve ameliyat edildi. Operasyon sonrası üçüncü ve altıncı ayda hastanın yakınmalarının devam etmesi, tümörün boyutlarında artma olması üzerine iki kez re-operasyon uygulandı. Histopatolojik değerlendirmede iğsi- epitelioid morfolojide, onkositik sitoplazmalı tümör hücrelerinin fasiküller/tabakalar/psödoasiner yapılar oluşturduğu gözlendi. Neoplastik hücrelerde vimentin, EMA, Galektin 3, TTF-1 ve AMA ile pozitif, epitelyal belirleyiciler, hipofiz hormonları ve nöroendokrin markırlar ile negatif immünoreaktivite gözlendi. Nükslere ait materyallerde, ilk biyopsi örneğine göre, pleomorfizm, atipi ve mitotik aktivitede artış dikkati çekmiştir. SCO, güncel DSÖ sınıflamasında ‘Derece I’ olarak tanımlansa da, özellikle atipi-pleomorfizm ve mitotik aktivite sergileyen olgularda önemli oranda erken nüks görülebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. |
11. | Adenotonsillektomi Sonrası Gelişen Nadir Bir Komplikasyon: Grisel Sendromu A Rare Complication Following Adenotonsillectomy: Grisel’s Syndrome Niyazi Altıntoprak, Kübra Murzoğlu Altıntoprak, Furkan Keskin, Öner Çelikdoi: 10.14744/scie.2018.79188 Sayfalar 60 - 62 Grisel sendromu olarak da adlandırılan non travmatik atlantoaksiyel subluksasyon otolaringolojik cerrahi ve nazofarengeal enflamasyon sonrasında nadir olarak pediyatrik popülasyonda görülür. Hastalar genellikle 5–12 yaş araalığındadır ve cinsiyet farkı yoktur. Üst solunum yolu enfeksiyonu veya çeşitli otolaringolojik cerrahi sonrasında ağrılı tortikolis bulunan hastalarda Grisel sendromundan şüphelenilmelidir. Prognozu etkileyen en önemli faktör erken tanı ve tedavidir. Erken tanı konservatif tedaviye olanak vermesinin yanında kalıcı boyun deformitesini, ciddi nörolojik defisit gelişmesini ve geniş cerrahi prosedürlere bağlı morbidite gelişimini de önlemektedir. Otolaringologlar nadir fakat potansiyel olarak ciddi olan bu durumun farkında olmalıdırlar. |
OLGU SERISI | |
12. | Lokal Anestezik Olarak Prilokain İki Yaş Altı Çocuklarda Ne Kadar Güvenli?: Olgu Serisi How Safe is Prilocaine as a Local Anesthetic in Children Younger Than 2 Years of Age: A Case Series Merve Güllü, Nahide Haykır, Perran Boran, Gülnur Tokuçdoi: 10.14744/scie.2018.79106 Sayfalar 63 - 67 GİRİŞ ve AMAÇ: Methemoglobinemi, doku oksijenizasyonunun bozulduğu ve MethHb düzeyinin %70’i aşması durumunda ölümcül seyredebilen, erken tanı ve tedavi gerektiren acil bir durumdur. Prilokain çocuklarda sünnet sırasında sıklıkla kullanılan ve terapötik dozlarda bile methemoglobinemi riski olan bir lokal anesteziktir. Süt çocuklarında okside demirin indirgenmesini sağlayan sitokrom b5 redüktaz aktivitesinin erişkine göre %50 oranında daha düşük olması ve baskın hemoglobin olan Hb F’in Hb A’ya göre oksidasyona daha duyarlı olması, methemoglobinemi riskini artırmaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu yazıda sünnet öncesi lokal prilokain anestezisi uygulanan ve sonrasında methemoglobinemi gelişen altı olgu sunulmuştur. BULGULAR: Prilokain anestezisi uygulanan iki yaşından küçük altı hastada methemoglobin düzeyi %35–50 arasında olup siyanoz vardı. Dört olguda ilk etapta metilen mavisi bulunduğu için hastalara 1 mg/kg dozunda metilen mavisi damar içi verildi, bir olguya metilen mavisi sonradan bulunarak verildi. İlk olgunun 25 dakika, ikinci olgunun bir saat, üçüncü olgunun iki saat, beşinci olgunun ise dört saat içinde siyanozu geriledi. Diğer olguya damar içi askorbik asit verildikten 30 dakika sonra siyanozun düzeldiği gözlendi. Bir hastada metilen mavisine bağlı hemoliz görüldü. Tüm hastalar şifa ile taburcu edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Süt çocukluğu döneminde ciddi yan etkiler ve methemoglobinemi riski nedeniyle lokal anestezik prilokain yerine, bupivakain kullanımı daha uygun gözükmektedir. |