1. | Henüz tamamlanmamış! (Türkçe) Front Matter Sayfalar I - X |
ARAŞTIRMA MAKALESI | |
2. | Özofagus Kanseri Cerrahisi Sonrası Anastomoz Kaçağı ve Mortalite Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi Evaluation of Risk Factors for Anastomotic Leakage and Mortality Following Esophageal Cancer Surgery Cemal Hacıalioğlu, Gizem Akcakoca, Ahmet Anar, Furkan Yağmur, Sedef Poşul, Aytaç Emre Kocaoğlu, Beril Kara Esen, Yasin Tosun, Hasan Fehmi Küçükdoi: 10.14744/scie.2024.76743 Sayfalar 197 - 201 GİRİŞ ve AMAÇ: Postoperatif anastomoz kaçağı, özofagus cerrahisinin en ciddi komplikasyonlarından biridir ve hasta morbidite ve mortalite riskini önemli ölçüde artırır. Bu çalışmanın amacı, özofagus kanseri cerrahisinde anastomoz seviyesinin postoperatif kaçak ve darlık oranlarına etkisini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ocak 2010 ile Şubat 2023 tarihleri arasında İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Genel Cerrahi Bölümü’nde özofagus kanseri nedeniyle ameliyat edilen 104 hasta alındı. BULGULAR: Takip sırasında 47 hastada mortalite meydana geldi. Mortalite gelişen hastalarda McKeown operasyonu, elle yapılan anastomoz ve lenfovasküler invazyon oranları, mortalite gelişmeyenlere göre anlamlı derecede yüksekti. TARTIŞMA ve SONUÇ: Risk faktörlerinin belirlenmesi ve uygun tekniğin seçilmesi komplikasyon oranlarını azaltabilir ve ameliyat sonrası sonuçları iyileştirebilir. |
3. | Kraniyosinostoz Ameliyatı Geçiren Pediatrik Hasta Popülasyonunda Eritrosit Süspansiyonlarının Artan Depolama Süresinin Hasta Sonuçları Üzerindeki Etkileri Effects of Increased Storage Period of Erythrocyte Suspensions on Patient Outcomes in Pediatric Patient Population Undergoing Craniosynostosis Surgery Ayten Saraçoğlu, Gamze Cabakli, Gül Çakmak, Can Kıvrak, Canan Eren, Tumay Umurogludoi: 10.14744/scie.2024.88609 Sayfalar 202 - 208 GİRİŞ ve AMAÇ: Kraniyosinositoz cerrahisi sırasında geniş insizyon alanının yol açtığı kanama nedeniyle gereken kan transfüzyonu, kanın oksijen taşıma kapasitesinin devamlılığını sağlamak için gerekli olmakla beraber, önemli riskleri bulunmaktadır. Günümüzde kan ve kan ürünlerinin depolama süresiyle değişen içeriğine bağlı gelişen ciddi komplikasyonların postoperatif dönemde hasta sonuçlarını etkileyebileceği de düşünülmektedir. Bu çalışmadaki amacımız, kraniyosinositoz cerrahisi geçirmiş olan pediyatrik hasta grubunda eritrosit süspansiyonunun depolama süresinin postoperatif dönemde hasta sonuçları üzerine etkisini belirlemektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak planlanan çalışmamıza, hastane bilgi sistemi ve anestezi izlem kayıtlarından verileri alınarak 2018-2021 yılları arasında kraniyosinositoz cerrahisi geçirmiş olan 2-24 aylık 56 hasta alındı. Hastalar verilen eritrosit süspansiyonu (ES) ve taze donmuş plazmanın (TDP) depolama süresine göre (donörden alındığı gün ile hastalara transfüze edildiği gün arası süre) 10 günün altında olan ve 10 günün üzerinde olan şeklinde gruplara ayrıldı. Hastaların demografik verileri, ortalama arteryel kan basıncı, vücut sıcaklığı, hemoglobin (Hb), INR, trombosit (PLT) değerleri, intraoperatif kanama, transfüzyonu miktarı, verilen kristalloid ve kolloid sıvı miktarı, operasyon süresi, anestezi süresi, komplikasyonlar, postoperatif yoğun bakımda (YBÜ) kalış süresi, drenaj ile verilen transfüzyon miktarı ve hastanede kalış süresi kaydedildi. BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 8.27+6.294 ay idi. İntraoperatif dönemde kullanılan ES’lerin depolama süresi, ES ve kristalloid miktarı ile postoperatif drenaj arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. İntraoperatif TDP transfüzyonu ile YBÜ’de ölçülen Hb değerlerinin değişimi ve intraoperatif ES transfüzyonu ile YBÜ çıkış PLT değerleri arasında negatif yönlü korelasyon saptandı (p<0.05). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonuçlarına göre ES ve TDP’lerin depolama süresindeki kısalmanın postoperatif drenaj üzerine olumlu etkisi olabileceği kanısına varıldı. Ancak hastane ve YBÜ’de kalış üzerine bir etkisinin varlığı gösterilememesi daha büyük ölçekli çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşündürmüştür. |
