E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama




SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 35 (2)
Cilt: 35  Sayı: 2 - 2024
1. Henüz tamamlanmamış! (Türkçe)
Front Matter

Sayfalar I - X

ARAŞTIRMA MAKALESI
2. 
Laparoskopik Kolesistektomi Geçiren Hastalarda Sevofluran ve Desfluranın İntrakraniyal Basınca Etkisinin Ultrasonografik Optik Sinir Kılıf Çapı Ölçümü İle Karşılaştırılması
Comparing the Effects of Sevoflurane and Desflurane on Intracranial Pressure in Patients Undergoing Laparoscopic Cholecystectomy Via Ultrasonographic Measurement of the Optic Nerve Sheath Diameter
Mehmet Özgür İnegöl, Süheyla Abitağaoğlu, Ceren Köksal, Öznur Demiroluk, Dilek Erdoğan Arı
doi: 10.14744/scie.2024.34966  Sayfalar 99 - 104
Amaç: Anestezik ajanların intrakraniyal basınca (İKB) farklı etkileri mevcuttur. Çalışmamızda laparoskopik kolesistektomi operasyonlarında sevofluran ve desfluranın intrakraniyal basınca etkilerini karşılaştırmayı hedefledik.
Gereç ve Yöntem: Etik kurul onayı ve hastalardan bilgilendirilmiş onam alındıktan sonra laparoskopik kolesistektomi planlanan 69 hasta, Grup-S ve Grup-D olarak randomize edildi.Demografik ve hemodinamik veriler ile ultrasonografik optik sinir kılıfı çapı (OSKÇ) değerleri kaydedildi. İndüksiyon için propofol, fentanil ve rokuronyum kullanıldı. Grup-S’ye sevofluran, Grup-D’ye desfluran uygulandı; remifentanil infüzyonu yapıldı. OSKÇ ölçümleri ve hemodinamik veriler indüksiyondan 5 dk sonra (T1), pnömoperitonyum oluşturulduktan ve ters Trendelenburg pozisyonundan 3 dk sonra (T2), pnömoperitonyumdan 20 dk sonra (T3) ve pnömoperitonyum sonlandırıldıktan 5 dk sonra (T4) kaydedildi. Tüm parametreler gruplara kör bir anestezist tarafından takip edildi.
Bulgular: Hastaların demografik verileri, intraoperatif hemodinamik parametreleri, SpO2 ve ETCO2 düzeyleri benzerdi. T0, T1, T2, T3 ve T4’te ölçülen OSKÇ’de gruplar arasında fark yoktu.Grup içi karşılaştırmalarda, OSKÇ’nın tüm ölçüm zamanlarında her iki grupta da başlangıca göre daha yüksek olduğu görüldü.
Sonuç: Sevofluran ve desfluranın laparoskopik kolesistektomi sırasında İKB üzerine etkileri benzerdir; laparoskopik cerrahi esnasında her iki ajan ile intraoperatif İKB bazale göre yüksek seyretmektedir.

3. 
COVID-19 Pandemisinin Akciğer Kanseri Tanısı Üzerindeki Etkisi
The Impact of the COVID-19 Pandemic on Lung Cancer Diagnosis
Saibe Fulya Elmastaş Akkuş, Ali Fidan, Nesrin Kıral, Seda Beyhan Sağmen, Nagehan Ozdemir Barisik, Sevda Şener Cömert, Recep Demirhan
doi: 10.14744/scie.2024.48752  Sayfalar 105 - 108
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 pandemisinde bulaşıcı ajana maruz kalma korkusu ile hastane başvurularında azalma görülmüştür. Bu durumun, akciğer kanseri semptomları ve şüphesi olan hastaların başvurularında azalma ve tanıda gecikmeler olabileceğini düşündürmüştür. Bunun yanı sıra COVID-19 enfeksiyonu sebebiyle çekilen toraks bilgisayarlı tomografi sayısı arttığından akciğer kanserinin erken evrelerde yakalandığı görüşü de savunulmaktadır. Biz bu çalışmada pandeminin akciğer kanseri tanısı üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde 2019-2021 yılları arasında akciğer kanseri teşhisi konmuş hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların cinsiyeti, yaşı, TNM sınıflandırmaları, evreleri, patolojik teşhisleri ve tedavileri kaydedildi ve pandemi öncesi ve sonrası bir yıllık dönemler karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 348 akciğer kanseri tanısı konulan hasta dahil edildi. Bu hastaların 292’sine küçük hücreli dışı akciğer kanseri tanısı, 56 hastaya ise küçük hücreli akciğer kanseri tanısı konulduğu görüldü. Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinin nispeten erken evre olan Evre 1A-3A evresinde 182 hasta tespit edilirken, 110 hasta ise 3B-4B evresinde tespit edildi. Pandemi öncesi dönemde erken evre küçük hücre dışı akciğer kanseri teşhisi oranı %70.3 iken, pandemi başlangıcından sonraki dönemde %56.1 olarak bulundu ve bu iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edildi (p=0.013). Küçük hücreli dışı akciğer kanseri grubunda pandemi başlangıcından sonraki dönemde küratif cerrahi geçirenlerin oranı (83/164, %50.6), pandemi öncesi döneme (80/128, %62.5) göre karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı olarak azalmış olduğu görüldü (p=0.034).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımız, pandemi sırasındaki kısıtlamalar, hastalığa yakalanma kaygısı ve sağlık sistemindeki artan yük nedeniyle akciğer kanseri teşhisinin gecikmiş olabileceğini göstermektedir.

