ARAŞTIRMA MAKALESI | |
1. | Ağrı Ünitesine Başvuran Kanserli Hastaların Retrospektif Değerlendirilmesi Retrospective Assessment Of Cancer Patients Referring Pain Unit Tamer Kuzucuoğlu, Ayşenur Boztepe, Hakan Erkal, Yaman Özyurt, Zuhal ArıkanSayfalar 143 - 145 AMAÇ: Bu çalışmada, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ağrı Tedavi Ünitesi’ne 1 Mart 2000-1 Mart 2001 tarihleri arasında başvuran 60 kanserli vaka retrospektif olarak incelemeye alınmış, hastaların demografik verileri (yaş, cins), neoplazmanın lokalizasyonu, tümör ve ağrı yayılımı, analjezik amaçlı kullandıkları oral ve parenteral ilaçlar ile uygulama yolları, uygulanan invaziv yöntemler, aldıkları kemoterapi ve radyoterapi uygulamaları ile geçirdikleri operasyonlar, takip ve kontrol sayıları ile analjezik yöntemlere bağlı olarak açığa çıkan komplikasyonları ortaya koymak amaçlanmıştır. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
2. | Pankreas Karsinomlu Olguların Değerlendirilmesi Evaluation Of Pancreatic Cancer Cases Yener Koç, Haluk Sargın, Cengiz Gemici, Füsun Bölükbaşı, Mahmut Gümüş, Mustafa Tekçe, Taflan Salepçi, Ali YaylaSayfalar 146 - 148 AMAÇ: Pankreas kanserleri günümüzde hala çözülmemiş büyük bir sağlık problemi olmayı sürdürmektedir ve tedavisinde çeşitli protokoller uygulanmaktadır. Bu nedenle pankreas karsinomlu hastalarımızın verilerini değerlendirmeyi amaçladık. 1997-2002 yılları arasında izlenen 24 hasta [Erkek/kadın: 18/6, yaş ortalaması 57,46 (37-75) yıl] retrospektif olarak değerlendirildi. Medyan izlem süresi 12 (3-55) ay idi. Olguların 17’si (%70,8) opere edilmişti. Vakaların patolojik tanılarını değerlendirdiğimizde 22’si (%91,7) adenokarsinom, 2’si (%8,3) indiferansiye karsinomdu. Başvuru şikayeti olarak hastaların %70,7’sinde karın ağrısı, %58,3’ünde sarılık, %33,3’ünde kilo kaybı saptandı. Başvuru anında hastaların 9’u (%37,5) evre IV’tü. Hastaların tamamına kemoterapi, 11 hastaya (%45,8) radyoterapi uygulandı. Tedavi sonrası 7 hastada (%29.2) hematolojik toksisite, 5 hastada (%20,8) gastrointestinal toksisite ve 1 hastada (%4,2) konvulziyon görüldü. Medyan sağkalım süresi 13 ay (SE: 13, %95 CI: 0-39) ve 1 yıllık sağkalım oranı %68,7 olarak saptandı. Metastatik olmayan grupta (evre I,II,III) medyan sağkalım süresi 12 ay (SE: 4, %95 CI: 4-20) ve 1 yıllık semptomsuz yaşam %48 olarak saptandı. Metastatik grupta (evre IV) ise medyan sağkalım süresi 11 ay (SE: 4, %95 CI: 3-19) ve 1 yıllık sağkalım ise %33,3 olarak bulundu. Hastanemizde pankreas karsinomu tanısıyla izlenen hastaların verilerinin değerlendirilmesinde ortaya çıkan sonuçlar literatürle uyumlu bulunmuştur. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
3. | İleri Evre Serviks Karsinomunda Neoadjuvant Kemoterapi Neoadjuvant Chemotherapy In Locally Advanced Carcinoma Of The Cervix Uteri İlnur Aköz, Melehat Atasever, Seval AdanalıSayfalar 149 - 152 AMAÇ: Bu çalışmada ileri evre yassı epitel hücreli serviks karsinomunda neoadjuvant kemoterapi (NAK)’nin etkinliğini araştırmak ve aynı evredeki olgularda radyoterapi (RT) tedavi sonuçları ile karşılaştırmak amaçlandı. Çalışma; Neoadjuvan Kemoterapi (NAK) (“Quick” VBP şeması; Sisplatin 50 mg/m2 ilk gün, Vinkristin 1 mg/m2 ilk gün, Bleomisin 25 mg/m2 1-3gün) sonrasında 2 yıllık izleme süresini tamamlamış 31 hasta (18’i Evre II, 13’ü Evre III) ile yalnızca RT ile tedavi görmüş 80 hasta (46’sı Evre II, 34’ü Evre III) üzerinde yapıldı. Hastalar kemoterapiye verdikleri cevaba göre 4 gruba ayrıldı. Tam ve kısmi tümör cevabı olanlar radikal histerektomi+pelvik lenfadenektomi ve postoperatif