4. | Büyük Dil Modeli ve Tıp Eğitimi: Göğüs Cerrahisi Sorularında İnsan ve Yapay Zeka Yanıtlarının Değerlendirilmesi Large Language Model and Medical Education: Evaluation of Human and Artificial Intelligence Responses to Thoracic Surgery Questions Mesut Buz, Recep Demirhandoi: 10.14744/scie.2024.91129 Sayfalar 209 - 212 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, bir büyük dil modeli olan ChatGPT-4’ün, göğüs cerrahisi sorularına 5. sınıf tıp öğrencileri ile karşılaştırmalı olarak yanıt verme performansını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın hedefi, ChatGPT-4’ün tıp eğitiminde bir eğitim aracı olarak potansiyelini değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada, 10 beşinci sınıf tıp öğrencisi ve ChatGPT-4’ün yer aldığı retrospektif karşılaştırmalı bir analiz yapıldı. Her katılımcı, göğüs cerrahisiyle ilgili 40 çoktan seçmeli soruyu yanıtladı. Öğrencilerin puanları, ChatGPT-4 tarafından üretilen puanlarla karşılaştırıldı. Performans farklarının anlamlılığını belirlemek için bağımsız örneklem t-testi kullanılarak istatistiksel analiz yapıldı. BULGULAR: Öğrencilerin puanları %80 ile %97.5 arasında değişmiş ve ortalama puan %88.25 (SD=5.63) olarak hesaplanmıştır. ChatGPT-4, aynı soru setinde %95 puan almıştır. T-testi sonuçları, öğrencilerin puanları ile ChatGPT-4’ün puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğunu göstermiştir (t=-3.98, p=0.00088). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışma, ChatGPT-4’ün göğüs cerrahisi sorularına doğru yanıtlar verebildiğini ve 5. sınıf tıp öğrencilerinin performansını aştığını göstermiştir. Bu durum, büyük dil modellerinin tıp eğitiminde değerli eğitim araçları olarak potansiyelini ortaya koymaktadır. Ancak, modelin farklı tıbbi disiplinler ve soru türleri üzerindeki performansını değerlendirmek için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. |
5. | İdiyopatik Skolyozda Denge ve Yürümenin Değerlendirilmesi Evaluation of Balance and Gait in Idiopathic Scoliosis Tuğba Özüdoğru Çelik, Saadet Selin Koç, Elif Yalçın, Hüma Bölük Şenlikci, Nilüfer Kutay Ordu Gökkayadoi: 10.14744/scie.2024.71354 Sayfalar 213 - 218 GİRİŞ ve AMAÇ: İdiyopatik skolyoz (İS), koronal düzlemde 10 dereceden fazla lateral sapma olarak radyografik olarak tanımlanan, sagital ve transvers düzlem değişiklikleriyle kendini gösteren, omurganın üç boyutlu bir deformitesidir. Denge ve yürüme günlük yaşamın en yaygın aktiviteleridir. Çalışmamızda, ilerleme riski azalmış ve eğrilikleri genellikle stabil olan İS bireylerinde eğriliğin denge ve yürüyüş üzerindeki etkisini analiz etmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 34 İS hastası ve 34 sağlıklı birey alındı. Tüm katılımcılara sosyo-demografik ve fiziksel özellikleri soruldu. Denge parametreleri, yerleşik kuvvet sensörleri ve tutacakları olan Huber 360 adlı çok eksenli, motorlu bir platform sistemi kullanılarak kaydedildi. Katılımcıların yürüme analizi, Zebris FDM tip 3 (Zebris Medical GmbH, Almanya) yürüme platformu kullanılarak gerçekleştirildi. BULGULAR: Yürüme parametreleri incelendiğinde, adım atma süresi ve yürüme döngüsü süresi İS grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla, p=0.007 ve p=0.008). Buna karşın, kontrol grubunun sağ ayak yükleme yanıtı ve yürüme hızı skolyoz grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla, p=0.006 ve p=0.0003). Gözler kapalıyken stabilite hızı İS grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla, 14.55±3.5 mm/s ve 12.6±4.6 mm/s, p=0.012). Diğer denge ve yürüyüş özellikleri açısından gruplar arasında anlamlı bir fark gözlenmedi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, İS hastalarında denge ve yürüyüşün etkilendiğini ve skolyozlu bireylerin sağlıklı bireylere göre zayıf denge ve yürüme becerilerine sahip olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle skolyoz rehabilitasyonunda omurga eğriliklerinden kaynaklanabilecek denge ve yürüyüş sorunlarının mutlaka dikkate alınması gerekmektedir. |
6. | Semptomatik Baziler Arter Stenozunun Endovasküler Tedavisinin Perioperatif ve 90 Günlük Klinik ve Radyolojik Sonuçları Perioperative and 90-day Clinical and Radiological Results of Endovascular Treatment of Symptomatic Basilar Artery Stenosis Ayşenur Önalan, Erdem Gürkaşdoi: 10.14744/scie.2024.67878 Sayfalar 219 - 223 GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı, en iyi medikal tedavi altında tekrarlayan inme nedeni ile endovasküler tedavi uyguladığımız baziler arter stenozu olgularımızın tedavi güvenliği ve etkinliğini değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ateroskleroza bağlı şiddetli baziler arter stenozu (%70-99) olan, en iyi medikal tedavi altında geçici iskemik atak veya iskemik inme geçiren ve endovasküler tedavi uygulanan hastalar geriye dönük incelendi. Birincil sonuçlar, stent yerleştirilmesinden sonra 90 gün içinde iskemik veya hemorajik inme ve hastanede yatış sırasında endovasküler prosedürden kaynaklanan ölümdü. İkincil sonuçlar başarılı revaskülarizasyon (rezidüel stenoz <%30) ve işleme bağlı komplikasyonlar olarak belirlendi. BULGULAR: Hastaların 19’unun yaş ortalaması 65 (IQR, 53-68.5) olup %74’ü erkekti. Stenozun en fazla görüldüğü alan BA’nın proksimal üçte birlik kısmı (%63) olurken, bunu