4. 
Nonalkolik Steatohepatitte Fibrinojen-Like Protein-2 (FGL-2) Düzeyinin Klinik Önemi
The Clinical Significance of Fibrinogen-Like Protein 2 (FGL-2) Levels in Nonalcoholic Steatohepatitis
Deniz Işık, Heves Sürmeli
doi: 10.14744/scie.2024.00187  Sayfalar 109 - 113
GİRİŞ ve AMAÇ: Non-alkolik steatohepatit(NASH) karaciğerin en sık görülen metabolik hastalıklarından biridir. NASH hastalarında tanıdan sonraki on yıllık dönemde yaklaşık %25 oranında siroza gidiş izlenebilmektedir ve kriptojenik sirozun en sık nedeni olarak kabul edilmektedir. Fibrinojen like protein -2 (FGL-2), regülatuar T hücrelerince sekrete edilen fibrinojen süperfamilyasının bir alt üyesidir. Dendritik hücrelerin maturasyonunu engeller ve B hücrelerinin apoptozunu indükleyerek hem doğuştan hem de adaptif immunitenin regulasyonunda görev alır. Yüksek serum FGL-2 düzenin viral hepatitli hastalarda kötü prognostik gösterge olduğu yakın dönem çalışmalarda gösterilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya biyopsi ile tanı konulan 30 NASH hastası ve kontrol koluna da 21 sağlıklı vaka dahil edildi. Her iki gruba dahil olan bireylerin serum FGL-2 düzeyleri karşılaştırıldı. Yine her iki gruba dahil edilen bireylerin klinikopatolojik özellikleri ile FGL-2 düzeyleri arasındaki ilişki incelendi.
BULGULAR: Serum FGL-2 düzeyleri NASH hastalarında 47±12 ng/ml iken kontrol grubunda 37±10 ng/ml saptandı. İstatistiksel değerlendirme Mann-Whitney U testi ile yapıldı. Biyopsiyle basit yağlanma, border-line NASH, kesin NASH olarak sınıfladığımız hastalar ile kontrol grubu arasında anlamlı fark saptandı (p=0.002). Bu dört grubu kendi arasında değerlendirdiğimizde de aralarında anlamlı fark gördük (Kruskal – Wallis test, p=0.012).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda NASH tanılı hastalarda biyopsideki steatohepatit ile uyumlu şekilde serum FGL-2 düzeylerini daha yüksek tespit ettik. Yüksek FGL-2 düzeyleri hepatik hasarı mikroinflamasyon düzeyinde iken gösterebilir. Hastalık şiddetinin tahmini, hastalık seyrinin biyopsisiz izlemi ve kontrolü, tedavi açısından agresif yaklaşılacak hastaların seçimi, siroz ve HCC takip aralıklarının sıklaştırılması açısından önemli olabilir. Yine de bu konuda yapılacak daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.

5. 
Pnömoni Hastalarında Kan Testleri, CURB-65 Skoru ve Prognoz Arasındaki İlişki
Relationship Between Blood Tests, CURB-65 Score and Prognosis in Pneumonia Patients
İlhami Demirel, Özlem Tataroğlu, Oya Güven, Özgür Söğüt
doi: 10.14744/scie.2024.26937  Sayfalar 114 - 119
GİRİŞ ve AMAÇ: Pnömoni hastalarının yatarak tedavi ihtiyacı olup olmadığını tespit etmek için rutinde en sık kullanılan skorlama sistemlerinden biri CURB-65 skorudur. Son dönemde her klinisyenin rahatça yorum yapabileceği hemogram ve biyokimya parametreleri gibi basit, ucuz ve hızlı kan testleri ile yapılan çalışmalar popülerlik kazanmıştır. Bu çalışmada, acil serviste istenen kan testleri ile pnömoni şiddeti ve prognoz arasındaki ilişki incelendi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada; 1 Ocak-31 Aralık 2017 tarihinde acil servise ateş, öksürük, balgam, halsizlik şikayeti ile gelen hastaların dosyaları incelendi. Toraks tomografisine göre pnömoni şiddeti ve başvuru anındaki CURB-65 skoru değerlendirildi. Hastaların vital bulguları, hemogram, biyokimya ve kan gazı parametreleri incelendi. Hastaların yattığı servis ve 30 günlük prognozu ile kıyaslandı.
BULGULAR: 117 hastanın dosyası incelendi. Hastaların yaşı, pnömoni şiddeti ağır olan grupta, pnömoni şiddeti hafif ve orta olan gruplardan anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Pnömoni şiddeti orta ve ağır olan grupta, ek hastalık varlığı, pnömoni şiddeti hafif olan gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Pnömoni şiddeti ağır olan grupta yoğun bakım yatış ve ölüm oranı, pnömoni şiddeti hafif ve orta olan gruplardan anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05). Hayatını kaybeden hastaların grubunda CURB-65 skoru, nötrofil-lenfosit oranı (NLR), C-Reaktif Protein (CRP)/Albumin değeri ve pnömoni şiddeti diğer gruptan anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: NLR ve CRP/Albumin oranları, 30 günlük mortaliteyi öngörmede CURB-65 skorlaması kadar etkili olabilir, basit kan testleri ile acil servis kalabalıklığı azaltılabilir.