pelvik radyoterapi ile, stabil veya progresif hastalığı olanlar ise RT ile tedavi edildiler. NAK’ye cevabın başlangıçtaki tümör çapı ile ilişkili olduğu, ortalama tümör çapı 4 cm. ve altında olanların, kemoterapiye cevabının daha iyi olduğu saptandı. Hastaların %45.2’sine (14/31), NAK sonrasında klinik evreleme cerrahi yapılabilir şekilde gerilediğinden, radikal histerektomi ve pelvik lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Kemoterapiye tümör cevabı ile servikal lezyon çapı ve lenf nodu tutulumu arasında korelasyon olduğu görüldü. NAK alan grubun kontrol grubuna göre daha yüksek oranda hastalıksız sağkalım süresine sahip oldukları gözlendi. Yassı epitel hücreli serviks kanserinin NAK’ye duyarlı olduğu, “Quick” VBP şemasını hastaların kolayca tolere ettiği, NAK’nin daha yüksek oranda hastalıksız sağkalım oranı sağladığı sonucuna varıldı. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
4. | Prostat Kanseri Tanısında Transizyonel Zon Psa Dansitesinin Önemi Importance Of Transition Zone Psa Density For The Diagnosis Of Prostate Cancer Cem Cahit Barışık, Nagehan Özdemir Barışık, Fatih Tarhan, Yusuf Ziya Benek, Faik Sungurlu, Ahmet Cevri YıldızSayfalar 153 - 155 AMAÇ: Çalışmamızda transizyonel zon PSA dansitesinin (PSAD-TZ) prostat kanserinin tanısında ve gereksiz prostat biyopsilerinden kaçınmada kullanılabilirliğini araştırdık. Kasım 2002-Mart 2003 tarihleri arasında alt üriner sistem şikayetleri olan ve serum PSA seviyeleri bilinen 50 hasta çalışmaya alınmıştır. Tüm hastalara transrektal ultrasonografi (TRUS) eşliğinde 6 kadran biyopsiye ilave olarak bilateral transizyonel zon (TZ) biyopsileri uygulanmıştır. Olguların total PSA (tPSA), PSA dansitesi (PSAD), PSAD-TZ ve serbest/total PSA (s/t PSA) değerleri tespit edilmiştir. Histopatolojik inceleme sonucunda olguların 37’si benign, 13’ü de malign olarak rapor edilmiştir. tPSA, PSAD ve s/t PSA’nın duyarlılık değerleri sırasıyla %92,3, %76,9 ve %50; özgüllük değerleri ise %15.6, %59,25 ve %46.6 olarak bulunmuştır. PSAD-TZ’nin özgüllük değeri %67,5, duyarlılık değeri %69,2 olarak tespit edilmiştir. Gerek özgüllük değeri ve gerekse duyarlılık değeri yüksek bulunan PSAD-TZ, prostat karsinomu tanısı ve gereksiz biyopsilerden kaçınmada kullanılabilir bir parametredir. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
5. | Eğitim Hastanesi Ortopedi Ameliyathanesi’nde Flouroskopi Kullanımı Ve Radyasyondan Korunma fluoroscopy usage in orthopedics surgery room of a training hospital and radiological protection Gültekin Sıtkı Çeçen, Selçuk Öçmen, Güven Bulut, Muammer Çolak, Muzaffer YıldızSayfalar 156 - 158 AMAÇ: İyonize radyasyon yaygın bir şekilde kullanılmasına ve çoğu zararlı etkisi sağlık çalışanları tarafından bilinmesine rağmen, korunmada yeterli dikkatin gösterilmediği gözlenmektedir. Çalışmamızda amaç ortopedi ameliyathanesinde ne düzeyde radyasyona maruz kalındığını dökümante etmek ve güvenlik gereklerini belirleyip personeli korunma konusunda bilgilendirmektir. Otuz günlük sürede flouroskopla 1006 kez işlem yapıldı. Doz ortalama 65-100 kV ile 1,5-2,2 mA/s arasında idi. Uygulamalar sırasında farklı mesafelere konan 2 dozimetre ile radyasyon ölçümü yapıldı. Sonuçlar “International Commission on Radiological Protection (ICRP)” ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Nükleer Araştırma Merkezi’nin bildirdiği güvenlik standartları içinde bulundu. Ancak iyonize radyasyonun düşük doz kronik kullanımlarında uzun dönem sonuçlarını bildirir herhangi bir bilgiye sahip olmadığımız için flouroskopi kullanımlarında dikkatli olmamız gerektiği sonucuna varıldı. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
