E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama




SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 35 (4)
Cilt: 35  Sayı: 4 - 2024
1. 
Front Matter
Front Matter

Sayfalar I - VIII

DERLEME
2. 
Laparoskopik Kolorektal Cerrahide Transanal ve Transvajinal Spesmen Ekstraksiyonu
Transanal and Transvaginal Specimen Extraction in Laparoscopic Colorectal Surgery
Ismail Ertugrul
doi: 10.14744/scie.2024.00236  Sayfalar 301 - 305
Minimal invaziv cerrahi, avantajları nedeniyle günümüzde birçok cerrahi operasyonda standart tedavi yaklaşımı haline gelmiştir. Minimal invaziv cerrahi sonrasında numunenin çıkarılması için genişlemiş yaraların komplikasyonları nedeniyle, numunenin doğal deliklerden çıkarılmasına olanak tanıyan doğal delikli numune çıkarma yöntemi geliştirilmiştir. Bu yöntemin mevcut laparoskopi avantajlarının yanı sıra ameliyat sonrası ağrı, enfeksiyon ve fıtık gelişme oranını da önemli ölçüde azalttığı gözlemlenmiştir.
Laparoskopik kolektomi kolorektal cerrahide sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak spesmen mini lapartomi ile çıkarılmaktadır. Laparoskopik rezeksiyon sonrasında spesmenin doğal deliklerden çıkarılmasının dört olası yöntemi vardır: Transanal, transüretral, transoral ve transvajinal.
Kolorektal cerrahide doğal orifislerden spesmen çıkarılma yöntemi, genel olarak transanal ve transvajinal yol olmak üzere iki kategoriye ayrılmaktadır. Bu iki ekstraksiyon yönteminin avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır.
Bu makale, laparoskopik kolorektal cerrahide doğal deliklerden örnek çıkarmak için kullanılan transanal ve transvajinal yollar hakkında bilgi vermek ve bu iki yöntemi karşılaştırmak amacıyla yazıldı. Doğal deliklerden numune çıkarılması karmaşık bir cerrahi işlem olmasına rağmen potansiyel avantajlara sahiptir. Ancak ileri düzeyde laparoskopik deneyim gerektirir. Özellikle erken evre ve küçük çaplı tümörlerde transanal yol, lezyonları daha büyük olan kadın hastalarda ise transvajinal yol güvenle kullanılabilir.

ARAŞTIRMA MAKALESI
3. 
Pelvik Organ Prolapsusunun Böbrek Fonksiyonu Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi; Retrospektif Kohort Çalışması
Evaluation of the Effect of Pelvic Organ Prolapse on Renal Function: Retrospective Cohort Study
Pınar Birol İlter, Mehmet Mete Kırlangıç, Batuhan Çağlar, Ali İlter
doi: 10.14744/scie.2024.32068  Sayfalar 306 - 310
GİRİŞ ve AMAÇ: Pelvik organ prolapsusu (POP) yaygın bir durumdur; ancak böbrek fonksiyonlarını etkilediği ve hidronefroza neden olduğu nadiren görülür. Çalışmamızda, POP’un bu etkilerini değerlendirmeyi amaçlıyoruz.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmada, POP nedeniyle anti-prolapsus cerrahisi uygulanan hastalar vaka grubu olarak, POP dışı endikasyonlarla histerektomi uygulanan hastalar ise kontrol grubu olarak dahil edildi. Böbrek fonksiyonu kan parametreleri (üre, kreatinin, kan üre azotu [BUN], glomerüler filtrasyon hızı [GFR] ve ürik asit değerleri) kontrol ve POP grupları arasında karşılaştırıldı. Ameliyat öncesi üriner sistem ultrasonografisi (US) verileri de analiz edildi.
BULGULAR: Hastalar POP grubu ve kontrol grubuna (N1=N2=187) dahil edildi. Gruplar yaş (p=0.678) ve komorbiditeler (p=0.872) açısından istatistiksel olarak benzer ve homojendi. Laboratuvar eşik değerleri dışında değerlere sahip hasta sayısı kreatinin, ürik asit, GFR, üre ve BUN için POP grubunda sırasıyla 8, 17, 51, 16 ve 15 hastaydı. İki grupta GFR (p<0.001), üre (p=0,005) ve BUN (p=0.008) değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı. Böbrek fonksiyon testleri POP derecelerine göre incelendiğinde, derece 2, 3 ve 4 arasında hiçbir parametrede anlamlı fark saptanmadı. Renal US ile değerlendirilen POP grubunda 9 hastada (%16.4) hidronefroz tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Prolapsus grubunda daha düşük GFR, yüksek BUN ve üre değerleri olduğunu saptadık. Bu durumun POP ameliyatından sonra gerileyebileceği düşünülse de, retrospektif bir çalışma olduğu için bunu destekleyen veri elde edilemedi.