6. 
In Vitro Fertilizasyon ve Spontan Gebelikler Arasından İntrahepatik Gebelik Kolestazı Gelişen Hastaların Obstetrik Sonuçlarının Karşılaştırılması: Üçüncü Basamak Bir Hastanede Dört Yıllık Deneyim
Comparison of Obstetric Outcomes in Patients with Intrahepatic Cholestasis of Pregnancy Between Pregnancies Following In Vitro Fertilization and Spontaneous Conception: Four-Year Experience in a Tertiary Care Hospital
Murat Levent Dereli, Sadullah Özkan, Asya Kalayci Öncü, Fahri Burcin Fıratlıgil, Pınar Yıldız, Serap Topkara Sucu, Özgür Kartal, Emre Mat, Yaprak Engin-Ustun
doi: 10.14744/scie.2024.53765  Sayfalar 120 - 126
GİRİŞ ve AMAÇ: Gebeliğin intrahepatik kolestaz (GİK), uygun müdahaleler yapılmazsa ölü doğum riskinin 4 ila 10 kat artmasıyla ilişkili, gebeliğe özgü en yaygın karaciğer hastalığıdır. Çalışmanın amacı, spontan ve in vitro fertilizasyon (IVF) ile elde edilen gebelikler arasında GİK gelişen tekil gebeliklerin obstetrik sonuçlarını karşılaştırmaktır
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2018 ile Eylül 2022 tarihleri arasında doğum yapan kadınlar geriye dönük olarak değerlendirildi. Dahil etme kriterleri uygulandıktan sonra, spontan olarak gebe kalan (grup 1, n=74) ve IVF ile gebe kalan (grup 2, n=17) toplam 91 GİK’li hasta çalışmaya uygun bulundu. Grup 2’deki hastalar embriyo transfer yöntemine göre taze embriyo transferi (n=9) ve dondurulmuş embriyo transferi (n=8) olmak üzere iki alt gruba ayrıldı.
BULGULAR: Yaş, gravidite ve parite dışındaki perinatal sonuçlar ve demografik özellikler benzerdi. Grup 2’de yaş anlamlı derecede yüksek iken [32 (27-35) vs. 27 (24-31), p=0,017], gravidite ve parite grup 1’de anlamlı olarak yüksekti [2 (1-3) vs. 1 (1-2), p=0.021 and 0 (0-1) vs. 0 (0-0), p=0.009]. Aspartat (AST) ve alanin (ALT) transaminaz seviyeleri, total açlık safra asit (TASA) düzeyleri ve ursodeoksikolik asit tedavi dozu, dondurulmuş embriyo transfer grubunda taze embriyo transfer grubuna göre anlamlı derecede yüksekti [126 (83-242)’ya karşı 32 (31-43), p=0.001; 200±123.9’a karşı 51±39.4, 0.001; 44±20.4’e karşı 15±5.0, p=0.001, and 100 (750-1250)’e karşı 750 (750-750), p=0.004].
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlarımız, özellikle donmuş embriyo transfer yönteminin kullanıldığı IVF gebeliklerinde östrojen tedavisine bağlı olarak yüksek TASA, ALT ve AST düzeyleri arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Eksojen östrojenin etkisini netleştirmek için geniş örneklemli prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.

7. 
Ergenlerde Obezitenin Bilişsel İşlevler Üzerine Etkileri
The Effects of Obesity on Cognitive Functions in Adolescents
Ayşegül Keskin Söylemez, Mustafa Özçetin, Ali Karayağmurlu, İnci Zaim Gokbay, Yakup Çağ
doi: 10.14744/scie.2024.91297  Sayfalar 127 - 134
GİRİŞ ve AMAÇ: Obezite, dünya çapında yetişkinlerde olduğu kadar çocukluk çağında da önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Çocukluk çağında yaşanan obezitenin fiziksel etkilerinin yanı sıra duygusal gelişim üzerinde de etkileri olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, yetişkinliğe geçişin en önemli basamağı olan adölesanlarda obezitenin bilişsel işlevler üzerindeki etkilerini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya herhangi sağlık sorunu olmayan obez ve obez olmayan olarak sınıflandırılan ergenler dahil edildi. Obez ve obez olmayan grupta bilişsel işlevlerin değerlendirilmesi için işitsel ve görsel bellek ve dikkat testleri uygulandı.
BULGULAR: Obez ve obez olmayan grup aarsında görsel bellek puanları ile sözel akıcılık toplam ve alt boyut toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar saptandı. Katılımcılara uygulanan WISC-R sözel, performans ve toplam puan ortalamaları açısından anlamlı bir fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamdan elde edilen sonuçlar obezitenin bazı alanlarda çocukluk çağında bilişsel işlevleri olumsuz etkileyebileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, obez çocuklarda bilişsel işlevleri olumsuz etkileyen faktörleri, önleyici müdahaleleri ve önlemleri belirlemek için tahmin ve önleme temelli sistemlerin kullanılması gerekli olabilir.