orta üçte birlik kısım (%37) takip etti. Mori sınıflamasına göre lezyon tipi en sık %53 ile Mori A ve 42% Mori B ile idi. Stent öncesi darlık oranı ortalaması %85 (IQR, 80-90%), iken başarılı stent yerleştirme sonrası ortalama %16 (IQR, 11-20) rezidüel stenoz izlendi. Çalışmaya alınan 19 hastanın 18’sinde başarılı stent uygulandı (%95). İşlem sırasında 1 hastada damar perforasyonu ve 1 hastada diseksiyona bağlı iskemi gelişti. Mortalite oranı %5 (1/19) idi. PTA yapılan bir hastada asemptomatik stent restenozu izlendi. Bu süreçte hiçbir hastada tekrarlayan iskemik inme görülmedi. Üçüncü ay mRS skoru 1 (IQR, 0-1.5) idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Baziler arter stenozunun endovasküler tedavisi potansiyel perioperatif komplikasyon riskleri barındırmakla birlikte tecrübeli mer-kezlerde güvenli ve etkin tedaviler gibi görünmektedir. Balon anjiyoplasti ve stentlemenin etkinlik ve güvenlik sonuçlarını doğrulamak için randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır. |
7. | Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Spinal Müsküler Atrofi Kohortları Üzerine Bir Çalışma A Study of The Spinal Muscular Atrophy Cohorts in The Eastern Anatolia Region of Türkiye Oğuzhan Yaralı, Ozge Beyza Gündoğdu Öğütlü, Serdar Sarıtaş, Mustafa Can Güler, Filiz Keskindoi: 10.14744/scie.2024.82542 Sayfalar 224 - 229 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, hastalığın genetik temelini ve özellikle SMN1 ve SMN2 genlerinin alel sayısının hastalığın ilerlemesi üzerindeki etkisini araştırmak için Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesindeki SMA hastalarında genetik bir kohort çalışması yapmaktır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, Erzurum Şehir Hastanesi’nde Erzurum Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin etik onayı ile yürütülmüştür. SMA ön tanısı olan toplam 348 hastaya genetik test uygulandı. SMN1 ve SMN2 genlerindeki ekzon 7 ve 8 delesyonları PCR-RFLP yöntemi ile analiz edildi. BULGULAR: SMN1 ve SMN2 genlerinin ekzon 7 ve ekzon 8 bölgelerindeki alel sayıları incelenerek SMN1 geninin hiç kopyası olmayan (0 alel) 41 hasta ve potansiyel taşıyıcı olarak değerlendirilen 112 birey belirlendi. SMN2 genindeki alel sayısının dağılımı analiz edilmiş ve hastalığın klinik şiddeti üzerinde önemli bir etkisi olduğu gösterilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesindeki SMA hastalarının genetik kohort analizini sunmakta ve SMN1 ve SMN2 genlerindeki alel sayısının hastalığın ilerlemesi üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Bulgular, cinsiyetin hastalık yaygınlığı ve taşıyıcılık durumu üzerinde sınırlı bir etkiye sahip olduğunu öne sürerek, SMA’nın genetik teşhisi ve yönetimi konusunda önemli bilgiler sağlamaktadır. Araştırma ayrıca bölgesel genetik tarama ve danışmanlık hizmetlerinin geliştirilmesinin kritik önemini vurgulamaktadır. |
8. | Nonbiliyer Akut Pankreatit ile Takip Edilen Diyabetik ve Non-diyabetik Hastaların Pankreatit Şiddet Skorları ve Hastane Yatış Sürelerinin Değerlendirilmesi Analysis of Pancreatitis Severity Scores and hospitalization length of Diabetic and Non-diabetic Patients with Nonbiliary Acute Pancreatitis Meryem Dumlu, Banu Boyuk, Tunahan Refik Dumlu, Hande Ermandoi: 10.14744/scie.2024.52243 Sayfalar 230 - 237 GİRİŞ ve AMAÇ: Akut pankreatit (AP) seyrinde skorlama sistemlerini karşılaştıran birçok çalışma vardır, ancak diyabetli hastalarda skorlama sistemlerinin karşılaştırmalı analizleri sınırlıdır. Çalışmamızda birden fazla skorlama sistemi kullanan hastaları karşılaştırmayı ve diyabetli bireylerde hastanede kalış süresini (HKS) tahmin etmede tercih edilebilecek bir skorlama sisteminin olup olmadığını araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Dahiliye kliniğinde AP ile takip edilen hafif ve orta şiddetli akut pankreatit hastaları geriye dönük olarak değerlendirildi. Diyabetli ve diyabetsiz hastalar demografik özellikleri, laboratuvar ve görüntüleme bulgularına göre iki grupta incelendi. Ranson, Sistemik İnflamatuvar Yanıt Sendromu (SIRS), Akut Pankreatitte Yatak Başı Şiddet İndeksi (BISAP), Modifiye Glasgow II Skorlaması (IMRIE), Zararsız Akut Pankreatit Skoru (HAPS), Balthazar ve Bilgisayarlı Tomografi Şiddet İndeksi (CTSI) skorları hesaplandı. BULGULAR: Diyabetli AP hastalarında serum trigliserit, lökosit, CRP ve prokalsitonin düzeyleri daha yüksekti (p<0.05). Diyabetik olmayan hastalarda serum amilaz düzeyleri biraz daha yüksekti (p<0.05). Diyabet varlığı, başvuru anında Ranson, SIRS ve Imrie skorları ile pozitif korelasyon gösterdi (p<0.05; r=0.437; r=0.274; r=0.317). Ciddiyet skorlarından sadece CTSI skoru >7 günden fazla yaşam süresi olan hastalarda anlamlı olarak daha yüksektir (p<0.004). Ayrıca DM varlığına göre HKS’ta farklılık görülmezken (p=0.840), HKS’si yüksek olan hastalarda ortalama HbA1c değerleri daha yüksekti (p=0.037). Regresyon analizi sonucunda erkek cinsiyet ve daha yüksek CTSI puanı artan HKS ile ilişkilidir (OR=0.266, p=0.037 vs OR=1.579, p=0.022). TARTIŞMA ve SONUÇ: Skorlama sistemlerinden IMRIE, SIRS, Ranson skorları hafif-orta şiddette AP diyabetli hastalarda diyabetik olmayan hastalara göre daha yüksektir. Ayrıca bu spesifik hasta grubunda erkek cinsiyet ve daha yüksek CTSI skorları artan HKS ile ilişkilidir. |
