E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama

SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 20 (1)
Cilt: 20  Sayı: 1 - 2009
ARAŞTIRMA MAKALESI
1. 
Serviks kanseri ve prekanseröz lezyonlarında PCR ile HPV tiplemesi
HPV typing with PCR in cervical cancerous and precancerous lesions
Dilek Yavuzer, Nimet Karadayı, Aykut Erdağı, Taflan Salepçi, Hüseyin Baloğlu, Reşat Dabak
Sayfalar 1 - 6
AMAÇ: Günümüzde serviks neoplazilerinde human papillomavirus’un (HPV) rolü kesin olarak kanıtlanmış olmakla birlikte, ülkemizde serviks lezyonlarındaki HPV prevalansı hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Bu çalışmada, serviks kanseri ve prekanseröz lezyonu olan kadınlarda HPV prevalansı ve HPV tipleri araştırıldı.
YÖNTEMLER: İnvaziv serviks kanseri ve servikal intraepitelyal neoplazi (CIN) tanısı almış 50 adet servikal doku örneği “nested MY/GP polymerase chain reaction’’ (PCR) ile HPV DNA varlığını araştırmak için tarandı.
BULGULAR: Servikal doku örneklerinin 22’si invaziv serviks karsinomu, 12’si CIN 3, 7’si CIN 2 ve 9’u ise CIN 1 idi. Elli olgunun 35 tanesinde (%70) HPV DNA tespit edildi. Tipleme yapıldığında, en sık rastlanan 3 HPV tipi sırasıyla, HPV 6/11 (%42,9), HPV 16 (%22,9) ve HPV 18 (%14,3) olarak bulundu. İki tip birden içeren HPV enfeksiyonu ise 7 olguda (%20) saptandı.
SONUÇ: Çalışma grubumuzdaki HPV prevalansı ve HPV tiplerinin dağılımı literatürde bildirilenlere göre farklıydı. Bu durum HPV görülme sıklığının ve HPV tiplerinin dağılımının coğrafi farklılıklar göstermesi ile ilişkili olabilir. Ayrıca olgu sayımız sınırlı olduğundan, ülkemizdeki HPV prevalansı ve HPV tiplerinin dağılımını daha doğru olarak belirlemede geniş serilerle yapılan çalışmalara ihtiyaç vardır.

2. 
Gastrointestinal stromal tümörler ile malign epitelyal tümörlerin birlikteliği
Coexistence of gastrointestinal stromal tumors and malign epithelial tumors
Dilek Yavuzer, Dilek Şakirahmet, Reşat Dabak, Aykut Erdağı, Nimet Karadayı
Sayfalar 7 - 12
AMAÇ: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST) sindirim sisteminin en sık görülen mezenkimal tümörleri olup tüm gastrointestinal tümörlerin yaklaşık %3’ünü oluştururlar. Çalışmamızın amacı, GİST’lerin sindirim sisteminin malign epitelyal tümörleri ile birlikte görülme sıklığını araştırmak, birliktelik izlenen olgularda tümörlerin lokalizasyonları, histopatolojik ve immünohistokimyasal özelliklerini saptamak ve sadece GİST saptanan olgularla karşılaştırmaktır.
YÖNTEMLER: Hastanemizin patoloji kliniğinde tanı alan 22 GİST olgusu çalışmaya dahil edildi. Bunlar arasından malign epitelyal tümör ile birliktelik gösterenler seçilerek ayrı bir grup oluşturuldu. Bu gruptaki malign epitelyal tümörlerde immünohistokimyasal olarak CD117 ve CD34 ekspresyonu araştırıldı.
BULGULAR: Yirmi iki olgunun 5’inde (%22,7) GİST ile birlikte adenokarsinom saptandı. Bu olgularda GİST’lerin 3’ü mide, 2’si ise ince bağırsak yerleşimli idi. Bu gruptaki GİST’ler agresif davranış açısından düşük ya da çok düşük risk grubundaydı. GİST’lerle birlikte görülen adenokarsinomlar ise genellikle mide yerleşimli olup üç tanesi taşlı yüzük hücreli karsinomdu. Adenokarsinomlarda CD34 ve CD117 ile immünohistokimyasal olarak boyanma saptanmadı.
SONUÇ: GİST’lerin sindirim sisteminin malign epitelyal tümörleri ile birlikteliği rastlantısal mı, yoksa farklı histopatolojik yapıya sahip bu tümörler gelişimleri sırasında ortak bir mekanizmayı kullanıyor olabilirler mi sorusunu cevaplamak için geniş serilerle yapılan çalışmalara ihtiyaç vardır.