8. 
Takım Çalışması Düzeylerine Göre Anestezistlerin Başa Çıkma Tarzları Diğer Hekimlerden Nasıl Farklılaşıyor?
How Do the Coping Styles of Anesthesiologists Differ from Other Physicians’ According to Teamwork Levels?
Murat Tümer, Pelin Ozgur Polat
doi: 10.14744/scie.2024.39259  Sayfalar 135 - 141
GİRİŞ ve AMAÇ: Anestezi uzmanları, özellikle ameliyathane ve yoğun bakım ünitelerinde ekip çalışmasının daimi üyeleridir. Ancak ekip çalışmasına dayalı olma düzeyi ve anestezistlerin psikolojik durumu arasındaki ilişki literatürde yeterince çalışılmamıştır. Bu çalışmanın amacı ekip çalışmasına dayalı olma düzeylerini göz önünde bulundurarak, anestezi uzmanlarını baş etme stratejileri ve algılanan sosyal destek açısından diğer tıp branşları ile karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmanın amacı doğrultusunda iki çevrimiçi anket uygulaması gerçekleştirilmiştir. Ön çalışmada anestezistlerin ve diğer branşların EÇ düzeylerine ilişkin öngörüler tıp fakültesi mezunları (n=266) üzerinde test edilmiştir. Yeni bir örneklemle yapılan temel çalışmada ise anesteziyoloji (yüksek EÇ grubu, n=107) ve dermatoloji (düşük EÇ grubu, n=91) asistanlarında sosyal destek ve stresle başa çıkma tarzları arasındaki ilişkiyi incelenmiştir.
BULGULAR: Ön çalışmada, beklendiği gibi, anesteziyolojinin yüksek EÇ düzeyine (Ort.=4.03) sahip olduğunu bulunmuştur. Düşük EÇ düzeyine (Ort.=2.53) sahip olan dermatoloji, ana çalışmanın karşılaştırma grubu olarak belirlenmiştir. Ana çalışma sonucunda dermatologların (Mdn=16) anestezistlere (Mdn=15; p=.007) kıyasla pasif başa çıkma stratejilerinden olan boyun eğici başa çıkma yaklaşımını daha fazla kullandığı bulunmuştur. İki grubun algılanan sosyal destek düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırma sonucunda sorunu çözmek yerine stresli olayların neden olduğu olumsuz duygulardan korunmayı amaçlayan pasif başa çıkma stratejileri ile düşük ekip çalışması düzeyi arasında bir ilişki bulunmuştur. Ekip çalışmasının anestezistlerin stresle aktif olarak başa çıkmalarına yardımcı olarak problem çözme süreçlerine katkıda bulunabileceği düşünülmektedir.

9. 
COVID-19 Pandemi Sürecinde Nöroşirürjideki Sağlık Çalışanlarının Algılanan Stres Seviyeleri ve Tükenmişlik Sendromları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Analysis of Association Between Health Care Workers’ Perceived Stress and Burnout Levels During COVID-19 Pandemic in Neurosurgery Clinic
Eyüp Varol, Furkan Avcı, Yunus Emre Çakıcı, Serdar Onur Aydın
doi: 10.14744/scie.2024.46548  Sayfalar 142 - 148
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 hastalığı son dönemde tüm dünyayı etkisi altına almış ve ortaya çıkmasıyla birlikte insanların hayatında köklü değişikliklere neden olmuştur. Hastaneler ve sağlık personeli en çok etkilenen gruplar arasında yer almaktadır. Bu çalışmada, salgının sağlık çalışanları üzerindeki etkisinin; algılanan stres ve tükenmişlik düzeyleri değerlendirilerek araştırılması hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniğinde görevli, doktorlar, hemşireler ve sağlık personelinden oluşan 110 kişilik grup çalışmaya dahil edildi. Veri toplama aşamasında demografik bilgi formu, Algılanan Stres Ölçeği-14 (ASS) ve Maslach Tükenmişlik Endeksi (MTE) kullanılmıştır.
BULGULAR: Kadın ve erkek katılımcılar arasında ASS ve MTE skorları arasında anlamlı fark bulunamadı. Mesleğini değiştirmek isteyen katılımcılar, daha yüksek MTE skorlarına sahiptiler. Evli katılımcıların bekarlara göre daha yüksek kişisel başarı puanlarına sahip olduğu görüldü. Eğitim düzeyi arttıkça ASS skorunda artışın olduğu izlendi. Aldığı ücreti yetersiz bulan katılımcıların daha yüksek stres ve tükenmişlik seviyelerine sahip oldukları bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Doktor ve hemşire gruplarında diğer sağlık personeline oranla görülen yüksek tükenmişlik oranı önceki çalışmalar ile uyumlu bulundu. Bekarlara göre evli katılımcıların daha düşük stres oranlarına sahip olması da literatürle uyumlu izlendi. Bu bulgunun evli ve bekarlar arasındaki sorumluluk farkıyla ilgili olduğu düşünülüyor.