9. | Retrorektal Tümör Cerrahisi: Tek Merkez Çalışması Retrorectal Tumor Surgery: Single Center Study Mehmet Karahan, Cemal Hacıalioğlu, Selçuk Kaya, Osman Akdoğan, Önder Altın, Gökalp Okut, Hasan Fehmi Küçükdoi: 10.14744/scie.2024.02703 Sayfalar 238 - 242 GİRİŞ ve AMAÇ: Retrorektal veya presakral tümörler, teşhisi zor ve patolojik olarak heterojenite gösteren nadir tümörlerdir. Bu tümörlerin kesin insidansı bilinmemekle birlikte, üçüncü basamak sağlık merkezlerinde yıllık olarak 1-6 vaka görüldüğü tahmin edilmektedir. Bu çalışmanın amacı, 2012 ve 2022 yılları arasında hastanemiz Genel Cerrahi kliniğinde retrorektal tümör tanısı alarak cerrahi tedavi gören hastaların klinik ve cerrahi sonuçlarını değerlendirmektir. YÖNTEM ve GEREÇLER: 2012 ve 2022 yılları arasında hastanemiz Genel Cerrahi Kliniği’nde retrorektal tümör tanısı alarak cerrahi tedavi gören 23 hasta üzerinde retrospektif bir analiz yapılmıştır. Çalışma için etik kurul onayı alınmış olup, hastaların demografik verileri, başvuru semptomları, radyolojik görüntüleme yöntemleri, cerrahi detaylar ve postoperatif sonuçlar kaydedilmiştir. Tüm hastalar ameliyat öncesi radyolojik olarak değerlendirilmiş ve cerrahi yaklaşım tümörün lokalizasyonuna göre belirlenmiştir. BULGULAR: Retrorektal tümörler genellikle genç-orta yaş erişkin grubunda görülmekte olup, çalışmamızdaki hastaların demografik ve klinik özellikleri literatürdeki diğer çalışmalarla uyumludur. Çoğu vakada benign tümörler saptanırken, bazı malign vakalar da gözlenmiştir. Bu durum retrorektal tümörlerin cerrahi tedavisinin önemini vurgulamaktadır. Literatürde, retrorektal tümörlerin cerrahi tedavisinin genellikle başarılı sonuçlar verdiği, benign tümörlerde cerrahi eksizyonun yeterli olduğu, malign tümörlerde ise radikal cerrahi yaklaşımların gerektiği belirtilmektedir. Çalışmamızda cerrahi yaklaşım tümörün lokalizasyonuna ve özelliklerine göre belirlenmiş, komplikasyonlar uygun yöntemlerle yönetilmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Retrorektal tümörler nadir görülen ve cerrahi tedavi gerektiren lezyonlardır. Deneyimli merkezlerde yapılan cerrahi müdahaleler başarılı sonuçlar vermekte ve düşük nüks oranlarına sahiptir. Bu tümörlerin yönetimi ve cerrahi tedavisi, tümörün görüntüleme bulgularının ve lokalizasyonunun değerlendirilmesi ile başarılı bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Bu çalışma, retrorektal tümörlerin cerrahi tedavisinde kapsamlı bir yaklaşım sunarak, uygun cerrahi stratejilerin belirlenmesi ve komplikasyonların yönetimi açısından önemli bir katkı sağlamaktadır. |
KLINIK VE DENEYSEL ARAŞTIRMALAR | |
10. | Posterior Servikal Spinal Enstrümantasyonda Uygulama Güvenliği İçin Pedikül Çapları ve Açılarının Üç Boyutlu Bilgisayarlı Tomografi İle Ölçümleri Three-Dimensional Computed Tomography Measurements of Pedicle Diameters and Angles for the Safety of Posterior Cervical Spinal Instrumentation Ali Börekci, Tufan Hiçdönmezdoi: 10.14744/scie.2024.46690 Sayfalar 243 - 247 Amaç: Servikal pedikül vida tekniği omurganın sagital diziliminin restorasyonu için yüksek korreksiyon kabiliyeti sağlayarak rijit fiksasyona olanak sağlar. Tekniğin zorluğu ve önemli nörovasküler yapılara komşuluğundan dolayı, cerrahlar alt servikal omurgada pedikül enstrümantasyonu yapmadan önce hastanın bireysel anatomisini ayrıntılı olarak değerlendirmelidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, posterior servikal spinal enstrümantasyonda C3-C7 arası vertebral pediküllerin genişlikleri, yükseklikleri, transvers açıları ve pedikül vidalarının maksimum uzunlukları, preoperatif dört yönlü direkt grafi, ince kesit bilgisayarlı tomografi (BT) ve 3 boyutlu bilgisayarlı tomografi (3B-BT) görüntüleri ile 50 erişkin hastada iki taraflı değerlendirilerek veritabanı elde edildi. Bulgular: Elde edilen verilere göre C3 vertebrasından C7 vertebrasına doğru kaudale doğru inildikçe pedikül yüksekliğinin, pedikül genişliğinin ve yerleştirilebilecek maksimum vida boyunun giderek arttığı; transvers pedikül açısının ise C3-5 arası artıp, C5-7 arası azaldığı belirlendi. Ortalama maksimum vida uzunluğu 29.7 mm ile 33.1 mm arasında bulundu. Sonuç: Bu değişkenlerin cerrahi uygulamalarda pedikül vidalarının pediküle uygun yerleştirilebilmesi için önemi vurgulandı. |