6. | Akut Myokard İnfarktüsü Geçiren Erkek Hastalarda Serum Östradiol, Testosteron Ve Norepinefrin Düzeyleri Serum Estradiol, Testosterone and Norepinephrine Levels In Male Patients With Acute Myocardial Infarction Derya Türkmen Ramazanoğlu, Mahmut Gümüş, Yener Koç, Mesut Şeker, Haluk Sargın, Mustafa Tekçe, Ali YaylaSayfalar 159 - 163 AMAÇ: Bu çalışma akut myokard infarktüslü (AMİ) erkek hastalarda östradiol, testosteron ve norepinefrin düzeylerinin belirlenmesi, bu parametrelerin hastanede ölüm, post MI angina ve 3 aylık süreçte evde ölüm olayları ile ilişkilerinin araştırılması amacı ile yapıldı. Akut myokard infarktüsü tanısı alan 40 erkek hasta ile 30 sağlıklı erkek çalışmaya alındı. AMİ grubundan ilk 24 saat, 48. saat ve 72. saatlerde alınan kan örneklerinden östradiol, testosteron, kreatin kinaz (CK) ve kreatin kinazın myokardiyal bandı (CK-MB), ilk gelişte ve 72. saatte norepinefrin düzeyleri çalışıldı. Kontrol grubunda ise aynı parametreler alınan tek kan örneğinden çalışıldı. Hastalar hastanede ölüm, post MI angina ve 3 aylık süreçte evde ölüm bakımından takibe alındı. AMİ grubunda östradiol düzeyleri 24, 48 ve 72. saatler için sırasıyla 51,92±19,8 pg/ml, 40,52±17,9 pg/ml ve 34,76±19,9 pg/ml olarak ölçüldü ve her üç değer, kontrol grubu değerinden (24,44±8,2 pg/ml) anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0,05). Ayrıca AMİ grubunda östradiol düzeylerinin zamana bağlı olarak azaldığı ve bu azalmanın anlamlı olduğu tespit edildi. Serum testosteron düzeyleri AMİ grubunda 24, 48 ve 72. saatler için sırasıyla 3,99±2,6 ng/ml, 3,30±1,6 ng/ml ve 3,39±1,6 ng/ml iken, kontrol grubunun 4,22±1,7 ng/ml idi. AMİ grubu ile kontrol grubu arasında 24. saat testosteron düzeylerinde anlamlı fark bulunmadı (p=0,146); ancak 48 ve 72. saatlerdeki testosteron düzeyleri arasında anlamlı fark mevcuttu. AMİ grubunun testosteron düzeyleri kendi aralarında karşılaştırıldığında anlamlı bir değişim saptanmadı ( p=0,592 ). AMİ grubunda norepinefrin düzeyleri ilk geliş ve 72. saat için sırasıyla 114,16±110,2 pg/ml ve 40,61±61,5 pg/ml olarak ölçüldü ve ilk gelişteki değer, kontrol grubu değerinden (62,83±53,4 pg/ml) anlamlı yüksek bulundu (p=0,008). CK-MB ile östradiol arasında anlamlı, pozitif yönde bir korelasyon saptanırken (1.gün p=0,000 r=0,586; 2.gün p=0,034 r=0,337; 3.gün p=0,011 r=0,398), CK-MB ile testosteron ve norepinefrin arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Östradiol, testosteron ve norepinefrin düzeylerinin, hastanede ölüm, post MI angina ve 3 aylık süreçte evde ölüm üzerine anlamlı etkileri görülmedi (p>0,05). AMİ’lü hastalarda östradiol, testosteron ve norepinefrin düzeylerindeki değişimlerin kötü prognoz kriteri olup olamayacağını belirlemek için daha geniş vaka sayılı ve uzun dönem takipli çalışmalara ihtiyaç vardır. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
7. | Sezaryen Ve Abdominoplasti Sonrası Alt Abdominal Skar: Yara Geriliminin Önemi Lower Abdominal Scars After Cesarean Section And Abdominoplasty: The Importance Of Wound Tension İlnur AközSayfalar 164 - 166 AMAÇ: Bu çalışmada karın ön duvarı alt kısmında yer alan iki farklı operasyon tekniği ve bunların oluşturduğu gerginliğe bağlı skarların durumu araştırılmıştır. Abdominoplasti geçirmiş 7 hasta ile sezaryen ameliyatı olmuş 15 hastanın alt abdominal skarları farklı gözlemciler tarafından değerlendirilmiştir. Skarların kabul edilirliği ve sonuçları incelenerek gerginlik altındaki abdominoplasti skarlarının genişlerken, sezaryen skarlarının oldukça güzel bir şekilde iyileştiği gözlenmiştir. Gerilimin skar oluşumuna olumsuz etkisi yanında, doku genişlemesi ile giden gebeliğin sonlandırıldığı sezaryen işleminden sonra yara kenarlarının sorunsuz iyileştiği vurgulanmıştır YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