10. 
Diz Osteoartritli Hastalarda Kişilik ve Mizaç Özelliklerinin Ağrı ve Fonksiyonla İlişkisi
Relationship of Personality and Temperament Traits with Pain and Function in Patients with Knee Osteoarthritis
Ali İnaltekin, Köksal Sarıhan
doi: 10.14744/scie.2024.26986  Sayfalar 149 - 154
GİRİŞ ve AMAÇ: Diz osteoartritli hastalarda kişilik ve mizaç tipleri ile işlevsellik ve hissedilen ağrı arasındaki ilişkiyi inceleyen az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada diz osteoartritli hastalarda kişilik ve mizaç özellikleri ile ağrı ve fonksiyon arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan diz osteoartrit tanısı alan 126 hasta dahil edildi. Kişilik değerlendirmesi için Eysenck Kişilik Anketi Revize Edilmiş Kısa Formu (EPQR-S) ve D Tipi Kişilik Ölçeği (DS-14), mizaç değerlendirmesi için Memphis, Pisa ve San Diego Mizaç Değerlendirmesi Anketi (TEMPS-A) kullanıldı. OA ağrısı ve genel fonksiyon değerlendirmesi için Western Ontario ve McMaster Üniversiteleri Osteoartrit İndeksi (WOMAC) kullanıldı.
BULGULAR: Katılımcıların 58’i (%46) D Tipi kişilik özellikleri gösterirken, 18’inde (%14.3) depresif mizaç, 12’sinde (%9.5) sinirli mizaç ve 16’sında (%17.3) endişeli mizaç baskındı. D Tipi kişiliğe sahip olanlar daha kötü işlevlere sahipti ve D Tipi kişilik, ağrı ve toplam WOMAC puanı ile pozitif olarak ilişkiliydi. Toplam WOMAC puanı, nevrotiklik ve psikotisizm kişilik özellikleri ve siklotimik ve sinirli mizaç özellikleri ile pozitif bir korelasyon gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, diz osteoartritli hastalarda ağrı ve toplam WOMAC skorunun kişilik ve mizaç özellikleri ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Farmakolojik ve fizik tedaviye ek olarak, bu alanlara yönelik müdahaleler faydalı olabilir.

11. 
Yüksek Hacimli Üçüncü Basamak Bir Merkezde Gebelikte Adneksiyel Kitlelere Yaklaşım: Laparoskopik Cerrahi ve Ekspektan Yönetimin Karşılaştırılması
Comparison of Laparoscopic Surgery and Expectant Management in Patients with Adnexal Masses During Pregnancy in A High-Volume Tertiary Center
Murat Levent Dereli, Pınar Yıldız, Sadullah Özkan, Serap Topkara Sucu, Yasmin Aboalhasan, Özgür Kartal, Ulaş Solmaz, Gazi Yıldız, Emre Mat
doi: 10.14744/scie.2024.76735  Sayfalar 155 - 160
GİRİŞ ve AMAÇ: Adneksiyel kitle tanısı alan gebelerin özelliklerini tanımlamak ve kesin bir yönetim kılavuzu bulunmayan bu alanda tanı, yönetim ve tedavi yöntemlerine ilişkin deneyimlerimizi gözden geçirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2018 ile Eylül 2023 tarihleri arasında hasta yoğunluğunun fazla olduğu bir üçüncü basamak sevk merkezinde yönetim ve takipleri tamamlanan, gebelikte adneksiyel kitle tanısı alan tüm kadınlar retrospektif olarak değerlendirildi. Dışlama kriterleri uygulandıktan sonra, antepartum laparoskopik adneksiyel cerrahi uygulanan 19 kadın (grup 1) ve ekspektan yönetim uygulanan 34 kadın (grup 2) çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR: Doğum haftası, sezaryen oranları, doğum ağırlığı ve Apgar-5 skorları benzer olup en büyük kitle çapı ve CA-125 düzeyleri grup 1’de anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla p<0.001 ve p=0.014). Grup 1’deki hastaların 15’inde (%78.9) tek taraflı kompleks kist, 4’ünde (%21.1) tek taraflı basit kist mevcuttu, iki taraflı kitle yoktu. Hastaların 6’sına (%31.6) adneksiyel torsiyon, 7’sine (%36.8) kist rüptürü nedeniyle acil laparoskopi yapılırken, asemptomatik olan 6 (%31.6) hastaya malignite şüphesi ile elektif laparoskopi yapıldı. Fonksiyonel kist en sık görülen histopatolojik bulgu iken, 2 olguda (granüloza hücreli tümör ve endometrioid adenokarsinom) malignite saptandı. 8 (%41.1) kadında erken doğum meydana geldi; bunların 5’i (%26.3) 34. gebelik haftasından önce, 3’ü (%15.7) 34-36 hafta 6 gün arasında doğum yaptı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Günümüzde gebeliğin erken haftalarında ultrasonografik muayenelerin artmasına paralel olarak gebelikte adneksiyel kitlelerin erken tanısında olduğu gibi aşırı tanıda da bir artış söz konusudur. Benign karakterli lezyonların kendiliğinden gerileme oranının yüksekliği; rüptüre olan vakalardaki kanamanın da kendini sınırlayabileceği göz önünde bulundurulduğunda hemodinamik instabilite, akut batın veya malignite şüphesi olmayan vakalarda ekspektan yaklaşım uygun olacaktır. Cerrahi gerektiren hastalarda tercih edilmesi gereken cerrahi yaklaşım, güvenli ve minimal invazif bir yaklaşım olan laparoskopi olmalıdır.