4. 
Transvers Kolon Tümörlerinde Nükse Etki Eden Faktörler: Tek Merkez Deneyimi
Factors Affecting Recurrence in Transverse Colon Tumors: A Single-Center Study
Deniz Işık, Oguzcan Kinikoglu, Heves Sürmeli
doi: 10.14744/scie.2024.98475  Sayfalar 311 - 316
GİRİŞ ve AMAÇ: Kolon tümörlerinde primer kitlenin lokalizasyonu prognostik önem göstermektedir. Primer kitlenin orijin aldığı bölgeye göre sağ veya sol kolon tümörü tanımı kullanılmaktadır. Embriyolojik gelişim esnasında sağ kolon tümörleri (RCC) mid-gut; sol kolon tümörleri (LCC) ise hind-gut’tan köken alırlar ve lokal evrede cerrahi yaklaşımlar, metastatik evrede ise kullanılan tedavi ajanlarına karşı prediktif farklar izlenmektedir. Transvers kolon tümörleri (TCC) tüm kolon tümörlerinin yüzde 10’luk kısmını oluşturmaktadır. Bu tümörler, heterojen embriyolojik gelişimleri nedeniyle sağ veya sol kolon gibi davranış gösterebilirler. Klinik çalışmalarda çoğunlukla sağ kolon tümörlerine dahil edilmeleri ya da çalışmadan dışlanmaları nedeniyle prognoz hakkında net bilgimiz bulunmamaktadır. Çalışmamızda kolon kanserinde önemini bildiğimiz klinik, patolojik ve moleküler prognostik faktörleri ve anatomik lokalizasyonunun fark gösterip göstermediğini kullanarak TCC’nin sağ veya sol kolon tümörlerinden farklı olup olmadığını araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde transvers kolon kanseri nedeniyle ameliyat olmuş nonmetastatik hastalar retrospektif olarak dahil edildi. Demografik veriler ve patolojik özellikleri ile tedavi durumları incelendi.
BULGULAR: Çalışmamıza transvers kolon yerleşimli ameliyat edilmiş 76 hasta alındı. Nüks ile cinsiyet, komorbidite, operasyon şekli, tanı anı evresi, grade, patolojik nod evresi, MSI durumu ve adjuvan tedavi durumunun ilişkisi incelendiğinde anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Histopatolojik alt tip, ECOG, perinöral invazyon, lenfovasküler invazyon ve patolojik T evresi ile nüks ilişkisi incelediğinde anlamlı fark olduğu görüldü. Nüks ile ilişkisi olan parametrelerin multivariable analizinde ise perinöral invazyon varlığının tek başına nüksü 25 kat artırıp bağımsız kötü prognostik faktör olduğu bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda nonmetastatik opere transvers kolon yerleşimli kolon kanserli hastalarda perinöral invazyonun nüksü 25 kat öngören bağımsız prognostik bir belirteç olduğu bulundu. Bu sonuç, hastalarda prognozu öngörmek ve tedavi kararı verme sürecinde etkili kullanılabilir.

5. 
Laminektomi Enfeksiyonları
Laminectomy Infections
Bülent Kaya, Suzan Sahin, Serap Demir Tekol, Evren Aydogmus
doi: 10.14744/scie.2024.59455  Sayfalar 317 - 321
GİRİŞ ve AMAÇ: Laminektomi ameliyatlarına bağlı yeniden yatışların en sık nedenleri hematom, enfeksiyonlar ve yara açılmasıdır. Ek maliyetleri ve mortaliteyi engellemek için enfeksiyon etkenlerinin belirlenip önlenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yedi yıllık süreçte yapılan 4295 laminektomi ameliyatı retrospektif olarak irdelendi. Enfekte olan 30 erişkin hasta ve bunlardan izole edilen 40 mikroorganizma çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik verileri, risk faktörleri, izole edilen mikroorganizmalar ve direnç paternleri belirlendi.
BULGULAR: 4295 laminektomi ameliyatının 30’unda (%0.7) cerrahi alan enfeksiyonu (CAE) gelişti. Hastaların %56.7’si kadın, %43.3’ü erkek olup ortanca yaşları 55.18 yıl, ortanca hastane yatışı 35.54 gündü. CAE için risk faktörleri periferik venöz kateter (%93.3), üriner kateter (%26.7) ve santral venöz kateter (%16.7) kullanımıydı. İzole edilen etkenlerin sadece %50’si A.baumannii, K.pneumoniae ve E.coli’den ibaretti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Laminektomi ameliyatlarından sonra gelişen CAE’yı tedavi etmek yerine, oluşmasını engellemek primer amaç olmalıdır.

6. 
Hipermetrop Anizometropik Ambliyopili Çocuklarda Kornea Endotel Hücre Morfolojisinin ve Korneal Topografik Parametrelerin Değerlendirilmesi
Evaluation of Corneal Endothelial Cell Morphology Using Specular Microscopy and Corneal Topographic Parameters in Children with Hyperopic Anisometropic Amblyopia
Ulviye Kivrak, Sibel Oskan Yalcın, Aysin Tuba Kaplan, Elif Sari, Burak Tanyildiz
doi: 10.14744/scie.2024.91489  Sayfalar 322 - 328
GİRİŞ ve AMAÇ: Hipermetrop anizometropik ambliyopili (HAA) pediatrik hastalarda ön segment parametreleri değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ocak-Nisan 2023 tarihleri arasında pediatrik göz hastalıkları kliniği’nde muayene edilen 35 HAA hastasının 35 ambliyopik ve 35 sağlıklı gözü ile 40 sağlıklı emetrop çocuğun 40 gözü dahil edildi. Aksiyal uzunluk (AL), Lenstar LS-900 biyometresi kullanılarak ölçüldü. Korneal anterior segment ve endotel tabakası parametreleri sırasıyla Scheimpflug görüntüleme ve temassız speküler mikroskopi kullanılarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çocukların ortalama yaşı HAA grubunda 8.5±3.1 yıl, sağlıklı kontrol grubunda ise 8.9±2.2 yıl idi (p=0.252). En iyi düzeltilmiş görme keskinliği ve AL açısından üç grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.001). Anterior segment parametrelerinde gruplar arasında ön kornea eğriliği, kornea hacmi, ön kamara derinliği, toplam yüksek dereceli aberasyonlar ve sferik aberasyonlar açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu saptandı (sırasıyla, p=0.019, p=0.034, p=0.015, p=0.037 ve p<0.001). Endotel parametreleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (tümü için p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, ambliyopik hastalarda ambliyopik gözler ve diğer sağlıklı gözler ile emetropik sağlıklı gözler arasında ön segment parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar olabileceğini göstermiştir. Hastalarda ön segment parametrelerinin ayrıntılı değerlendirilmesi hem tanı hem de tedavi yaklaşımlarını önemli ölçüde etkileyebilir.