3. 
Sıçanlarda oluşturulan deneysel mekanik ikter modelinde ursodeoksikolik asit ve glutaminin bakteriyel translokasyon, karaciğer fonksiyon testleri ve karaciğer histopatolojisine olan etkileri
The effects of ursodeoxycholic acid and glutamine on bacterial translocation, liver functions and hepatic histopathology in rats with obstructive jaundice
Nejdet Bildik, Ayhan Çevik, Burak Kadıoğlu, Hüseyin Ekinci, Mehmet Altıntaş, Gülay Dalkılıç, Aylin Gül, Mustafa Gülmen
Sayfalar 13 - 21
AMAÇ: Bu çalışmada, obstrüktif sarılık oluşturulan hayvan modellerinde ursodeoksikolik asit ve glutaminin bakteriyel translokasyon, karaciğer histopatolojisi ve karaciğer fonksiyon testlerine olan etkilerinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Deney hayvanı olarak ağırlıkları 200-280 gr arasında değişen, Wistar Albino cinsi 60 adet dişi sıçan üzerinde çalışıldı. Her grupta 20 adet hayvan içeren üç grup oluşturuldu. Deney grubundaki hayvanlarda cerrahi işlem sonrası 3 gün içinde ikter gelişti. Dördüncü gün sıçanların diyetine 10 mg/kg/gün ursodeoksikolik asit (Ursofalk®) ve 4 ml/kg/gün L-alanil L-glutamin içeren solüsyon (Dipeptiven®) eklendi. Tüm sıçanlardan bakteriyel translokasyonu belirlemek üzere mezenter, çekum ve kan örnekleri alındı. Biyokimyasal parametreler için kan örneği alındı. Histopatolojik inceleme için karaciğerden örnekler alındı.
BULGULAR: Mekanik ikter oluşturduğumuz sıçanlarda AST, ALT, GGT, ALP, total bilirubin ve direkt bilirubin seviyelerinde artış olduğu belirlendi. Sıçanlarda hafif derecede yağlanma saptanırken ursodeoksikolik asit ve glutamin kullanılan gruptakilerde bu oranın azaldığı saptandı ve total bilirubin düzeyleri arasında fark saptanmadı.
SONUÇ: Sonuç olarak, mekanik ikterli hastalarda bakteriyel translokasyon ve karaciğerdeki hasarlanmada ursodeoksikolik asit ve glutaminin operasyon öncesi ve sonrası verilmesinin mekanik ikterli hastalardaki morbidite ve mortalite üzerinde önemli ölçüde olumlu etkileri olduğunu savunmaktayız.

4. 
Kapalı tibia kırıklarında intramedüller çivileme ve İlizarov eksternal fiksatörü uygulamalarının sonuçları
The results of intramedullary nailing and Ilizarov external fixator applications in closed tibial fractures
Cem Çopuroğlu, Mert Özcan, Osman Uğur Çalpur
Sayfalar 22 - 28
AMAÇ: Bu çalışmada, intramedüller (İM) çivileme ve İlizarov eksternal fiksasyon (EF) yöntemi ile tedavi edilen kapalı tibia kırıklı hastaların, fonksiyonel ve radyolojik sonuçlarının karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: Çalışmada kapalı tibia şaft kırığı nedeni ile cerrahi tedavi uygulanan 26 hasta (19 erkek, 7 kadın; ortalama yaş 39,5; dağılım 17-70) geriye dönük olarak değerlendirildi. İM çivileme uygulanan 14 (%53,8) hasta ile İlizarov EF uygulanan 12 (%46,2) hastanın takip sonuçları radyolojik ve fonksiyonel açıdan karşılaştırıldı.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 27,3 ay idi. Ortalama kaynama süresi 14 hafta (İM çivi 12,8 hafta, EF 15,3 hafta) idi. Diz hareket kısıtlılığı iki grupta da görülmedi. Ayak bileği hareketleri, iki grupta da sağlam tarafa göre azalmış olarak bulundu. Johner Wruhs kriterlerine göre 5 çok iyi (4 İM, 1 EF), 7 iyi (5 İM, 2 EF), 9 orta (2 İM, 7 EF) ve 5 (3 İM, 2 EF) kötü sonuç elde edildi.
SONUÇ: Kapalı tibia şaft kırıklı hastaların tedavi sonrası radyolojik ve fonksiyonel açıdan karşılaştırılmalarında, İM çivileme İlizarov EF’ye göre daha iyi sonuçlar vermektedir.