ARAŞTIRMA MAKALESI | |
11. | Sirotik Hastalarda Akut Varis Kanaması İçin İdeal Risk Puanlama Sistemi Nedir? What Is the Ideal Risk Scoring System for Acute Variceal Bleeding in Cirrhotic Patients? Yavuz Çağır, Muhammed Bahaddin Durak, Cem Simsek, Ilhami Yukseldoi: 10.14744/scie.2024.59751 Sayfalar 248 - 252 GİRİŞ ve AMAÇ: Akut varis kanaması ile başvuran sirotik hastalarda 3 aylık yeniden kanama ve mortaliteyi tahmin etmede üç risk skorlama sisteminin (Child-Turcotte-Pugh skoru (CTP), MELD skoru ve AIMS65 skoru) prediktivitesini değerlendirilmesi amaçlandı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Başvuru sırasında, hastaların tıbbi öykülerini, vital bulgularını, laboratuvar sonuçlarını, endoskopik bulgularını ve müdahalelerini prospektif olarak topladık. Klinik sonuçlar 3 aylık tekrar kanama ve mortalite olarak tanımlandı. BULGULAR: Üç skorlama sistemi arasında, CTP ve MELD skorları, her ikisi de AIMS65 skorundan istatistiksel olarak daha üstün olan (sırasıyla, AUC: 0.676, 0.665, 0.558) 3 aylık yeniden kanamayı predikte etmede benzer doğrulukta idi. Üç puanlama sisteminin (CTP, MELD, AIMS65) 3 aylık mortaliteyi öngörme kapasiteleri benzerdi ve yüksek doğruluk gösterdi (sırasıyla, AUC: 0.861, 0.753, 0.769). Yüksek riskli hasta grubunda MELD skorunun duyarlılığı daha anlamlı idi (%87.5). TARTIŞMA ve SONUÇ: Hesaplanması kolay olan üç skorlama sistemi, özellikle CTP skoru olmak üzere, tekrar kanama ve mortaliteyi öngörmede faydalı olabilir. |
12. | Prognostik Nutrisyonel İndeks ve Sistemik İmmün İnflamatuar İndeks: Periton Diyaliz Hastalarında Mortaliteyi Öngörebilirler mi? Prognostic Nutritional Index and Systemic Immune Inflamatory Index: Can They Predict Mortality in Peritoneal Dialysis Patients? Serap Yadigar, Pınar Özdemir, Murat Tuğcu, Erman Özdemir, Serkan Feyyaz Yalın, Meral Meşe, Ebru Asicioglu, Ergün Parmaksızdoi: 10.14744/scie.2024.29964 Sayfalar 253 - 261 GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik böbrek yetersizliğinde replasman tedavi yöntemlerinden biri olan periton diyalizi hastalarında nutrisyonel değerlendirme, mortalite ve morbidite açısından giderek önemli hale gelmektedir. Prognostik nutrisyonel indeksi (PNI) ve immün-inflamasyon indeksi (SII) ise birçok hastalıkta prognostik değeri gösterilmiş yeni bir inflamatuvar indekstir. Çalışmamızda PD hastalarında yüksek SII skorları ile düşük PNI skorları mortalite arasındaki ilişkiyi araştırdık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Periton diyalizi yapılan 84 hastada PNI VE SII skorları hesaplandı. Düşük PNI skoru ile yüksek SII skorları olan hastalar gruplara ayrıldı. Periton diyaliz hastalarında mortalite ve morbiditeyi öngöstermeleri açısından incelendi. BULGULAR: Düşük PNI grubunda mortalite oranı, yüksek skorlu PNI grubuna göre yüksekti (p=0.04). Düşük SII grubunda mortalite KT/v değerleri açısından gruplar arasında fark vardı (p=0.008). SII grubunda bu değer yüksek SII grubunda daha yüksekti ve iki grup arasında PTH değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0.024). TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda genel mortalite, düşük PNI grubunda daha yüksek bulunmuştur. Bu durum periton diyalizi hastalarında beslenme durumunun değerlendirilmesinde PNI skorunun da dikkate alınmasını desteklemektedir. Beklediğimiz gibi yüksek SII skoru olan hastalarda muhtemelen hasta sayımız az olduğu için, artmış mortalite ile bir ilişki bulamadık ancak bu hastaların diyaliz yeterlilik oranları daha düşük, kemik mineral metabolizması kontrolü daha kötü ve renal rezidüel idrar çıkışı daha düşüktü. Bu üç paramatrenin PD hastalarında mortaliteye katkıları bilinmektedir. |
13. | Kronik Lateral Ayak Bileği İnstabilitesi Araştırmalarının Bibliyometrik Analizi: Etkili Yayınların Haritalandırılması Bibliometric Analysis of Chronic Lateral Ankle Instability Research: Mapping the Landscape of Influential Publications Lercan Aslan, Cemil Cihad Gedik, Batuhan Yürük, Bedri Karaismailogludoi: 10.14744/scie.2024.82584 Sayfalar 262 - 268 GİRİŞ ve AMAÇ: Bilimsel literatürü niceliksel olarak değerlendiren bibliyometrik analiz yöntemiyle, Kronik Lateral Ayak Bileği İnstabilitesi (KLAI) alanındaki en çok alıntı yapılan ilk 100 yayını kapsamlı bir şekilde analiz etmeyi amaçladık. KLAI alanı içindeki ana araştırma temalarını, eğilimleri ve araştırmacılar, kurumlar ve ülkeler arasındaki işbirliği ağını tanımlamayı ve KLAI araştırmasının değişimine ve klinik uygulama ile hasta bakımına olan etkisine, kanıta dayalı tıp bağlamında içgörüler sunmayı hedefledik. YÖNTEM ve GEREÇLER: Web of Science veritabanı kullanılarak 2023 yılı