7. 
KOAH’ta Dispneyi Değerlendiren Yöntemlerin ve Fonksiyonel Parametrelerin Analizi
Assessing Dyspnea Measurement Methods and Functional Parameters in COPD
Fatma Işıl Uzel, Burak Uzel
doi: 10.14744/scie.2024.03525  Sayfalar 329 - 335
GİRİŞ ve AMAÇ: Dispne, KOAH hastalarının en önemli yakınmalarından birisidir. Bu semptom, hastanın fonksiyonel sağlık durumunu gösteren fizyolojik ve psikolojik faktörlerin toplamıdır. Bu çalışmanın amacı, stabil KOAH hastalarında dispneyi ölçmek için kullanılan yöntemler ile fizyolojik ölçümler arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel, prospektif çalışmaya toplam 25 stabil KOAH hastası alındı. Detaylı solunum fonksiyon testleri, altı dakika yürüme testi ve dolaylı ile doğrudan yöntemlerle dispne ölçümleri değerlendirildi. Dolaylı yöntemler, Türkçe versiyonları olan Oksijen Maliyet Diyagramı (OCD), Medical Research Council (mMRC) Dispne Ölçeği ve Başlangıç Dispne İndeksi (BDI) kullanılarak ölçüldü. Doğrudan yöntem olarak Borg Dispne Ölçeği Türkçe versiyonu kullanıldı. İstatistiksel değerlendirme için Spearman ve Pearson korelasyon testleri yapıldı. P<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Tüm sonuçlar ayrı ayrı ve her hasta için medyan±standart sapma (SD) olarak sunuldu.
BULGULAR: Hastaların medyan yaşı 65 idi. Ortalama FVC %74±21, FEV1 %53±22, FEV1/FVC %56±11 saptandı. Altı dakikalık yürüme mesafesi ortalama 398±140 metre olarak belirlendi. Çoğu dispne ölçüm yöntemi ile altı dakikalık yürüme mesafesi arasında, özellikle OCD (r=0.659, p<0.01), MRC (r=-0.538, p<0.05) ve çeşitli BDI bileşenleri ile anlamlı korelasyonlar bulundu. FVC çoğu dispne skalası ile anlamlı korelasyon gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: KOAH hastalarında farklı dispne ölçüm yöntemlerinin spirometri ve 6 dakikalık yürüme testi sonuçları ile iyi korelasyon gösterdiğini belirledik. OCD, 6MWT ile güçlü bir korelasyon gösterirken, mMRC ve BDI orta derecede korelasyon gösterdi. OCD, BDI, Borg2 ve mMRC ile spirometrik ölçümler arasında orta/zayıf korelasyonlar bulundu. Sonuçlarımız, dispne ölçümlerinin fonksiyonel egzersiz kapasitesi ve spirometri açısından KOAH’ın bileşenleri olduğunu ve bunun da Küresel Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Girişimi (GOLD) sistemi ile uyumlu olduğunu göstermektedir

8. 
Rüptüre Olmuş ve Olmamış Pulmoner Hidatik Kistleri Olan Pediatrik Hastalarda Klinik Özellikler ve Sonuçların Karşılaştırılması
Comparison of Clinical Characteristics and Outcomes in Pediatric Patients with Ruptured and Unruptured Pulmonary Hydatid Cysts
Mesut Buz, Yunus Emre Özsaray, Mehmet İlhan Sesigüzel, Mahmut Talha Dogruyol, Rıza Berk Çimenoğlu, Attila Özdemir, Recep Demirhan
doi: 10.14744/scie.2024.23255  Sayfalar 336 - 339
GİRİŞ ve AMAÇ: Pulmoner hidatik kist, özellikle endemik bölgelerdeki pediatrik hastalarda önemli bir sağlık sorunudur. Rüptüre olmuş kistler, bronkopulmoner fistül ve plevral efüzyon gibi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Cerrahi tedavi, kistin rüptür durumuna bağlı olarak değişen yaklaşımlar ile altın standart olarak kabul edilmektedir. Bu çalışma, rüptüre ve rüptüre olmamış pulmoner hidatik kistlere sahip pediatrik hastaların klinik özelliklerini ve cerrahi sonuçlarını karşılaştırmayı amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif gözlemsel çalışma, 1 Ocak 2014 ile 1 Ocak 2024 tarihleri arasında üçüncü basamak bir hastanede pulmoner hidatik kist nedeniyle cerrahi müdahale geçiren pediatrik hastaları içermektedir. Hastalar, rüptüre ve rüptüre olmamış kistler olmak üzere iki gruba ayrıldı. Demografik veriler, kist boyutu, indirekt hemaglutinasyon testi (IHA) sonuçları ve postoperatif komplikasyonlar karşılaştırıldı.
BULGULAR: Toplamda, ortalama yaşı 11,18 olan 17 pediatrik hasta (14 erkek, 3 kız) çalışmaya dahil edildi. Rüptüre ve rüptüre olmamış kistler arasında yaş (p=0.793), cinsiyet (p=0.757), kist boyutu (p=0.962) veya IHA pozitifliği (p=0.683) açısından anlamlı bir fark bulunmadı. Komplikasyonlar, rüptüre kistli hastaların %50’sinde ve rüptüre olmamış kistli hastaların %46,15’inde meydana geldi; bu oranlar arasında anlamlı bir fark yoktu (p=0.958). Rüptüre kistli bir hastada lobektomi gerektiren bronkopulmoner fistül gelişirken, rüptüre olmamış grupta bir hastada postoperatif plevral efüzyon oluştu ve bu durum video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) ile tedavi edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Demografik veya klinik değişkenler açısından anlamlı bir fark bulunmamasına rağmen, rüptüre kistlerin daha ciddi komplikasyonlarla ilişkili olduğu görülmüştür. Hem rüptüre hem de rüptüre olmamış pulmoner hidatik kistlerde komplikasyonları önlemek ve yönetmek için dikkatli cerrahi müdahale ve postoperatif izlem büyük önem taşımaktadır.