12. 
Primer Hiperparatiroidinin Başlangıç Özelliklerinde D Vitamini Durumunun Rolü: Üçüncü Basamak Bir Merkezden Güncel Klinik Deneyim
The Role of Vitamin D Status on Initial Characteristics of Primary Hyperparathyroidism: Current Clinical Experience from a Tertiary Center
Havva Sezer
doi: 10.14744/scie.2024.84758  Sayfalar 161 - 166
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, D vitamini durumunu ve bunun primer hiperparatiroidinin (PHPT) başlangıç özellikleri üzerindeki etkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Kasım 2017 ve Aralık 2023 tarihleri arasında üçüncü basamak bir merkezdeki 18 yaş ve/veya üzeri PHPT tanısı alan ardışık katılımcıları içermektedir. D vitamini replasmanı almayan toplam 195 hasta geriye dönük olarak incelendi. Çalışma populasyonu başvuru anındaki D vitamini düzeylerine göre 3 gruba kategorize edildi. Grup 1: D vitamini ≤19 ng/mL, grup 2: D vitamini 20-29 ng/mL, ve grup 3: D vitamini ≥30 ng/mL. Demografik, klinik, biyokimyasal, radyolojik bulgular ve operasyon sonrası komplikasyonlar üç grup arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: Yüz doksan beş hastanın, 157’si (%80.5) kadın, 38’i (%19.5) erkekti. Ortalama yaş 56.4+14.5 yıldı. Altmış beş hastada (%33.3) D vitamini eksikliği (DVE) ve 48 hastada (%24.7) D vitamini yetersizliği vardı. Yüz doksan beş hastanın, 74’ünde (%37.9) böbrek taşı ve 90’ında (%46.2) osteoporoz vardı. Kırık sıklığı %9.7 (n=19) idi. DVE daha yüksek paratiroid hormon (PTH) seviyesi (p=0.000) ve daha iyi tahmini glomerüler filtrasyon hızı (p=0.021) ile ilişkilendirildi. Tüm grublar karşılaştırıldığında böbrek taşı, osteoporoz ve kırık dağılımı açısından fark yoktu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mevcut çalışma DVE’nin daha yüksek PTH seviyesi ve daha iyi böbrek fonksiyonu ile ilişkili olduğunu ortaya çıkardı. Ancak, D vitamini durumu PHPT’de klasik hedef organ tutulumuyla ilişkili değildi.

13. 
Apendektomi Sonrası Hastanede Kalış Süresini Etkileyen Faktörler
Factors That Influence the Length of Hospital Stay After an Appendectomy
Burak Yalcin Kara, Yahya Ozel, Didem Ertorul, Suleyman Caglar Ertekin
doi: 10.14744/scie.2024.47855  Sayfalar 167 - 173
GİRİŞ ve AMAÇ: Akut apandisit, akut karın ağrısına neden olan cerrahi bir acil durumudur. Laparoskopik apendektomiden sonra standart hastane bakımı yaklaşık 24 saattir, ancak bazı hastaların hastanede daha uzun kalış süresine ihtiyacı vardır. Bu çalışmada apendektomi sonrası hastanede yatış süresini etkileyen faktörlerin biyokimyasal ve radyolojik parametreler incelenerek değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada Medical Park Pendik Hastanesi’nde 2020-2024 yılları arasında apendektomi yapılan 185 hastanın verileri retrospektif olarak analiz edildi. Hasta dosyaları incelenerek ameliyat öncesi beyaz küre sayısı, lenfosit sayısı, nötrofil sayısı, C reaktif protein (CRP) değeri, nötrofil-lenfosit oranı (NLR) gibi biyokimyasal değerler kaydedildi. Ameliyat öncesi radyolojik incelemeler, apendiks çapı ve periapendikste serbest sıvı varlığı değerlendirildi. Hastaların yatış süreleri incelenerek; hastalar 48-saat ya da daha az yatanlar ve 48-saatten daha uzun yatanlar olarak iki gruba ayrılarak karşılaştırılarak incelendi.
BULGULAR: Toplam 185 hasta; 163’ü erken taburculuk grubunda, 22’si geç taburculuk grubunda olmak üzere iki grupta incelendi. Hastaların yaş ortalaması 34.5±8.5 olup %53.5’i erkek cinsiyetti. Ortalama taburculuk süresi 1.8±1.4 gündü. Geç taburcu olan grupta lenfosit sayısı istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu. NLR, CRP değeri ve apendiks çapı ise geç taburcu olan grupta istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p<0.005). Çok değişkenli analiz, NLR ve CRP değerlerinin anlamlı bağımsız etkisini gösterdi (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada; lenfositlerin azalması, NLR ve CRP değerlerinin yükselmesi, apendiks çapının artması ve BT’de periapendiks çevresinde serbest sıvı bulunmasının hastaların apendektomi sonrası hastane yatış süresini etkilediği görüldü. Bu risk faktörlerine sahip hastalara; rutin dren yerleştirilmesi, normal gıdaya geç başlanması, taburculuk süresinin geç planlanması ve daha uzun hastanede kalış süresi konusunda bilgilendirilmeleri için öncelikli olarak seçilmelidir.