8. | Memede ele gelen kitle şikayeti ile başvuran hastalara yaklaşımımız ve ne kadarında gerçekten kitle mevcut? Approach to the patients with the symptom of palpabl mass in their breasts and how many of them really have a mass? Selahattin Vural, Feyyaz Onuray, Gülay Dalkılıç, Erhan Tunçay, Engin BaştürkSayfalar 167 - 169 AMAÇ: Meme kanseri kadınlardaki kanser ölümlerinin en sık nedenidir. Bu çalışmanın ana amacı memede ele gelen kitlelerin kesin sayısının belirlenmesidir. YÖNTEMLER: Ele gelen kitle şikayeti olan 48 hastanın hepsine ultrasonografi, 35 yaşından daha yaşlı olanlara mamografi uygulandı. Radyolojik verilere göre fibroadenom, makrokist, lipom ve malignite şüphesi olan vakalara ince iğne aspirasyon biyopsisi uygulandı. Sonuçlar prospektif olarak incelendi. BULGULAR: Ele gelen kitle şikayeti olan 48 hastanın radyolojik ve patolojik incelemeler sonucunda 20’sinde (%41,5) fibrokistik mastopati, 8’inde (%16,5) fibroadenom, 7’sinde (%14,5) makrokist, 6’sınde (%12,5) normal meme, 3‘ünde (%6,5) lipom, 3’ünde (%6,5) meme kanseri, 1’inde de (%2) sistosarkoma filloides tespit edilmiştir. Fizik muayenemizin sensitivitesi 0,94 olarak bulundu. Ele gelen kitle şikayeti ile hastaların %46’sında benign ya da malign kitle tespit edilmiştir. Dominant palpabl meme kitlesine bir algoritm dahilinde yaklaşmak gerekir. Malignite oranı çalışmamızda %6,5 olarak bulunmuştur. SONUÇ: Güncel tarama metotları halen meme kitlelerinde en önemli tanısal araçlardır. Ele gelen kitleler özel dikkat gerektirirler. Erken tanı ve tedavi en önemli prognostik faktörlerdir. |
9. | Nüks Olgularda Eksternal Dakriyosistorinostomi Ve Endonazal Endoskopik Dakriyosistorinostomi Ameliyatı Sonuçlarının Karşılaştırılması Comparison Of External Dacryocystorhinostomy And Endonasal Endoscopic Dacryocystorhinostomy In Management Of Unsuccessful Lacrimal Surgery Burak Özdemir, Titap Yazıcıoğlu, Yusuf ÖzertürkSayfalar 170 - 172 AMAÇ: Geçirilmiş bir dakriyosistorinostomiden sonra hastanın şikayetlerinin devam etmesi hasta için olduğu kadar cerrah için de büyük sorundur. Bu çalışma başarısız eksternal dakriyosistorinostomi geçirmiş nüks dakriyostenozlu olgularda eksternal dakriyosistorinostomi (EKS-DSR) ve endonazal endoskopik dakriyosistorinostomi (END-DSR) sonuçlarının karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. 1999-2003 yılları arasında kliniğimizde opere edilen nüks dakriyostenozlu 17 hastaya (3 erkek, 14 kadın) ait toplam 18 dakriyosistorinostomi çalışmaya dahil edildi. Vakalar, EKS-DSR uygulanan 10 olgu 1. grup ve END-DSR uygulanan 8 olgu 2. grup olarak incelendi. Takiplerde cerrahi başarı hasta şikayetleri kaydedilerek ve nazolakrimal kanal lavajı yapılarak değerlendirildi. Birinci gruptaki 10 (7 kadın, 3 erkek) olgunun 7-40 ay takip sonrasındaki cerrahi başarısı değerlendirildiğinde, 7 olguda (%70) başarılı sonuç elde edildi. İkinci grupta 7 hastaya ait 8 olgu (1 hasta bilateral nüks nedeniyle bilateral endonazal endoskopik ameliyat geçirdi, 1 hastada başarısız 2. EKS-DSR ameliyatından sonra [1. grup] üçüncü operasyon olarak END-DSR ameliyatı yapıldı) 3-12 ay takip edildi. 4 olguda (%50) başarılı cerrahi sonuç elde edildi. Nüks dakriyostenozlu olgularda eksternal yaklaşımın cerrahi başarısı daha yüksek bulunmuştur. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