9. 
Göğüs Cerrahisi Pratiğinde Akciğer Kama Rezeksiyonlarının Kullanım Amacı
The Purpose of Lung Wedge Resections in Thoracic Surgery Practice
Mustafa Kuzucuoğlu, Nargız Akbarlı, Nihat Berk Sarmış, Mehmet Ünal, Serdar Şirzai, Keramettin İbrahim Taylan, Ali Cem Yekdeş, Erald Bakiu
doi: 10.14744/scie.2024.99076  Sayfalar 340 - 345
GİRİŞ ve AMAÇ: Akciğer kama rezeksiyonu, göğüs cerrahisi pratiğinde kullanılan tek anatomik olmayan rezeksiyondur ve sıklıkla uygulanmaktadır. Bu çalışmada, kama rezeksiyon uygulanan durumları ve sıklıklarını belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza 01.01.2020–01.06.2023 tarihleri arasında kliniğimizde kama rezeksiyon uygulanan 18 yaş üzeri olgular dahil edildi. Tüm olguların demografik bilgileri yanında tanı, uygulanan cerrahi yöntemi, rezeksiyon sayıları, dren kalış süreleri, hastane yatış süreleri ve komplikasyonları gibi tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 166 hasta dahil edilmiş olup bunların 109’u (%65.7) erkek; 57’si (%34.3) kadındı. Çalışma popülasyonunun yaş ortalaması 49.89±19.35 olup erkeklerde 49.40±20.33; kadınlarda ise 50,82±17.43 olarak izlendi. Çalışmaya dahil edilen hastalara wedge rezeksiyon işlemi 81’inde (%48.8) tanısal amaçlı, 85’inde (%51.2) küratif amaçlı yapıldığı görüldü. Tanısal amaçlı rezeksiyon yapılan vakaların yaş ortalamaları, küratif amaçlı rezeksiyon yapılan vakalara göre anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. Tanısal amaçlı rezeksiyon yapılan vakalarda en sık izlenen tanılar nodül ve interstisyel akciğer hastalığı iken, küratif amaçlı rezeksiyon yapılan vakalarda en sık izlenen tanılar bül-bleb ve kist-abse-enfeksiyon olarak izlendi. Çalışmadaki vakaların 90’ına cerrahi yöntem olarak video yardımlı cerrahi uygulanırken, 75 vakaya torakotomi ve 1 vakaya ise sternotomi uygulanmıştır. Torakotomi kullanılan vakalarda wedge sayısının multipl olma oranı VATS kullanılan gruba göre anlamlı olarak yüksek izlenmiştir. Yapılan diğer karşılaştırmalı analizlerde farklı cerrahi teknik kullanılan iki grup arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kama rezeksiyonlar, klinik uygulamada göğüs cerrahları tarafından en sık kullanılan rezeksiyon şeklidir. Sıklıkla metastatik akciğer hastalıklarında ve daha nadir olarak interstisyel akciğer hastalıklarında tanısal amaçlı kullanılırken, özellikle büllöz akciğer hastalıklarında küratif amaçlı uygulanmaktadır.

10. 
Dahiliye Kliniğinde Yatan Hastaların NT-proBNP Değeri ile Prognoz Arasındaki İlişki
The Relationship Between NT-proBNP Levels and Prognosis of the Patients Hospitalized in the Internal Medicine Clinic
Mehmet Karagüven, Yaşar Sertbaş, Nalan Okuroğlu, Meltem Sertbaş, Ali Özdemir
doi: 10.14744/scie.2024.35651  Sayfalar 346 - 351
GİRİŞ ve AMAÇ: N-terminal pro-B-tipi Natriüretik Peptid (NT-proBNP), kalp yetmezliği tanısında kullanılan önemli bir biyomarkerdir. Ancak son çalışmalar, NT-proBNP’nin yalnızca kardiyovasküler hastalıklarla değil, aynı zamanda pnömoni, böbrek yetmezliği ve maligniteler gibi diğer durumlarla da ilişkili olabileceğini göstermektedir. Bu çalışma, NT-proBNP’nin iç hastalıkları servisinde yatan hastaların prognozu üzerindeki etkisini araştırmayı amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2022-Ekim 2023 tarihleri arasında yatan 971 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar, taburcu edilenler ve Yoğun Bakım Ünitesi’ne sevk edilen ya da vefat edenler olarak iki gruba ayrıldı ve NT-proBNP seviyeleri ile ilişkileri incelendi.
BULGULAR: NT-proBNP seviyeleri yüksek olan hastaların Yoğun Bakım Ünitesi’ne sevk edilme veya ölüm riski anlamlı derecede yüksek bulundu (Taburcu–YBU veya Ex: 3732.15±7297–10923±12572; p<0.001). ROC analizi sonucunda belirlenen kestirim değeri >1826 pg/ml idi ve bu değerin üzerinde olan hastalarda yoğun bakıma gitme veya ölüm riskinin 5.44 kat daha yüksek olduğu görüldü (OR: 5.44). Kardiyak bulgusu olan ve olmayan hastalarda ayrı ayrı değerlendirildiğinde, NT-proBNP düzeylerinin prognoz üzerindeki etkisinin her iki grupta da belirgin olduğu saptandı (p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: NT-proBNP, hem kardiyak hem de kardiyak olmayan hastalıkların prognozunu belirlemede etkili bir biyomarker olarak iç hastalıkları kliniğinde yatan hastaların prognozunu öngörmede kullanılabilir.