14. 
Avrupa ve Türkiye’de Acil Servise Bağlı Ölümlerin Çok Değişkenli Analizi
Multivariate Analysis of Emergency Department Related Deaths in Europe and Türkiye
Erkan Boğa, Kadir Yılmaz
doi: 10.14744/scie.2024.51482  Sayfalar 174 - 179
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırmada Avrupa (AB) ve Türkiye’de acil servise bağlı ölümlerin çok değişkenli analizinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Veri seti olarak, 2002-2021 yılları arasında AB ve Türkiye için Dünya Bankası Ülke Raporlarından derlenmdi. Bağımlı değişken olarak kaza, intihar ve hastalığa bağlı ölüm oranları kullanıldı. Bağımsız değişkenler sağlık harcamaları, kırsal nüfus ve nüfus artışı seçildi.
BULGULAR: Hastalık mortalitesi, kırsal nüfus ve nüfus artışı Türkiye’de anlamlı derecede yüksekken, intihar mortalitesi ve sağlık harcamaları AB’de anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Lokasyonun intihar mortalitesi (r=0.868; p<0.01), hastalık mortalitesi (r=-0.728; p<0.01), sağlık harcamaları (r=0.866; p<0.01) ve nüfus artışı (r=-0.866; p<0.01) ile ilişkisi istatistiksel olarak anlamlıydı. Yıl kontrollü korelasyon analizi sonuçlarına göre lokasyon ile intihar mortalitesi (r=0.997; p<0.01), hastalık mortalitesi (r=-0.976; p<0.01), sağlık harcamaları (r=0.957; p<0.01), kırsal nüfus (r=-0.745; p<0.01) ve nüfus artışı (r=-0.939; p<0.01) ile anlamlı ilişkisi vardı. Türkiye için kaza ölümleri ile nüfus artışı arasında anlamlı ve pozitif bir korelasyon vardı (r=0.572; p<0.01). İntihar mortalitesi ile sağlık harcamaları arasında anlamlı ve negatif bir korelasyon (r=-0.710; p<0.01), kırsal nüfusla ise pozitif bir korelasyon vardı (r=0.836; p<0.01). Hastalık mortalitesi ile sağlık harcamaları arasında anlamlı ve negatif bir korelasyon (r=-0,486; p<0,01), kırsal nüfusla ise pozitif bir korelasyon vardı (r=0.980; p<0.01). AB için kaza ölümleri sağlık harcamaları ile anlamlı ve negatif bir korelasyona sahipken (r=-0.798; p<0.01), kırsal nüfus ile pozitif bir korelasyona sahipti (r=0.998; p<0.01). İntihar mortalitesi ile sağlık harcamaları arasında anlamlı ve negatif bir korelasyon (r=-0.683; p<0.01), kırsal nüfusla ise pozitif bir korelasyon vardı (r=0.889; p<0.01). Hastalık mortalitesi ile sağlık harcamaları arasında anlamlı ve negatif bir korelasyon (r=-0.821; p<0.01), kırsal nüfusla ise pozitif bir korelasyon vardı (r=0.998; p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Karşılıklı bilgi alışverişi ve sağlık sistemi modeli analizleri, Türkiye’de hastalık kaynaklı ölümlerin, AB ülkelerinde ise intihar kaynaklı ölümlerin önlenmesinde faydalı olabilir.

15. 
Çocuk Yoğun Bakım Ünitesindeki Pediatrik Travma Vakalarının Kapsamlı Bir Analizi
Pediatric Trauma in a Tertiary Care Center: A Comprehensive Analysis Evaluation of Trauma Cases in Pediatric Intensive Care Unit
Cansu Günerhan, Abdulrahman Özel, Servet Yuce, Emrah Can, Meltem Erol
doi: 10.14744/scie.2024.16878  Sayfalar 180 - 185
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, tek merkezde üç yıl boyunca takip edilen çocuk travma hastalarının demografik özellikleri, travma nedenleri, prognozları ve travma tipleri retrospektif olarak incelenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2020 ve Ocak 2023 tarihleri arasında travma nedeniyle çocuk yoğun bakım ünitemize (tek merkezli, 8 yataklı) kabul edilen çocuk hastaların verileri bilgisayar kayıtlarından retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Bu çalışma, travma tanısı ile yoğun bakıma kabul edilen yaş ortalaması 75±59 ay olan 122 çocuk travma olgusunu (37 kız ve 85 erkek) içermektedir. En sık gözlenen travma tipi 68 olguda (%55.7) yüksekten düşme, en sık etkilenen anatomik bölge 75 olguda (%61.5) baş ve boyun bölgesi ve en sık görülen patoloji 55 olguda (%45.1) intrakraniyal hemorajiydi. Olguların %36’sında cerrahi müdahale gerekmiştir ve 22 olguda (%18) cerrahi müdahalenin en önemli nedeni yüksekten düşme olarak görülmüştür. Yoğun bakım ünitesinde 13 hasta (%10.6) exitus olmuştur, bu da %10.6’lık bir mortalite oranına işaret etmektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Travmalar, günümüzde pediatrik yaş grubunda önemli bir mortalite ve morbidite nedeni olmaya devam etmektedir.