sonuna kadar KLAI üzerine en çok alıntı yapılan 100 makale üzerinde bir bibliyometrik analiz gerçekleştirildi. Ortalama alıntı sayısı ve alıntı yoğunluğu hesaplandı. Yayın yılı, yazarlık, kurumsal ve coğrafi kökenler ve dergi isimleri gibi ilgili veriler kayıt altına alındı. Ayrıca, çalışmalar kanıt düzeyi, tasarım ve konu başlığına göre sınıflandırıldı ve alıntı metrikleriyle kanıt düzeyi, yayın on yılı ve dergi başlığı arasında olan korelasyonlar incelendi. Yazar uzmanlığının, kurumlararası işbirliklerinin ve yazar sayısı, kurum sayısı, sayfa sayısı ve referanslar gibi niceliksel yönlerin alıntı sayıları üzerindeki etkisi ek analizlerle incelendi. BULGULAR: KLAI konusunda en çok atıf almış ilk 100 makale üzerine yapılan analiz, atıf sayısı maksimum 1,074 ve makale başına ortalama 166.15±127.05 atıf ile atıf yoğunluğunun 2.50 ile 60.60 arasında değiştiğini ortaya koydu. Araştırmalar ağırlıkla Amerika Birleşik Devletleri’ndendi (52 çalışma), makale başına ortalama 4.42±4.32 yazarlıydı, 2 ila 18 sayfa arasındaydı ve 10 ila 260 arası referans içermekteydi. Kuzey Karolina Üniversitesi, sekiz makale ile öne çıkan bir kurum olarak belirlendi ve Hertel, 15 makaleye katkıda bulunmasıyla önemli bir yazar olarak tespit edildi. TARTIŞMA ve SONUÇ: KLAI üzerine yapılan bu bibliyometrik analiz, özellikle 2011-2020 yılları arasında yapılan son çalışmalara olan artan ilgiyi vurgulamakta ve çok merkezli araştırmaların önemini ve daha yüksek düzeyde kanıta olan ihtiyacı ortaya koymaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, İsveç ve Birleşik Krallık’ın ana katkıda bulunanlar olarak belirlenmesi, küresel işbirliği potansiyelini göstermektedir. |
14. | Endometriyal Patolojiler ile Trigliserit Glikoz İndeksi ve Vücut Şekli İndeksi Arasındaki İlişki: Retrospektif Kohort Çalışması Association Between Endometrial Pathologies and Triglyceride Glucose Index & Body Shape Index: Retrospective Cohort Study Serap Topkara Sucu, Tuğba Kolomuç Gayretli, Selver Özge Şefik, Eyüp Gokhan Turmuş, Candost Hanedan, Caganay Soysaldoi: 10.14744/scie.2024.06936 Sayfalar 269 - 275 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, premalign-malign endometrial patolojileri öngörmede trigliserid glukoz indeksi ve vücut şekil indeksi arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğine anormal uterin kanama nedeniyle başvuran ve endometrial biyopsi yapılan hastaların sonuçları tarandı. Benign patolojiler ve premalign-malign patolojiler olmak üzere iki grup oluşturuldu. Trigliserid glukoz indeksi, vücut şekil indeksi ve premalign-malign endometriyal patoloji arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için çoklu lojistik regresyon analizi yapıldı. Çalışma retrospektif bir kohort çalışmasıdır. BULGULAR: Endometriyal biyopsi öncesinde açlık kan şekeri ve açlık trigliseritleri ölçülen 579 hasta vardı. Dışlama kriterleri uygulandıktan sonra 330 hasta (yaş: 43-56) çalışmaya dahil edildi. Gruplar arasında yaş, kilo, bel çevresi, VKİ ve vücut şekil indeksi Z skorları açısından anlamlı farklılıklar gözlendi (p<0.05). Trigliserid glukoz indeksi, antropometrik ölçümler ve bel çevresi en yüksek AUC’ye sahipti. Regresyon analizi, trigliserit glukoz indeksi değerindeki bir birimlik artışın hastanın premalign-malign patolojiye sahip olma olasılığını 164 kat artırdığını göstermiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Obezite endometriyal patoloji olasılığını artırmaktadır. Bu nedenle, anormal uterin kanaması olan hastalarda trigliserit glukoz indeksi ile vücut şekil indeksi Z skorları arasındaki ilişkiye bakılması önerilmektedir. Bu yöntemlerin her ikisinin de hesaplanması basit ve uygun maliyetlidir. Hastaları bu hesaplamalarda belirlenen riskler hakkında bilgilendirmek ve önleyici tavsiyelerde bulunmak önemlidir. |
15. | Kadınlarda Demir Düzeyi ile Disfonksiyonel Adipoz İndeks Arasındaki İlişki Iron Levels and Dysfunctional Adipose Index in Women Osman Erinç, Almila Şenat, Türker Demirtakan, Soner Yeşilyurtdoi: 10.14744/scie.2024.04764 Sayfalar 276 - 280 GİRİŞ ve AMAÇ: Serum demir düzeyleri ile yağ dokusu ve metabolik parametreler arasındaki karmaşık bağlantı birçok klinik çalışmanın konusudur. Bu doğrultuda çalışmamızda serum demir durumu ile disfonksiyonel adipoz indeks (DAİ) arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Tek merkezli retrospektif çalışmamıza hasta grubu olarak demir eksikliği olan 32 kadın, kontrol grubu olarak ise demir eksikliği olmayan 45 kadın dahil edildi. Bireylerin demografik verileri, laboratuvar testleri, boy, kilo ve bel çevresi (BÇ) ölçümleri hastanemiz kayıtlarından elde edildi. DAİ şu formülle hesaplandı: [BÇ/[24.02+[2.37* vücut kitle indeksi]]*[trigliserid (mmol/L)/1,32]*[1.43/yüksek