11. 
Laparoskopik Kolesistektomide Farklı Anestetik Ajanların Postoperatif Kognitif Fonksiyonlar Üzerine Etkileri
Effects of Different Anesthetic Agents on Postoperative Cognitive Functions in Laparoscopic cholecystectomy
Nilgün Narman Aytan, Elif Bombacı, Banu Çevik
doi: 10.14744/scie.2024.81598  Sayfalar 352 - 358
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, sevofluran veya desfluran ile uygulanan inhalasyon anestezisi ile propofol ile uygulanan intravenöz anestezinin postoperatif erken dönem kognitif fonksiyonlar üzerine etkilerinin karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya ASA I-III sınıfı, 30-70 yaş arası, elektif laparoskopik safra kesesi ameliyatı geçiren hastalar dahil edildi. Ameliyattan bir gün önce Mini-Cog testi yapılarak hastaların kognitif fonksiyon düzeyleri belirlendi. Hastalar rastgele Grup I (Desfluran), Grup II (Sevofluran) ve Grup III (Propofol) olmak üzere üç gruba ayrıldı. Propofol ve remifentanil roküronyum ile anestezi indüksiyonu yapıldıktan sonra tüm hastalara endotrakeal entübasyon uygulandı. Anestezi idamesi sırasında tüm hastalara uygulanan remifentanil infüzyonunun yanı sıra bispektral indeksi (BIS) 40-60 olan desfluran, sevofluran inhalasyonu veya propofol infüzyonu ile anestezi derinliği sağlandı. Tüm hastaların postoperatif 5., 10., 20. ve 30. dakikalarda Modifiye Aldrete Recovery Skorları (MARS) ölçüldü ve kaydedildi. Ağrı düzeyleri postoperatif 10., 20. ve 30. dakikalarda görsel analog skala (VAS) ile değerlendirildi. Mini-Cog testi ameliyat sonrası 24. saatte aynı hekim tarafından tekrarlanarak ameliyat öncesi değerlerle karşılaştırıldı.
BULGULAR: Üç grup arasında demografik özellikler, ameliyat ve anestezi süresi, ameliyat sonrası MARS ve VAS değerleri açısından fark yoktu (hepsi için p>0.05). Desfluran ve Propofol gruplarında ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası Mini-Cog test skorları arasında anlamlı fark görülmezken (p>0.05), sevofluran grubunda Mini-Cog testinin Propofol grubuna göre ve Desfluran grubuna göre anlamlı derecede düşük olduğu görüldü (sırasıyla p=0.002 ve p=0.012).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Desfluran ve propofolün kognitif fonksiyonlara olumsuz etkisinin olmadığı, sevofluranın ise postoperatif kognitif fonksiyonlara olumsuz etkisinin olduğu sonucuna varıldı.

12. 
Persistan Sağ Umbilikal Ven: Prenatal Tanıda Klinik Sonuçlar ve Prognostik Faktörler
Persistent Right Umbilical Vein: Clinical Outcomes and Prognostic Factors in Prenatal Diagnosis
Sadullah Özkan, Alperen Aksan, Fahri Burcin Fıratlıgil, Murat Levent Dereli, Şevki Çelen
doi: 10.14744/scie.2024.34654  Sayfalar 359 - 363
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, üçüncü basamak bir perinatoloji kliniğinde yapılan rutin prenatal ultrason sırasında persistan sağ umbilikal ven (PSUV) tanısı konan fetüslerde klinik sonuçları ve ilişkili anomalileri değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma, Ekim 2022 ile Ocak 2024 tarihleri arasında PSUV tanısı konan 11 vakayı içermektedir. Anne demografik verileri, tanı anındaki gestasyonel yaş, ilişkili anomaliler ve neonatal sonuçlarla ilgili veriler toplanmıştır. Kardiyak anomalileri değerlendirmek amacıyla B-mod ve renkli Doppler ile ultrason muayeneleri yapılmış ve fetal ekokardiyografi ile desteklenmiştir. Vakalar, izole PSUV ya da ilişkili anomalili PSUV olarak sınıflandırılmıştır.
BULGULAR: PSUV, 10.176 gebeliğin 11’inde (%0.1) tespit edilmiştir. Yedi vaka izole PSUV iken, dört vakada kardiyovasküler ve genitoüriner defektler dahil olmak üzere ek anomaliler görülmüştür. Ekstrahepatik PSUV ve ciddi kardiyovasküler anomalilere sahip bir vaka sonlandırılmıştır. İzole PSUV vakaları dahil olmak üzere kalan 10 vaka sağlıklı canlı doğumlarla sonuçlanmıştır. Altı doğum sezaryen ile, dört doğum ise spontan gerçekleşmiştir. Ek malformasyonların varlığı, daha karmaşık doğum öncesi yönetim ve daha kötü bir prognoz ile ilişkilendirilmiştir
TARTIŞMA ve SONUÇ: İzole PSUV genellikle olumlu sonuçlarla ilişkilendirilirken, özellikle kardiyovasküler defektler gibi ek anomalilerin varlığı, yönetim ve prognoz üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. PSUV vakalarında kapsamlı prenatal görüntüleme, ekokardiyografi dahil olmak üzere, klinik kararları yönlendirmek için hayati öneme sahiptir. PSUV’nun uzun vadeli sonuçlarını daha iyi anlamak için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.

13. 
Transabdominal Pre-peritoneal (TAPP) Öğrenme Eğrisinde: Transekstraperitoneal (TEP) Deneyimi ile Supervisor Eşliğinde Öğrenimin Karşılaştırılması
Learning Curves in Transabdominal Pre-Peritoneal (TAPP) Herniorrhaphy: Comparison of Transabdominal Extraperitoneal (TEP) Experience and Supervisor-led Learning
Yahya Ozel, Yalçın Burak Kara
doi: 10.14744/scie.2024.68878  Sayfalar 364 - 370
GİRİŞ ve AMAÇ: İnguinal herni, tedavisinde açık ve laparoskopik gibi farklı cerrahi tekniklerin kullanıldığı, genel cerrahinin sık karşılaşılan hastalıklarından biridir. Laparoskopik yöntemler, sahip olduğu avantajları nedeniyle kasık fıtığı için günümüzde önerilen ve tercih edilen ameliyat tekniklerindendir. Laparoskopik yöntemlerden biri olan TAPP tekniği öğrenme eğrisi ile ilgili yayınlanmış değişik çalışmalar vardır. Çalışmamızda, TEP deneyiminden sonra süpervisör desteği olmayan cerrah ile laparoskopik fıtık deneyimi olmayan bir cerrahın süpervisör eşliğinde TAPP herniorafinin öğrenme eğrisini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, kliniğimizde 2011–2024 tarihleri arasında laparoskopik kasık fıtığı ameliyatı olan hastalar incelendi. TEP deneyimine sahip olup, süpervizör olmadan TAPP herniorafisine geçen cerrahın hastaları Grup 1 olarak, süpervizör eşliğinde TAPP herniorafisi uygulayan cerrahın hastaları ise Grup 2 olarak tanımlandı. Her iki grupta primer TAPP herniorafisi uygulanan ilk 100 hastanın ameliyat süreleri, açık cerrahiye geçiş oranları ve komplikasyonlar retrospektif olarak değerlendirildi ve öğrenme eğrisi verileri oluşturuldu. Bilateral veya nüks fıtık vakaları çalışma kapsamı dışında tutuldu.
BULGULAR: Bu çalışmada, her iki grupta da tek taraflı kasık fıtığı nedeniyle TAPP herniorafisi uygulanan toplam 128 hasta (her grupta 64 hasta) değerlendirildi. Her iki grupta da hastaların yaş, cinsiyet dağılımı, ASA skoru, yatış süresi ve fıtık tarafı açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p>0.05). Direk (D), İndirekt (ID), D-ID ve Femoral (F) ayrımı ile Nyhus sınıflamasına göre gruplar arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı. Grup 2’de vücut kitle indeksi (VKİ) istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.005). Postoperatif komplikasyonlar açısından gruplar arasında farklılık gözlenmedi (p>0.05). Öğrenme eğrisi karşılaştırıldığında, Grup 1’de öğrenme eğrisinin 19 ameliyatta, Grup 2’de ise 26 ameliyatta tamamlandığı görüldü. Grup 2’de ameliyat sayısı sayısal olarak daha yüksek olmasına rağmen, istatistiksel olarak anlamlı bir fark izlenmedi (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Süpervizör eşliğinde yapılan TAPP ameliyatlarında öğrenme eğrisinin, TEP deneyimli cerrahlarla benzer sonuçlar göstermesi, öğrenme sürecinde süpervizör desteğinin potansiyel önemini işaret etmektedir.