5. 
Tiroid hastalıklarında postoperatif histopatolojik inceleme ile preoperatif testler arasındaki ilişki
The relationship between postoperative histopathologic examination and preoperative diagnostic methods in thyroid diseases
Nejdet Bildik, Mehmet Mustafa Altıntaş, Erdoğan Aslan, Ayhan Çevik, Hüseyin Ekinci, Gülay Dalkılıç, Hande Altıntaş
Sayfalar 29 - 36
AMAÇ: Tiroid hastalıklarında başlıca tanı yöntemleri tiroid ultrasonografisi (USG), tiroid sintigrafisi ve ince iğne aspirasyon biyopsisidir (İİAB). Biz bu çalışmada, kliniğimizde tiroid hastalıkları nedeniyle ameliyat ettiğimiz hastaların preoperatif tanı yöntemleri sonuçlarını, postoperatif histopatolojik inceleme sonuçları ile karşılaştırarak, preoperatif tanı yöntemlerinin etkinliğini kendi klinik deneyimlerimiz olarak sunmayı amaçladık.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde 2006 - 2007 yılları arasında ameliyat edilen 125 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, preoperatif USG, sintigrafi, İİAB bulguları ile postoperatif histopatolojik inceleme sonuçları karşılaştırıldı.
BULGULAR: İİAB hastaların büyük kısmında (%88,8) benign iken, malign sitoloji oranımız %11,2 bulunmuştur. Ameliyat edilen hastalarda postoperatif histopatoloji sonuçları büyük oranda benign gelmiştir (%88, n=110). Malign patoloji oranımız %12 bulunmuştur.
SONUÇ: Preoperatif İİAB sonucu ile postoperatif histopatoloji sonucu arasında istatistiki olarak çok kuvvetli bir ilişki olduğu görülmüş olup, preoperatif dönemde hastaların büyük kısmında İİAB’nin yeterli bir tanı yöntemi olacağı kanaatindeyiz.

OLGU SUNUMU
6. 
Romatoid artrit zemininde multifaktöriyel serebrovasküler hastalık olgusu
A case of multifactorial cerebrovascular disease complicated with rheumatoid arthritis
Ülgen Kökeş, Fazilet Hız, Burcu Ertugrul
Sayfalar 37 - 41
Büyük ve küçük arter tutulumunun birlikteliği ve kardiyoembolizmin bulunmadığı iskemik inme olgularında, etyolojik nedenler vaskülit, hematolojik bozukluk, koagülopati, nadir görülen hastalıklar ya da idiyopatik olabilmektedir. Romatoid artrit, konnektif doku hastalıkları içerisinde en sık vaskülit nedenidir. Kırk yedi yaşındaki kadın hasta, akut gelişen, iskemik çoklu büyük ve küçük serebral arter tutulumuyla değerlendirildi. Etyolojiye yönelik yaklaşım, olgumuzda olduğu gibi, kollajen doku hastalığının varlığında, tanı karışıklığı yaratmaktadır. Bazen, multipl skleroz, miyasteni, parkisonizm tanısı almaktadır. Bu olgu, kollajen doku hastalığında, tedavi ve prognoz açısından, etyolojik değerlendirmenin önemini vurgulamak için sunuldu.

7. 
Metformin intoksikasyonuna bağlı gelişen nadir bir tablo: Ağır laktik asidoz ve ani kardiyak arrest
A rare outcome induced by metformin intoxication: Severe lactic acidosis and sudden cardiac arrest
Gökhan Perincek, Ebru Çakır Edis, Sibel Güldiken, Mehmet Şevki Uyanık
Sayfalar 42 - 44
Elli beş yaşında erkek hasta tip 2 diyabetes mellitus nedeniyle oral antidiyabetik kullanmakta iken, intihar amacıyla 60 adet metformin HCL içtiği öğrenildi. Genel durum orta, bilinç açık olan hastanın tetkiklerinde pH: 7,29, PaCO2: 39, PaO2: 44 ve laktat: 23,4 olarak saptandı. Hastaya 5 ampul NaHCO3 puşe yapıldı ve NaHCO3 infüzyonu başlandı. Tansiyonu düşük seyretmesi nedeniyle tedaviye dopamin infüzyonu eklendi. Yapılan tedaviye rağmen laktik asidozu artan, genel durumu kötüleşen hasta entübe edildi. Derinleşen laktik asidoz nedeniyle hemofiltrasyon uygulanması planlandı. Hastanın tansiyonunun tedaviye rağmen düşük seyretmesi nedeniyle hemofiltrasyona başlanamadı. Laktik asidozu derinleşen hasta kardiyak arrest sonrası hayatını kaybetti.