10. | Sementli Total Kalça Artroplastisi Uygulamalarının Sonuçları Results Of Cemented Total Hip Arthroplasty Güven Bulut, Zülfü Kılıç, Sırrı Aksu, Fatih İnci, Muzaffer YıldızSayfalar 173 - 179 AMAÇ: Bu çalışmada kliniğimizde 1991-1999 yılları arasında 47 hastanın 51 kalçasına uygulanan sementli total kalça protezlerinin klinik ve radyografik değerlendirmeleri yapıldı. Olguların yaş ortalaması 60,2, erkek/kadın oranı 2/3, ortalama takip süreleri 47,6 aydır. Klinik olarak yapılan değerlendirmede; 19 (%37) olgu mükemmel, 21 (%41) olgu iyi, 7 (%14) olgu orta, 4 olgu (%8) kötü sonuç olarak değerlendirilmiştir. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
11. | 2000-2003 Yılları Arasındaki Çoğul Gebeliklerde Obstetrik Ve Perinatal Sonuçlarımız Our Obstetric And Perinatal Outcomes For Multifetal Pregnancies Between 2000-2003 İlknur Aköz, Dilek Benk, Selçuk Ayas, Yasemin YakutSayfalar 180 - 183 AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Zeynep Kamil Hastanesinde 2000-2003 yılları arasındaki ikiz gebeliklerin obstetrik ve perinatal sonuçlarının değerlendirilmesidir. Ocak 2000–Ocak 2003 yılları arasında doğumları gerçekleştirilen 834 ikiz, 23 üçüz gebelik olgusu retrospektif olarak değerlendirildi. Ortalama anne yaşı 30.4 (17-42) idi. Nulliparite %49, multiparite %51 olarak belirlendi. Tarama yaptığımız dönemde çoğul gebelik oranı %2.5 (857 / 33571) olarak saptandı.Bu olguların %7.9’u tedavi gebeliği, %92.1’i spontan çoğul gebelikti. Spontan ikiz gebeliklerde olguların %72.8’nin 37.haftadan önce doğum yaptığı,%39.2’sinin de 33-36 hafta arasında olduğu saptandı. Üçüzlerin %78.3’nün 32. haftadan önce doğduğu saptandı. Tedavi ile oluşan ikiz gebeliklerin, %20.5’inde doğum 37. haftadan sonra gerçekleşirken bu oran spontan ikizlerde ise %27.2’dir. Bizim olgu grubumuzda travay sırasında ikizlerde prezantasyon durumuna göre değerlendirildiğinde en sık verteks-verteks %40.4 tesbit edildi. Olguların doğum şekilleri incelendiğinde; sezaryen (%52.5) ve vaginal yolla doğum (%47.5) oranları ile birbirine yakın olarak bulundu. Sezaryen endikasyonlarına bakıldığında; en sık birinci bebeğin nonverteks olması, ardından da preeklampsi gelmekte olduğu onları erken doğum eylemi ve tedavi gebeliğinin izlediği saptandı. Çoğul gebeliklerde görülen maternal morbidite değerlendirildiğinde en sık görülen obstetrik problemler; erken doğum eylemi (EDE) %35.8, anemi %20.77 ve erken membran rüptürü (EMR) %20.53 olarak tesbit edildi. Apgar skorlarının doğum haftası ve doğum şekilleri göz önüne alınarak yapılan karşılaştırmasında ise gebelik haftasının ilerlemesiyle neonatal sonuçların daha iyiye gittiği saptandı. Fetal problemler içinde en sık, intrauterin gelişme geriliği (IUGG) %4,9 oranında saptandı. Onu sırasıyla %3.6 ile konjenital anomali, %1.28 ile intrauterin eksitus izlemektedir. Ayrıca literatürde nadir görülen ikizden ikize transfüzyon sendromlu 11 vaka ve torakopaguslu 2 olgu tesbit edildi. Multifetal gebelikler yüksek riskli gebelikler olup hem antenatal takibi hem de intrapartum yönetiminde dikkatli olunmalıdır. YÖNTEMLER: BULGULAR: SONUÇ: |
OLGU SUNUMU | |
12. | Nüks Ekrin Porokarsinoma: Olgu Sunumu Recurrent Eccrine Porocarcinoma: Case Report Alpaslan Mayadağlı, Saliha Peksu, Naciye Özşeker, Kimia Çepni, Özgür Ozan Şeşeoğulları, Nihal DizdarSayfalar 184 - 187 Ekrin porokarsinom çok nadir rastlanan bir cilt tümörüdür. Sıklıkla daha önceden var olan bir tümör zemininde gelişmektedir. Ancak “de novo” gelişim de söz konusudur. Genellikle alt ekstremiteyi tutmakla birlikte gövde ve baş-boyun bölgesinde rastlanabilmektedir. Prognozu kötü olan ve biyolojik davranışı farklılıklar gösteren bu tümör, sıklıkla nüks etme eğiliminde olup deri ve lenf bezlerine metastaz yapar. Ekrin porokarsinomanın esas tedavisi cerrahidir. Hastalık radyoterapiye ve kemoterapiye oldukça dirençlidir. |