14. 
Cerrahi Birimlerde Çalışan Hekimlerin Radyasyon Güvenliği Bilgisi ve Radyasyondan Korunma Farkındalığının Değerlendirilmesi
Evaluation of Radiation Safety Knowledge and Radiation Protection Awareness of Physicians Working in Surgical Units
Nilsu Cini, Şule Karabulut Gül, Recep Demirhan
doi: 10.14744/scie.2024.63549  Sayfalar 371 - 377
GİRİŞ ve AMAÇ: Radyasyonun tıbbi teşhis, prosedür ve cerrahi tedavide kullanımı, gelişen tekniklerle birlikte artmıştır. Bu rutin müdahale ve işlemler sırasında hekimlerin radyasyon güvenliği bilinciyle karar vermesi ve radyasyondan korunma bilgilerini günlük olarak uygulaması, kendilerini, ekiplerini ve hastalarını gereksiz radyasyon maruziyetinden ve radyasyonun olumsuz etkilerinden koruyacaktır. Amacımız, bu farkındalık ve bilgi düzeylerini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmamız, Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Cerrahi Birimlerinde görev yapan hekimlere uygulanan ankete verilen yanıtların değerlendirilmesi üzerine kurulmuştur. Anket 3 bölümden oluşmaktadır. Araştırma anketinin 1. bölümü, çalışmaya katılan hekimler hakkında genel bilgi toplamayı amaçlayan 7 sorudan oluşmuştur. Araştırma anketinin 2. bölümü, poliklinik ve ameliyathanede edinilen radyasyondan korunma bilincinin günlük pratikte kullanımını analiz etmeyi amaçlayan 13 sorudan oluşmuştur. Araştırma anketinin 3. bölümü, temel radyasyon güvenliği ve radyasyondan korunma bilgilerini analiz etmeyi amaçlayan 12 sorudan oluşmuştur.
BULGULAR: Bu ankete cerrahi birimlerden, 96’sı asistan olmak üzere, 172 hekim katılmıştır. İkinci bölüm radyasyondan korunma farkındalığı sorularının analizinde, 10 yanıtta %50 ve üzerinde farkındalık düzeyi gözlendi. Üçüncü bölüm genel radyasyon güvenliği ve radyasyondan korunma bilgisi sorularının analizinde, 6 cevapta %50 ve üzeri doğru cevap düzeyi gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Radyasyondan korunma bilinci, bireysel bir çaba olduğu kadar bir ekip işidir. Hastanemizde yürüttüğümüz bu anketin sonuçları açıkça vurguluyor ki, hastanemiz başhekimi, klinik şefleri ve cerrahi ünitelerdeki tüm hekimlerin radyasyon güvenliği konusunda farkındalıklarının yüksek olması ve radyasyondan korunma konusunda bilgi sahibi olmaları, poliklinik ve ameliyathanelerimizde optimum çalışma koşullarını oluşturmuştur.