8. 
Alt konkadan kaynaklanmış vasküler leiomyom
Vascular leimyoma originated from the inferior turbinate
Belit Merve Şener, Cenk Evren, Nevzat Demirbilek, Ahmet Kaur
Sayfalar 45 - 49
Özelikle tek taraflı burun kanaması yaşlı hastalarda sık karşılaşılan bir problemdir. Hipertansiyon gibi sistemik sebeplerden olabileceği gibi burun içi kitlelerden de kaynaklanabilir. Leiomiyomlar damar düz kaslarından orijin aldığı düşünülen iyi huylu tümörlerdir. Baş ve boyunda çok ender bulunurlar. Tedavisinde basit cerrahi eksizyonun kür oranları yüksektir. Sol taraftan burun kanaması şikâyeti olan 58 yaşındaki erkek hastamızda endoskopiyle ameliyat edildikten bir yıl sonra nüks gözükmedi. Bu çalışmada, nazal kavitede oluşan leiomiyomu klinik ve histolojik özellikleriyle beraber literatür bilgilerini de gözden geçirerek tartıştık.

9. 
Prostatın karsinosarkomu (Sarkomatoid karsinom): İki olgu sunumu
Prostatic carcinosarcoma (Sarcomatoid carcinoma): Report of two cases
Elife Kımıloğlu Şahan, Ayşenur Akyıldız İğdem, Tayfun Budak, Nusret Erdoğan
Sayfalar 50 - 53
Prostatın sarkomatoid karsinomu (karsinosarkom) malign epitelyal ve sarkomatoid komponentler içeren nadir bir prostatik neoplazidir. Bu tümörlerde epitelyal komponent genellikle yüksek gradlı adenokarsinomdur. Sarkomatoid komponent iğsi şekilli hücrelerden oluşur, buna rağmen osteosarkom, kondrosarkom ve anjiyosarkom benzeri heterolog elemanlar içerebilir. Bu yazıda, 65 ve 71 yaşlarında prostat spesifik antijen (PSA) değerleri sırası ile 1,5 ve 5,6 olan iki olgu sunuldu. Her iki olgu da epitelyal ve sarkomatoid komponentler içeren malign prostat tümörüne sahipti. İmmünohistokimyasal olarak karsinomatöz komponentte pansitokeratin, sarkomatoid komponentte vimentin pozitivitesi izlendi. Bugüne kadar literatürde bildirilmiş az sayıda prostatik karsinosarkom olgusu mevcuttur. Bu tümörleri daha detaylı tanımlayabilmek amacı ile prostatik karsinosarkomlu iki olguyu klinik bilgi ve patolojik bulguları ile beraber değerlendirdik.

10. 
İzole fleksör pollisis longus kası tutulumu ile giden anterior interosseöz sinir palsi: Bir olgu sunumu
Isolated flexor pollicis longus muscle paralysis with anterior interosseous nerve palsy: A case report
Muhsin Dursun, Serhat Gafur Karaca, Haldun Orhun, Volkan Gürkan, Ender Sarıoğlu, Güray Altun
Sayfalar 54 - 56
Sol kolunun üzerinde yattıktan sonra kolunda ağrı ile uyanan ve sadece fleksör pollisis longus kasında kuvvet kaybı gelişen 28 yaşında erkek hasta kliniğimize sol el 1. parmak interfalangial eklemini fleksiyona getirememe şikayeti ile başvurdu.Hastanın yapılan elektromyografi tetkikinde anterior interosseöz sinir tuzak nöropatisi tespit edildi. Hastaya antienflamatuar tedavi ile beraber eklem hareket açıklığını korucuyu rehabilitasyona başlandı. Altı hafta sonunda tam iyileşme sağlanan hastada bir yıllık takip neticesinde nüks saptanmadı.

LookUs & Online Makale