yoğunluklu lipoprotein (mmol/L)]. BULGULAR: Hemoglobin değerleri ve ferritin, total demir bağlama kapasitesi, transferrin satürasyonu gibi demir parametreleri açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulduk (p<0.001). Gruplar arasında bel çevresi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken (p<0.001), diğer DAİ bileşenleri açısından farklılık yoktu. Ayrıca DAİ ile serum demiri, ferritin düzeyleri ve transferrin satürasyonu arasında da güçlü bir negatif korelasyon tespit ettik (sırasıyla, r=-0.321, p=0.004; r=-0.416, p<0.001; r=0.359, p=0.001). TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, serum demir parametreleri ile bir metabolik risk belirteci olarak DAI arasındaki etkileşime ilişkin mevcut literatüre katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Çalışmamızın sonuçları, toplumda yaygın olarak görülen ve küresel sağlık sorunu oluşturan demir eksikliği ile özellikle bel çevresi artışı arasındaki yakın ilişkiye dikkati çekip klinik değerlendirmede bu iki antitenin etkileşimlerinin önemini vurgulamaktadır. Bununla birlikte, mevcut literatürün çelişkili sonuçları bu ilişkinin karmaşıklığını vurgulamakta ve özellikle yüksek bel çevresi ve DAI seviyelerine sahip bireyler arasında serum demir parametrelerinin rolünün daha ayrıntılı bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için daha büyük, iyi tasarlanmış prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulduğuna işaret etmektedir. |
KLINIK VE DENEYSEL ARAŞTIRMALAR | |
16. | Herscovici Tip C Medial Malleol Kırıklarında Tam Yivli Kanüle Vida, Yarım Yivli Kanüle Vida ve Gergi Bandı ile Tespitin Karşılaştırılması: Retrospektif Bir Klinik Çalışma Comparison of Fully Threaded Cannulated Screw, Half Threaded Cannulated Screw, and Tension-Band Wiring in the Fixation of Herscovici Type C Medial Malleolus Fractures: A Retrospective Clinical Study Suat Batar, Muhammed Enes Karataş, Furkan Başak, Mehmet Mete Oruç, Bahattin Kemah, Serdar Kamil Çepnidoi: 10.14744/scie.2024.26234 Sayfalar 281 - 287 Amaç: Medial malleol kırıklarında anatomik redüksiyon sağlamak ve erken mobilizasyonu mümkün kılmak için genellikle cerrahi tedavi tercih edilir. Bu çalışma, Herscovici Tip C medial malleol kırıklarının tension-band wiring (TBW) ve yarım ve tam yivli kanüle vidalar kullanılarak tespit edilmesinin klinik ve radyolojik sonuçlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışma, Ocak 2012 ile Aralık 2022 arasında izole medial malleol kırığı nedeniyle ameliyat edilen 18-65 yaş arası hastaları içermektedir. Bir yıldan az takip süresi olanlar, Herscovici Tip C dışındaki kırıkları olanlar, açık kırıkları olanlar, başka implant kullananlar veya takibi kaybedilenler çalışma dışı bırakıldı. Radyolojik değerlendirmeler, preoperatif anteroposterior, lateral ve mortis radyografileri ile bilgisayarlı tomografi taramaları kullanılarak yapıldı. Talokrural açı, köşe açısı ve talus ile tibia tavanı arasındaki hizalanma değerlendirildi. Klinik sonuçlar, Amerikan Ortopedik Ayak ve Ayak Bileği Derneği (AOFAS) Ayak Bileği-Arka Ayak Skalası kullanılarak ölçüldü. İstatistiksel analiz SPSS yazılımı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Toplam 178 hasta çalışmaya dahil edildi: 55’i (%30.9) TBW tespiti, 60’ı (%33.7) yarım yivli kanüle vida tespiti ve 63’ü (%35.4) tam yivli kanüle vida tespiti uygulandı. Ortalama takip süresi 76 ay ve ortalama yaş 32.2 yıldı. TBW grubunun takip süresi diğer gruplara göre anlamlı derecede daha uzundu (p=0.000), yarım ve tam yivli vida grupları arasında fark yoktu. Kırık tarafı, travma mekanizması veya implant çıkarma ihtiyacı açısından gruplar arasında fark yoktu. Postoperatif talokrural açı gruplar arasında benzerdi (p=0.530). Postoperatif köşe açısı, TBW grubunda (ortalama: 63.4), yarım yivli (ortalama: 65.8) ve tam yivli (ortalama: 65,2) vida gruplarına göre anlamlı derecede daha düşüktü (p=0.049). AOFAS skorları, yarım yivli vida grubunda (ortalama: 89,1), TBW (ortalama: 84.2) ve tam yivli vida gruplarına (ortalama: 85.9) göre anlamlı derecede daha yüksekti (p=0.02). Talus’un üst yüzeyi ile anterior tibia tavanı arasındaki hizalanma açısından yarım ve tam yivli vida grupları arasında anlamlı fark bulunmadı. TBW grubunda yanlış hizalanmış eklem sayısı diğer gruplara göre anlamlı derecede daha yüksekti (p=0.000). Sonuç: Radyolojik sonuçlar, yarım ve tam yivli kanüle vida tespiti gruplarında TBW tespiti grubuna göre daha iyiydi. AOFAS skorları, yarım yivli vida tespiti grubunda en yüksekti. Komplikasyonlar açısından gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı. Çalışmada, kanüle vida tespitinin izole medial malleol kırıklarının tedavisinde TBW tespiti yöntemine göre daha güvenli ve etkili bir yöntem olduğu sonucuna varıldı. |