15. 
CCDC40 Homozigot Mutasyonu Olan Primer Siliyer Diskinezi Tanısı Almış Hastaların Klinik ve Demografik Özellikleri
Clinical and Demographic Characteristics of Patients Diagnosed with Primary Ciliary Dyskinesia with CCDC40 Homozygous Mutation
Mine Yüksel Kalyoncu, Ela Erdem Eralp, Merve Selcuk, Seyda Karabulut, Neval Metin Çakar, Ceren Ayça Yıldız, Muge Merve Akkıtap Yıgıt, Eda Esra Baysal, Fulya Ozdemırcıoglu, Almala Pınar Ergenekon, Yasemin Gokdemir, Bülent Karadağ
doi: 10.14744/scie.2024.56244  Sayfalar 378 - 383
GİRİŞ ve AMAÇ: Primer siliyer diskinezi (PSD), silyer fonksiyonun bozulmasıyla karakterize nadir bir genetik hastalıktır ve silyer fonksiyon bozukluğu, kronik solunum yolu enfeksiyonlarına ve diğer sistemik sorunlara yol açar. CCDC40, silyer hareketten sorumlu olan dynein kollarının işlevi için gerekli bir protein kodlar. Bu genin mutasyonları, PSD’nin şiddetli klinik bulgularına neden olabilir. Bu çalışma, CCDC40 homozigot mutasyonları olan pediatrik PSD hastalarının klinik ve demografik özelliklerini retrospektif olarak incelemeyi amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Marmara Üniversitesi Pediatrik Pulmonoloji polikliniğinde takipli 13 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik verileri, klinik semptomları, yüksek hızlı video mikroskopisi (HSVM) bulguları, nazal nitrik oksit (nNO) ölçümleri, PICADAR skorları, balgam kültürü sonuçları ve solunum fonksiyonu testleri retrospektif olarak incelenmiştir. İstatistiksel analizler SPSS yazılımı kullanılarak yapıldı.
BULGULAR: Çalışma grubunun medyan yaşı 17 yıl (25–75p, 11.5–21.5 yıl) olup, semptom başlangıç yaşı medyan 0 yıl (25–75p, 0–0 yıl) idi. Tanıda medyan gecikme süresi 7 yıl (25–75p, 2–13.5 yıl) idi. Hastaların %84.6’sında akraba evliliği mevcuttu. Yaygın semptomlar arasında kronik balgamlı öksürük (%100), bronşektazi (%92.3) ve rinosinüzit (%92.3) saptandı. Hastaların median PICADAR skoru 8 (25–75p, 5–11.5), median nazal NO değeri ise 17.3 nl/dk (25–75p, 7.7–114.5) olarak bulundu. HSVM analizinde hastaların %53.8’inde immotil silyalar, %30.7’sinde ise anormal hareket paterni saptandı. Balgam kültürlerinde en yaygın patojen Haemophilus influenzae (%92.3) idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PSD’nin yönetiminde erken tanı ve müdahale önemlidir. Özellikle CCDC40 mutasyonları olan hastalar, diğer genetik varyantlara kıyasla daha şiddetli solunum komplikasyonları yaşayabilirler.

16. 
Son 5 Yılda Pediatri Kliniğinde Amonyak Test İstemi Nedenlerinin Araştırılması
Evaluation of the Reasons for Requesting Ammonia Tests in the Pediatric Clinic Over the Last Five Years
Ece Öge Enver, Bilal Yılmaz, Yakup Çağ, Yasemin Akın
doi: 10.14744/scie.2024.03625  Sayfalar 384 - 385
GİRİŞ ve AMAÇ: Amonyak, protein metabolizması sonucunda oluşan nörotoksik bir bileşiktir, karaciğerde üreye dönüştürülür ve böbreklerle atılır. Yenidoğan dönemi dışında 60 μmol/L’yi aşan değerler hiperamonyemi olarak değerlendirilir. Çocuklarda genetik ve metabolik durumlar, ilaç kullanımı; erişkinlerde ise karaciğer hastalığı veya ilaç kullanımı en sık hiperamonyemi nedenleridir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tek merkezli retrospektif çalışmamızda, son 5 yılda hastanemizde bakılıp 60 μmol/L’yi aşan hasta sonuçları değerlendirildi. Hastaların yaş, cinsiyet, amonyak değerleri ve amonyak istenme nedenleri incelendi.
BULGULAR: Bu çalışmada, hastanemizde pediatrik hastalarda amonyak testi isteme nedenleri incelenmiştir. Bulgular, 1 ay altı ve üstü çocuklar arasında test isteme nedenlerinde farklılıklar olduğunu göstermiştir. Yenidoğanlarda testler genellikle metabolik bozukluklar için yapılırken, 1 ay üstü çocuklarda karaciğer fonksiyon bozuklukları, ilaç yan etkileri ve enfeksiyonlar ön plandadır. Çalışmanın retrospektif tasarımı ve tek merkezli olması ise önemli sınırlamalar olarak belirtilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pediatrik hastalarda nörolojik hastalıkları temelinde hiperamonyemi olabileceği gibi nöbet nedeni ile kullanılan ilaçlar da hiperamonyemiye neden olabilir. Bu durum nöbetle başvuran, özellikle bilinç durum değişikliği olan hastalarda akılda tutulmalıdır.

17. 
Sezaryen Sonrası Relaparotomi: Tersiyer Merkez Deneyimi
Relaparotomy After Cesarean Section: A Tertiary Center Experience
Ayşe Betül Albayrak Denizli, Aydın Öcal, Ahmet Eser
doi: 10.14744/scie.2024.07659  Sayfalar 389 - 392
GİRİŞ ve AMAÇ: Sezaryen sonrası relaparotomilerin risk faktörlerini, meydana gelen morbiditeleri ve işlem sırasında uygulanan yöntemleri inceleyerek literatüre katkıda bulunmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma; Ocak 2014 ile Ocak 2021 tarihleri arasında bir eğitim ve araştırma hastanesinde gerçekleştirilen sezaryen sonrası relaparotomi vakalarını içermektedir. Bu 7 yıllık dönem içinde sezaryen sonrası 60 gün içinde relaparotomi olan tüm vakalar çalışmaya dahil edildi. Vakalar sezaryen sonrası relaparotomi zamanlaması açısından üç gruba ayrıldı; ilk 24 saat içinde, 1. gün ile 10. gün arasında ve 10. günden sonra.
BULGULAR: Hastanemizde toplamda 24,293 sezaryen gerçekleştirildi. Sezaryen sonrası relaparotomi oranı kliniğimizde %0.18 olarak kaydedildi. Acil sezaryenler, çalışma grubumuzun %60.8’ini oluşturdu. Relaparotomi için en sık endikasyon, %41.3 ile uterin atoniye bağlı postpartum kanamaydı. Uterin atoniyi %28.2 ile intraperitoneal kanama takip etti. Hipogastrik arter ligasyonu, hastaların %39.1’inde uygulandı. Sezaryen sonrası relaparotomi, çoğunlukla ilk 24 saatte gerçekleştirildi. Relaparotomi sonrası maternal mortalite gözlemlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sezaryen sayısının artması sonucu sezaryen sonrası relaparotomi giderek daha önemli hale gelmektedir. Relaparotominin en yaygın nedenleri uterin atoni ve intraperitoneal kanamadır. Çoğu relaparotomi, sezaryen sonrası ilk 24 saat içinde gerçekleştirilir. Sezaryen ile relaparotomi arasındaki süre arttıkça komplikasyon oranı da artmaktadır.