16. 
Üçüncü Basamak Sağlık Kuruluşuna Başvuran İlk Trimesterdeki Gebe Kadınların D Vitamini Eksikliği Prevalansı ve Mevsimsellik Etkisi
Prevalence of Vitamin D Deficiency and Seasonality Effect in First Trimester Pregnant Women Referring to a Tertiary Health Care Institution
Kasım Turan, Betul Kuru
doi: 10.14744/scie.2024.90217  Sayfalar 186 - 190
GİRİŞ ve AMAÇ: Üçüncü basamak bir hastanede tıbbi bakım alan gebe kadınlarda düşük D vitamini düzeylerinin prevalansını ve bu seviyelerdeki mevsimsel değişimleri analiz ederek değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Şubat 2020 ile Şubat 2024 tarihleri arasında üçüncü basamak bir tıp kuruluşunun Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğinde yürütüldü. İlk antenatal kontrol sırasında yaş, parite, gestasyonel hafta, sigara kullanımı bilgisi, D vitamini seviyesi ve mevsim bilgisi kayıt altına alındı.
BULGULAR: Çalışmamıza 1101 gebe dahil edildi. Bu gebe kadınların 866’ında (%79) D vitamini eksikliği tespit edilirken, 866 gebenin 132’sinde D vitamini seviyesi 5 ng/ml’nin altında tespit edildi. Toplam çalışma grubunda vitamin D değeri ortalaması 13,71+/-9,18 iken, vitamin D eksikliği olan grupta 9,85+/-4,62 idi. Yaz ve sonbahar aylarındaki hipovitaminozis D prevalansı ise sırasıyla %72,8 ve %82 olarak tespit edildi. D vitamini eksikliği olan grubun mevsimsel D vitamini seviyelerinin ortalamasının eğilim eğrisi R2=0,0097 değeriyle rölatif olarak sabit kalmaktadır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmamızdan elde edilen bulgular, anne ve yenidoğan kas-iskelet sistemi ve kas-iskelet sistemi dışı sağlığı için D vitamini ile zenginleştirilmiş doğum öncesi multivitaminlerin uygulanmasını desteklemektedir.

17. 
Tükürük Bezi Tümörlerinde Bcl-2, Kaspaz-3 ve GSTP Ekspresyonlarının Prognostik Değerleri
The Prognostic Values of BCL-2, Caspase-3 and GSTP Expressions in Salivary Gland Tumors
Muharrem Atlı, Sema Çetin, Serpil Oguztuzun, Kayhan Başak, Gizem Kat Anıl, Sedat Aydın, Filiz Kardiyen, Mehmet Gökhan Demir, Can Yılmaz
doi: 10.14744/scie.2024.60133  Sayfalar 191 - 195
GİRİŞ ve AMAÇ: Tükürük bezi tümörlerinin çok sayıda tanısal, biyolojik ve histolojik belirtileri vardır; bunların her biri tanı, tedavi ve tümörlerin kategorize edilmesi açısından zorluklar oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, benign ve malign tükürük bezi tümörlerinde Bcl-2, kaspaz-3 ve GSTP’nin immünohistokimyasal ekspresyonlarını incelemek ve çeşitli klinikpatolojik değişkenlerle nasıl bağlantıları olduğunu değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya benign ve malign tükürük bezi tümörü tanısı almış, formalinle tamponlanmış ve parafine gömülü dokulardan oluşan 61 vaka dahil edilmiştir. İmmünohistokimya boyama işlemi, poliklonal anti-Bcl-2, anti-aspaz-3 ve anti-GSTP antikorları kullanılarak üreticinin tavsiyelerine göre gerçekleştirildi.
BULGULAR: Ortalama tümör çapı ile Bcl-2 ekspresyonu arasındaki korelasyonun istatistiksel olarak anlamlı olduğu gösterilmiştir (rs=0.258, p<0.05). Bcl-2 ve kaspaz-3 (rs=0.66, p<0.01), Bcl-2 ve GSTP (rs=0.61, p<0.01), kaspaz-3 ve GSTP (rs=0.73, p<0.01) ekspresyon düzeyleri tümör tipleri ile karşılaştırıldığında, pleomorfik adenoma tümör dokularında ekspresyon düzeyleri arasında anlamlı bir korelasyon bulunmuştur. Pleomorfik adenom, adenoid kistik karsinom ve mukoepidermoid karsinomlu dokularda Bcl-2 ekspresyonu en yüksek boyanma yoğunluğuna sahipken, GSTP ekspresyonu en düşük boyanma yoğunluğuna sahipti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Apoptoza dirençli tükürük bezi tümörlerinin yüksek düzeyde Bcl-2 ekspresyonuna sahip olduğu sonucu çıkarılabilir. Tümör çapı ve yüksek Bcl-2 ekspresyonu arasındaki pozitif korelasyon, tükürük bezi tümörlerinde kötü prognoza neden olabilir.

LookUs & Online Makale