13. | Dalağın Primer Nonhodgkin Lenfoması: Olgu Sunumu Primary Nonhodgkin’s Lymphoma Of The Spleen: Case Report Aylin Ege Gül, Taner Daş, Yunus Gül, Nimet Karadayı, Gülay Dalkılıç, Turgay ErginelSayfalar 188 - 190 Dalakta en sık “B cell” fenotipik özellikler gösteren “low grade” malign lenfoma görülür. “Small lymphocytic” lenfoma, “low grade” malign lenfomalar arasında en sık görülen alt gruptur. Dalağın malign lenfomalarında asemptomatik splenomegali ve hipersplenizm tablosu görülür. “Low grade” splenik “small cell” lenfoma makroskopik olarak organın her tarafına dağılan birkaç milimetre çapında multipl nodüllerle karakterizedir. Yetmiş bir yaşındaki kadın hasta, 3 aydır sol üst kadranda ağrı ve distansiyon şikayeti ile kliniğe başvurmuştur. Batın bilgisayarlı tomografisinde dalak boyutlarında artış ve orta posterolateralde periferik yerleşimli hipodens bir alan görülmüştür. Toraks bilgisayarlı tomografisinde ise mediastinal ve hiler patolojik boyutta lenf nodu saptanmamıştır. Kemik iliği biyopsisinde hafif retiküler lif artışı, inter ve paratrabeküler lenfoid nodüller içeren hafif hiperselüler kemik iliği bulgularına rastlanmıştır. Klinik olarak kronik lenfoproliferatif hastalık ya da splenik lenfoma düşünülen hastaya tanı ve tedavi amacıyla splenektomi uygulanmıştır. Dalağın histopatolojik incelenmesinde “small lymphocytic” tip malign lenfoma tanımlanmıştır. Olgu nadir görülmesi nedeniyle literatür bilgileri ışığında sunulmuştur. |
14. | Masif Alt Gastrointestinal Kanama Olgusuna Alternatif Bir Yaklaşım An Alternative Approach To A Massive Lower Gastrointestinal Bleeding Case Selahattin Vural, Nimet Süslü, Barış Tüzün, Turgay ErginelSayfalar 191 - 192 Yetişkinlerde masif alt gastrointestinal kanamaların en sık nedeni divertiküler hastalık ve anjiyodisplazilerdir. Tanıda endoskopi, sintigrafi ve anjiyografi yardımcıdır. Hemodinamik stabilite sağlanamayan olgularda, kanama odağı belirlenerek segmenter rezeksiyon yapılması günümüz tedavi yöntemidir. Masif alt gastrointestinal kanama nedeni ile laparotomi ve sağ hemikolektomi yapılan olgumuzu sunduk. |
15. | Akut Viral Hepatit B Ve Hepatit A Koenfeksiyonu: Olgu Sunumu Acute Viral Hepatitis B And Hepatitis A Coinfection: Case Report Şenol Güler, Haluk Sargın, Mesut Şeker, Murat İkiışık, Mustafa Tekçe, Ali YaylaSayfalar 193 - 195 Otuz dört yaşında kadın hasta halsizlik, yorgunluk, iştahsızlık, yemek kokusu ile artan bulantı şikayeti ile polikliniğe başvurdu. Hastanın yapılan fizik muayenesinde hafif sağ üst kadran hassasiyeti dışında patoloji tespit edilmedi. Laboratuar bulgularında ALT: 1386 U/L, AST: 1264 U/L, LDH: 824 U/L, GGT: 108 U/L, ALP: 293 U/L, TB: 1.88 mg/dl, DB: 0,75 mg/dl, İB: 1.13 mg/dl, anti HAV IgM (-), HBs Ag (+), anti HBc IgM (+), anti HCV (-) idi. İki ay önce yapılan tetkiklerinde karaciğer enzimleri normal, HBs Ag (-) olması üzerine hasta akut B Hepatit kabul edildi. Takiplerinde hastanın karaciğer enzimlerinde düşme (ALT: 610 U/L, AST: 205 U/L ) ve kliniğinde düzelme saptandı. Hasta takibinin 23. gününde ateş, baş ağrısı, miyalji ve halsizliği takiben tekrar başlayan daha şiddetli bulantı ve sarılığının giderek artması şikayetleri üzerine servise interne edildi. Kontrol laboratuar değerlerinde ALT: 1140 U/L, AST: 569 U/L, GGT: 173 U/L, ALP: 249 U/L, TB: 7.94 mg/dl, DB: 6.02 mg/dl, İB: 1.92 mg/dl, anti HAV IgM (+), HBsAg (+), anti HBc IgM (+) idi. Hasta geçirilmekte olan hepatit B enfeksiyonu ve akut hepatit A koenfeksiyonu kabul edildi. Takibinin 6. gününde karaciğer enzimlerinin (ALT: 507 U/L, AST: 116 U/L) düşmesi, kliniğinin düzelmesi ve komplikasyon gelişmemesi üzerine, serolojik iyileşme olup olmadığının tespiti için takip önerilerek hasta taburcu edildi. |