ARAŞTIRMA MAKALESI | |
17. | Diyabetik Ketoasidoz Hastalarında Mortalite Riskinin Belirlenmesinde Hızlı Akut Fizyoloji Skoru ve Hızlı Acil Tıp Skorunun Öngörü Gücü The Predictive Power of Rapid Acute Physiology Score and Rapid Emergency Medicine Score in Mortality Risk of Diabetic Ketoacidosis Patients Avni Uygar Seyhan, Rohat Ak, Yeşim Aylin Kalafat Demirdağ, Ahmet Şahin, Yunus Emre Erdoğan, Burcu Ağırbaş, Mukaddes Kübra Melemez, Şevval Dekedoi: 10.14744/scie.2024.03880 Sayfalar 288 - 292 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışma, acil serviste diyabetik ketoasidoz (DKA) hastalarında mortalite tahmininde Rapid Emergency Medicine Score (REMS) ve Rapid Acute Physiology Score (RAPS) skorlarının etkinliğini değerlendirmeyi amaçladı. YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif kesitsel bir çalışma, 1 Haziran 2021 - 1 Haziran 2022 tarihleri arasında bir üçüncü basamak hastanenin acil servisine başvuran ve DKA tanısı alan 111 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Dahil edilme kriterleri, Amerikan Diyabet Derneği tarafından tanımlanan DKA tanı kriterlerine sahip 18 yaş ve üzeri hastaları içeriyordu. Vital bulgular, laboratuvar sonuçları ve klinik sonuçlara ilişkin veriler toplandı. REMS ve RAPS skorlarının mortaliteyi tahmin etme gücü, her bir skor için eğri altındaki alanı (EAA) belirlemek amacıyla ROC (Receiver Operating Characteristic) eğrisi analizi kullanılarak değerlendirildi. Verilerin analizi için tanımlayıcı istatistikler ve parametrik olmayan testler kullanıldı. BULGULAR: Bu çalışmaya toplam 111 DKA hastası alındı. Kohort, 64 erkek (%57.6) ve 47 kadından (%42.3) oluşmakta olup, yaş ortalaması 51.86±20.27 yıldır. Hastalardan 7’si (%6.31) taburcu edilirken, 56’sı (%50.45) servise, 35’i (%31.53) yoğun bakım ünitesine (YBÜ) kabul edilmiş ve 13 hasta (%11.71) hayatını kaybetmiştir. REMS skoru, DKA hastalarında mortaliteyi öngörmede RAPS skoruna kıyasla daha yüksek bir prediktif güce sahip olup, EAA değeri 0.712 iken, RAPS skoru için bu değer 0,60 olarak bulunmuştur. TARTIŞMA ve SONUÇ: REMS skoru, DKA hastalarında mortaliteyi tahmin etmede RAPS skorundan daha etkili bir araç olarak öne çıktı. Yüksek doğruluğu ve güvenilirliği göz önüne alındığında, REMS skoru, acil servislerde DKA yönetiminde erken uyarı sistemi olarak değerli olabilir. REMS skorunun benzer kritik durumlarda rutin kullanımının değerlendirilmesi önerilmektedir. |
18. | Yüksek Enerjili Travma Sonucu Oluşan Torakolomber Kırıklı Çıkıkların Yönetimi: Klinik Vaka Serisi Management of Thoracolumbar Fracture Dislocation Resulting from High Energy Trauma: Clinical Case Series Ali Börekçi, Pinar Kuru Bektaşoğlu, Julide Hazneci, Ali Fatih Ramazanoğlu, Erhan Celikoğludoi: 10.14744/scie.2024.21549 Sayfalar 293 - 297 GİRİŞ ve AMAÇ: Torakolomber kırıklı çıkıklar, yüksek enerjili travmaya neden olan kaza öyküsü olan hastalarda önemli bir morbidite nedenidir. Bu tür omurga travmalarında omurganın üç sütunu da yüksek enerji nedeniyle etkilenir ve ciddi nörolojik defisitlere neden olabilir. Stabilizasyon endike olduğunda iki ana cerrahi seçenek vardır. Kısa segment ve uzun segment stabilizasyon seçeneklerinin kendilerine göre avantaj ve dezavantajları bulunmaktadır. Bu raporda uzun segment stabilizasyonu ile tedavi edilen torakolomber kırıklı çıkıklı olgu serimizin sonuçlarını sunacağız. Olgu serimizde acil cerrahi tedavi uyguladığımız 6 hastanın 4’ünde 8 saat içinde nörolojik iyileşme sağlandı. Acil cerrahi tedavi ile yapılan redüksiyon, stabilizasyon ve dekompresyonun hastaların nörolojik iyileşmesi üzerine olumlu etkileri olduğunu gösterdik. YÖNTEM ve GEREÇLER: BULGULAR: TARTIŞMA ve SONUÇ: |
OLGU SUNUMU | |
19. | Akciğer Adenokarsinomunun Nadir Metastazı: Dil Metastazı Lung Adenocarcinoma’s Rare Metastasis: Tongue Metastasis Saibe Fulya Elmastaş Akkuşdoi: 10.14744/scie.2024.39269 Sayfalar 298 - 300 Oral kavite tümörleri incelendiğinde metastatik tümör görülme oranı oldukça düşüktür. Bu metastazların çoğu mandibulaya olmakla beraber az bir kısmı yumuşak dokuya olmaktadır. Genel olarak akciğer kanserinin metastazlarına bakıldığında ise en sık beyin, sürrenal, kemik, karşı akciğer metastazı görülürken dile metastaz oranları yaklaşık olarak %0.2-1.6 olarak bildirilmiştir. Dilde metastaz saptanan akciğer kanseri tanılı hastaların genellikle prognozu kötü seyretmektedir. Bu sebeple erken tanı konulması önemlidir. Bu olgu sunumunda tarafımıza disfaji ile başvuran dil metastazı saptanan akciğer adenokarsinomlu 62 yaşında erkek hasta sunulması amaçlandı. Hastada dil ve servikal lenf nodu metastazları dışında uzak metastazı saptanmadı. Evre 4 akciğer adenokarsinomu tanısı konulan hastaya sistemik tedavi başlandı. |