18. 
Laparoskopik Kolorektal Cerrahi Sonrası NOSES’de Benign ve Malign Lezyonların Karşılaştırılması; Bir Prospektif Çalışma
Comparison of Benign and Malignant Lesions in NOSES After Laparoscopic Colorectal Surgery: A Prospective Study
Yunus Emre Altuntaş, İsmail Ertuğrul, Osman Akdoğan
doi: 10.14744/scie.2024.02222  Sayfalar 393 - 399
GİRİŞ ve AMAÇ: Laparoskopik kolorektal cerrahi sonrası spesmenin doğal deliklerden çıkarılması natürel orifis spesmen ekstraksiyonu cerrahisi (NOSES) olarak adlandırılmakta olup, bu işlem minimal invaziv cerrahinin önemli bileşenidir. Çalışma, laparoskopik kolorektal cerrahi sonrası rezeke edilen malign ve benign lezyonların doğal deliklerden çıkarılmasını karşılaştırma amacı ile yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2019 ile Mart 2020 tarihleri arasında kliniğimizde laparoskopik kolorektal rezeksiyon sonrası NOSES planlanan 45 hastadan 36 hastaya NOSES yapıldı. Laparoskopik rezeksiyondan sonra ekstraksiyon için jinekolojik kaynaklı değilse öncelikle transanal yol denendi. Jinekolojik kaynaklı ve histerektomi yapılmışsa öncelikle transvajinal yol denendi. Hastalar, çıkarılan materyallerin benign ve malign lezyonlar olmasına göre iki gruba ayrıldı. Hastaların demografik bulgularına, peroperatif ve postoperatif bulgularına, patoloji ve spesmen boyutlarına bakıldı.
BULGULAR: Lezyon lokalizasyonu malign grupta rektosigmoid, benign grupta rektum çoğunluktaydı ve lezyon lokalizasyonu gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklıydı (p<0.05). Maksimum specimen boyutu malign grupta daha yüksekti (p>0.05) ve maksimum lezyon boyutu benign grupta daha yüksekti (p<0.05). Mezenter diseksiyonu dağılımı malign grupta daha yüksekti (p<0.05). Spesmen ekstraksiyon yeri dağılımı ve anvil lokalizayonuna göre de gruplar arasında anlamlı farklılık vardı (p<0.05). Transanal ekstrasiyon ve ekstrakorporeal anastomoz malign grupta, transvajinal ektraksiyon ve intrakorporeal anastomoz benign grupta daha yaygındı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Uygun olan malign ve benign kolorektal lezyonlarda NOSES güvenle yapılabilir. Benign lezyonlar her ne kadar lezyon boyutu bakımından malign lezyonlardan büyük olsa da spesmen boyutu olarak malign lezyonlardan daha küçüktür. Bu nedenle laparoskopik rezeksiyon sonrası doğal deliklerden çıkarılmaları daha kolaydır. Ayrıca benign lezyonlar, malign lezyonların aksine daha küçük boyutlara bölünerek çıkarılabilir.

19. 
Bronkopulmoner Karsinoidlerde Anatomik Rezeksiyon Sonrası Uzun Dönem Sağkalım Belirleyicilerinin Değerlendirilmesi: Retrospektif Veri Analizi
Evaluating Long-Term Survival Determinants in Bronchopulmonary Carcinoids Following Anatomical Resection: A Retrospective Analysis
Salih Duman, Arda Sarıgül, Berker Ozkan, Adalet Demi̇r, Murat Kara, Alper Toker
doi: 10.14744/scie.2024.35556  Sayfalar 400 - 404
GİRİŞ ve AMAÇ: Bronkopulmoner karsinoid tümörler (BKT), akciğer kanserinin nadir bir türüdür (%1-2). Tipik (TK) ve atipik (AK) olmak üzere iki alt tipe ayrılırlar. Prognoz; tümör tipi, boyutu, yayılımı ve Ki-67 (hücre proliferasyon belirteci) gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Bu çalışma, BKT hastalarında tedavi ve sağkalım oranlarını iyileştirmek amacıyla bu prognostik faktörlerin belirlenmesini amaçlamıştır. Bu araştırmanın ana hedefi, bronkopulmoner karsinoid tümörlü hastalarda uzun dönem sağkalım ile ilişkili faktörlerin retrospektif olarak incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Şubat 2008 ile Mart 2021 tarihleri arasında merkezimizde ameliyat edilen, histopatolojik olarak bronkopulmoner karsinoid tümör tanısı almış 56 hastanın verileri retrospektif olarak analiz edildi.
BULGULAR: Hastaların çoğu kadın (%60.7) olup ortanca yaşları 43 idi. Lobektomi en sık yapılan cerrahi olarak saptandı (%60.7). Uzamış hava kaçağı en sık komplikasyon olarak izlendi. Tipik karsinoidler atipik olanlardan daha yaygındı (%69.6-%30.4). Atipik tümörlerde mediastinal lenf metastazı daha sık saptandı. Çalışmanın bulguları, bronkopulmoner karsinoid tümörlü hastalarda uzun dönem prognozu ile ilişkili prognostik faktörlerin tümör evresi, lenf nodu metastazı ve Ki-67 indeksi olduğunu göstermiştir. Tipik karsinoidlerde 5 yıllık sağkalım oranı atipik olanlara göre daha yüksekti (%82.1-%64.7). Atipik tümörlerde nüks oranı daha yüksek olarak saptandı (%25-%2.4).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu bulgular, bronkopulmoner karsinoid tümörlü hastalarda uzun dönem sonuçların belirlenmesinde tümör özelliklerinin kritik rolünü vurgulamaktadır. Tümör tipi, lenf nodu tutulumu, evre ve Ki-67 indeksi gibi faktörleri göz önünde bulundurarak daha kişiselleştirilmiş tedavi stratejileri geliştirilebilir. Daha büyük, çok merkezli hasta gruplarını içeren ileri araştırmalar, bu hasta popülasyonu için prognoz modellerini iyileştirmek ve tedavi kararlarına rehberlik etmek için daha sağlam veriler sağlayabilir.

LookUs & Online Makale