16. | SMALL PATELLA SENDROMU: OLGU SUNUMU SMALL PATELLA SYNDROME: CASE REPORT Gültekin Sıtkı Çeçen, Gökçe Mık, Güven Bulut, Muzaffer Yıldız, Erman YanıkSayfalar 196 - 197 Small patella sendromu oldukça az yayınlanmış nadir görülen bir sendromdur. İlk olarak Scott ve Taor 1979 yılında tanımlamıştır. Kalça it dizlerde hareket kısıtlılığı ve yürüme bozukluğu şikayetleri ile polikliniğimize başvuran olgunun yüz, patella ve pelvisinin klinik ve radyografi görünümü nadir otozomal dominant bir hastalık olan small patella sendromu ile uyumluydu. |
17. | ENTEROBİUS VERMİKULARİS' E BAĞLI UNILATERAL SALPENJİT OLGUSU UNILATERAL SALPENGITIS DUE TO ENTEROBIUS VERMICULARIS: CASE REPORT Taner Daş, Nimet Karadayı, Dilek Yavuzer, Aylin Ege GülSayfalar 198 - 199 Enterobius vermikularis bir barsak paraziti olmasına rağmen literatürde konjunktiva, omentum, peritoneal kavite, karaciğer ve kadın genital organları gibi ektopik yerleşimli vakalar da bildirilmiştir. Kadın genital organları veya peritoneal kavitede yerleşenler nadiren semptomlara neden olmaktı ve cerrahi girişimler sırasında rastlantısal olarak tespit edilmektedir. Bizim vakamız 31 yaşında kadın hasta olup kasık ağrısıyla hastanemiz jinekoloji kliniğine başvurmuş ve yapılan muayenesinde umbilukusa uzanan 200x120 mm boyutunda kitle tespit edilmesi sonucu laparatomi uygulanmıştır. Ayırıcı tanıya över kaynaklı tümörlerin de alındığı hastada operasyon sırasında paraovaryen abse düşünülerek kitle eksizyonu, apendektomi ve abse drenajı uygulanmıştır. Gönderilen materyalin histopatolojik incelenmesinde sol tuba duvarı ve çevresinde Enterobius vermikularis yumurtaları, buna bağlı abse formasyonu ve iltihabi granülasyon dokusu tespit edilmiştir. Olgumuz Enterobius vermikularis' in ektopik yerleşimli olması ve batında büyük bir kitlesel lezyon oluşturması nedeniyle ilginç bulunarak sunulmuştur. |
18. | SPİNAL KİTLE REZEKSİYONU SIRASINDA MASİF KAN TRANSFÜZYONU MASSIVE BLOOD TRANSFUSION DURING SPINAL SURGERY Gülcan Berkel Yıldırım, Elif Bombacı, Tülin Atakan Yollu, Serhan ÇolakoğluSayfalar 200 - 202 Masif kan transfüzyonu, hastaya total kan hacminin üzerinde kanın transfüzyonudur. Masif kan transfüzyonunun en önemli özelliği ise doğru ve zamanında yaklaşımla pek çok komplikasyonuna rağmen hayat kurtarıcı olmasıdır. Masif transfüzyon uyguladığımız multipl myelomalı bir hastamızda muhtemel kanama sebeplerini ve transfüzyon ilkelerini daha önceki yayınlar eşliğinde sizlerle paylaşmak istedik. |
19. | AKCİĞER KANSERİNDE DİŞETİ METASTAZI: OLGU SUNUMU PULMONARY CANCER METASTATIC TO GINGIVA: CASE REPORT Alparslan Mayadağlı, Kimia Çepni, Gökhan Yaprak, Cem ParlakSayfalar 203 - 204 Akciğer kanserinde dişeti metastazı oldukça nadirdir. Lezyonların hemen hepsi oral kavite yumuşak dokusundan ziyade kemik yapıyı tutmaktadır. Dişeti metastazı gelişmiş akciğer kanserli hastalarda prognoz oldukça kötüdür. Literatürde bildirilmiş en uzun sağkalım süresi 4 aydır. Yazımızda, 2003 yılında kliniğimize başvuran ve takipleri sırasında maksiller dişetinde metastaz gelişen akciğer kanserli 72 yaşındaki hastada yaşadığımız deneyimler sunulmaktadır. |
20. | VALLEKULA KİSTİ ZEMİNİNDE GELİŞEN AKUT EPİGLOTTİT ACUTE EPIGLOTTITIS SECONDARY TO THE VALLECULA CYSTS Arif Şanlı, Mustafa Paksoy, Cenk Evren, Resul ÖztürkSayfalar 205 - 207 Akut epiglottit atlanmaması gereken, sıklıkla ölümcül olabilen ciddi bir durumdur. Supraglottik bölgenin akut enflamasyonudur. Bu hastalıkta hafif bir üst solunum yolu enfeksiyonu saatler içersinde ateş, solunum sıkıntısı, şiddetli boğaz ağrısıyla birlikte hızla ilerleme gösterir. Kliniğimizde vallekula kisti olan üç hastadan iki tanesi akut epiglottit nedeniyle başvururken; bir tanesi de ses kısıklığı ile başvurdu. Akut epiglottit olan iki hastanın solunum yolu güvenliği trakeotomiyle sağlandı. Direk laringoskopisi yapılan bu üç hasta literatür tekrarıyla tartışıldı. |
21. | RETROPERİTONEAL GANGLİONÖROMA: OLGU SUNUMU RETROPERITONEAL GANGLIONEUROMA: CASE REPORT Nagehan Özdemir Barışık, Birsel Tutuş, Cem Cahit Barışık, Nimet Karadayı, Mustafa GülmenSayfalar 208 - 210 Ganglionöroma nadir görülen, nöroblastomun matürasyonu şeklinde veya "de novo" gelişebilen benign nöral bir tümördür. Mediasten ve retroperiton en sık yerleşim yeri olup, 3-20 yaş arasında görülür. Olgumuz 20 yaşında kadın hasta olup baş dönmesi, karın ağrısı ve mide bulantısı şikayetleri ile hastanemiz 2. Cerrahi Kliniği'ne başvurmuştur. Yapılan bilgisayarlı tomografi incelemesinde retroperitoneal yerleşimli, sol böbrek anteriorunda böbreğe bası yapan, böbrek ile ilişkisiz 8x6 cm ölçülerinde solid, düzensiz konturlu kitlesel lezyon tespit edilmiştir. Ön planda metastatik lenfadenopati düşünülen hasta operasyona alınmıştır. Peroperatuar "frozen" inceleme sonucu olgunun ganglionöroma olarak tanımlanması üzerine kitlenin total eksizyonu yapılmıştır. Nadir görülen ve çoğu insidental saptanan tümörler arasında yer alması, "frozen" ile tanı konması nedeniyle olgu literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur. |
22. | LAPAROTOMİ GEREKTİREN DUODENUMDA YABANCI CİSİM: OLGU SUNUMU FOREIGN BODY OF DUODENUM NECESSITATING LAPAROTOMY: CASE REPORT Selahattin Vural, Nimet Süslü, Banş Tüzün, Turgay Erginel, Hakan AcarSayfalar 211 - 212 Gastrointestinal sistemdeki yabancı cisimler genelde kanama, obstrüksiyon ya da perforasyona neden olmadıkları sürece takip edilirler. Takipler esnasında yer değiştirmeyen yabancı cisimlerin endoskopik olarak ya da laparotomi ile çıkartılmaları endikedir. Biz de laparotomiye giden duodenuma lokalize yabancı cisim olgumuzu irdeledik. |
23. | PİLOMATRİKS KARSİNOMA: OLGU SUNUMU PILOMATRIX CARCINOMA: CASE REPORT Alparslan Mayadağlı, Abdullah Yılmaz, Hüseyin Tepetam, Ümit Borataç, Kimia ÇepniSayfalar 213 - 215 Pilomatriksoma kıl kökünün iyi huylu bir tümörüdür. Pilomatriks karsinoma ise pilomatriksomanın malign formudur. Bu makalede pilomatriksoma zemininde 3 kez nüks sonrası gelişen bir pilomatriks karsinoma olgusunu nadir olduğundan dolayı literatür bilgisini gözden geçirerek sunmayı amaçladık. |
DERLEME | |
24. | TORASİK ÇIKIŞ SENDROMU THORASIC OUTLET SYNDROME Güven Bulut, Sırrı AksuSayfalar 216 - 219 Makale Özeti | |
25. | ENFEKSİYON GÖSTERGESİ OLARAK AKUT FAZ REAKTANLARI: C-REAKTİF PROTEİN (CRP) VE SERUM AMİLOİD A (SAA) Ayşe Batırel, Serap Gençer, Serdar ÖzerSayfalar 220 - 224 Makale Özeti | |
26. | ERİTROSİT SEDİMANTASYON HIZI (ESH) VE C-REAKTİF PROTEİN (CRP)'NİN ORTOPEDİK CERRAHİDEKİ POSTOPERATİF ENFEKTİF KOMPÜKASYONLARIN TAKİBİNDEKİ YERİ Güven Bulut, Davud Yasmin, Sırrı AksuSayfalar 225 - 228 Makale Özeti | |
27. | HASTANELERDE GÜVENLİK HİZMETLERİ Güven Bulut, Mustafa Işık, Nurşen Aydın, Sırrı AksuSayfalar 229 - 233 Makale Özeti | |