ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 18 (3)
Volume: 18  Issue: 3 - 2007
RESEARCH ARTICLE
1.The Effect Of Intraperıtoneal Use Of Taurolıdıne Postoperatıve Adhesıons In Rats: Experımental Study
Nejdet Bildik, Selçuk Kaya, Hüseyin Ekinci, Ayhan Çevik, Mehmet Altıntaş, Gülay Dalkılıç, Aylin Ege Gül, Mustafa Gülmen
Pages 113 - 118
AMAÇ: Cerrahi sonrası abdominal yapışıklıklar genellikle, el ve enstrüman teması,sütür ve eldiven pudraları gibi yabancı materyaller, kuruluk ve aşırı sıcak gibi nedenlerle oluşan mesotelyum travması sonrası gelişir.Postoperatif yapışıklıklar,cerrahi girişimlerin çoğundan sonra meydana gelirler ve intestinal obstrüksiyon,infertilite ve ağrı gibi ciddi komplikasyonlara neden olurlar. Yapışıklıklar, normal peritoneal yara iyileşmesine yanıt olarak ve yaralanmadan sonraki ilk 5 ile 7. günlerde gelişir. Yapışıklık formasyonu, fibrin gel matrix oluşumuyla sonuçlanan reaksiyonları başlatan koagülasyon ile başlar. Peritonun, plasmin sistem gibi koruyucu fibrinolitik enzim sistemi, fibrin gel matrix’i önleyebilir. Ancak cerrahi, fibrinolitik aktiviteyi belirgin olarak azaltmaktadır. Son zamanlarda, yapışıklıkları önleme araştırmalarını bariyer geliştirme, fibrinolitik ilaçlar ve taurolidin gibi seçilmiş ajanlara yoğunlaştırmak, isabetli görünmektedir.

Bu deneysel çalışmada, taurinden elde edilen bir antibiyotik olan taurolidine, sıçanlarda peritoneal yapışıklıkları önlemek amacıyla intraperitoneal olarak uygulandı. Sonuç olarak, taurolidinin peritoneal yapışıklıkları önlemede etkisi olmadığı görüldü.

YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Abdominal postsurgical adhesions develop following trauma to the mesothelium, which is damaged often by surgical handling and instrument contact, foreign materials such as sutures and glove dusting powder, dryness, and overheating. Postoperative adhesions occur after most surgical procedures and can result in serious complications, including intestinal obstruction, infertility, and pain. Adhesions result from the normal peritoneal wound healing response and develop in the first five to seven days after injury. Adhesion formation begin with coagulation which initiates a cascade of events resulting in the build up of fibrin gel matrix. Protective fibrinolytic enzyme systems of the peritoneum, such as the plasmin system, can remove the fibrin gel matrix. However, surgery dramatically diminishes fibrinolytic activity. Currently, it seems logical to focus adhesions preventive research on development of barriers, fibrinolytic drugs, and selected agents such as taurolidine.

In this experimental study, taurolidine solution, an antibiotic derivated from taurine, applied intraoperatively to prevent peritoneal adhesions in rats. We conclude that, taurolidine has no effects to prevent peritoneal adhesions.

METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

2.A Dıagnosıs, Whıch Is Unforgotten Among Patients That Apply To Outpatıent Neurology Clınıc: Brucellosıs
Recep Alp, Selen İlhan Alp, Sevgi Yüksel
Pages 119 - 122
AMAÇ: Bu çalışmada, Nöroloji polikliniğine değişik şikâyetlerle ardı sıra başvuran ve brucelloz tespit edilen, yaşları ortalaması 31,8 olan 47 olgunun prospektif olarak klinik özellikleri, laboratuar bulguları ve etkenle karşılaşma nedenleri incelenmiştir. Olguların başlıca şikâyetleri baş ağrısı (%57), bel ağrısı (%51), diz ve kalça ağrısı (%42,2), ateş (%33), kas ağrısı (%31), iştahsızlık (%26,6), terleme (%22,2), üşüme/titreme (%15,5), omuz/sırt ağrısı (%11,1) şeklindeydi. Komplikasyon değerlendirilmesinde; olgularda akut baş ağrısı (%35), ateş (%33), spondilit (%22), hepatomegali (%11), lenfadenopati (% 8), monoatrit (%8), sakroileit (%6), polinoropati (%2), serebral venoz tromboz(%2), lomber radikulopati(%2) tespit edildi. Laboratuar incelemelerinde hastaların %66’sında sedimantasyon yüksekliği, %25’inde anemi, %20,5’inde lökositosoz, %6,6’sında lökopeni, %13,6’sında CRP, %9,1’inde ALT-AST yüksekliği bulundu. Klinik süreleri açısından olguların 36’ü akut, 7’si subakut, 3’ü kronik bruselloz olarak değerlendirildi. Etkenle teması sorgulandığında hastaların %77,3’ünde hayvancılık yapmaları, %59’unda çiğ süt ürünleri almaları ile olurken, %9’unun ise neden tespit edilemedi.

YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Clinical, laboratory characteristics and contaminated factors of 47 patients with brucellosis that consecutive refer different complaint have investigated prospectively in our clinic. Average age of patients were 31, 8. 36 of them were acute, 7 subacute, and 3 chronic. The main symptoms were headache (57%), lumbar pain (51%), arthralgia (42,2%), fewer (33%), myalgia (31%), anorexia (26,6%), sweating (22,2%), chills (15,5%), shoulder ache (11,1%). There were signs of headache (35%), fewer (33%), hepatomegaly (11%), lymphadenopahty (8%), monoartrits (8%), sacroiletis (6%), and polyneuropathy (2%), cerebral venoz trombosis(%2), lomber radiculopahty(%2). While in 66% of patients erythrocyte sedimentation rate was > 20 mm/h, anemia in 25%, leucocytosis in 20,5%, leucopenia in 6,6% were seen. CRP levels and liver transaminases were elevated in 13% and 9,1% of cases respective. 77,3% of cases had a history of contaminated stock-breeding, 59% ingestion of contaminated dairy milk and milk products. 9% of cases were not found factor for contaminated.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

3.Lipid profile as a cardiovascular risk factor in patients with subclinical hypothyroidism
İsmet Tamer, Reşat Dabak, Gonca Tamer, Serdar Öztora, Ayşen Fenercioğlu
Pages 123 - 128
AMAÇ: Subklinik hipotiroidizm, normal serum serbest T4 ve serbest T3 seviyelerine karşın tiroid stimulan hormon düzeylerinde yükselme ile karakterize bir durumdur. Aşikar hipotiroidizmin, genellikle eşlik eden hiperkolesterolemi ile beraber ateroskleroz ve bunu izleyen kardiyovasküler hastalık için bir risk faktörü olduğu yaygın şekilde kabul görmüştür. Bu çalışmanın amacı, subklinik hipotiroidili bir hasta grubunda lipid profilini yaş ve cinsiyet uyumlu ötiroid kontrol grubu ile karşılaştırarak değerlendirmektir.
YÖNTEMLER: Daha önceden tiroid bezi ya da aterosklerotik damar hastalığı da dahil olmak üzere herhangi bir sistemik hastalık ile ilgili herhangi bir semptom veya bulgusu olmayan ve tiroid fonksiyon testlerini etkileyecek ilaç hikayesi de bulunmayan hastalar arasından TSH düzeyi yükselmiş bulunanlarda tiroid fonksiyon testleri ve lipid profili incelendi. Sonuçlar kontrol grubu ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Subklinik hipotiroidism sıklığı % 17.74 olarak saptandı. Hasta grubunda serum total kolesterol ve LDL seviyeleri, ötiroid kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksek bulundu. İki grup arasında serum HDL düzeyleri açısından anlamlı fark saptanmadı.
SONUÇ: Aterojenik lipoproteinlerden LDL ve TG düzeyleri ile total kolesterolün hasta grubunda, ötiroid kontrol grubuna göre anlamlı şekilde yüksek bulunması yanı sıra gerek total kolesterol, gerekse aterojenik lipidlerin NCEP ATP III kılavuzuna göre yüksek düzeyde bulunmuş olmaları, SKH’li hasta grubunda kardiyovasküler morbidite ve mortalite açısından riskin artmış olduğunu düşündürmektedir.
OBJECTIVE: Subclinical hypothyroidism is a disorder characterized by persistently elevated plasma thyroid stimulating hormone concentrations and the presence of normal levels of free thyroxine and free triiodothyronine hormones. Overt hypothyroidism, with its accompanying hypercholesterolemia, is widely recognized as a risk factor for atherosclerosis and cardiovascular disease. The aim of this study was to assess the lipid profile in patients with subclinical hypothyroidism.
METHODS: Thyroid function tests and lipoprotein profile were assessed both in patients with high TSH levels and normal thyroid hormones, without any systemic disease history and in healthy controls.
RESULTS: Serum total cholesterol, triglyceride and LDL cholesterol levels were significantly elevated in the patients group when compared with those of euthyroid controls, but there was not any significant difference at HDL cholesterol levels between two groups.
CONCLUSION: As the relationship between dyslipidemia and atherosclerosis is well established, subclinical hypothyroidism may potentially contribute to an atherogenic lipid profile resulting in increased cardiovascular risk.

4.Anti-cyclic citrullinated peptide levels and correlation of anti-thyroglobulin in patients with rheumatoid arthritis
Pınar Başlı, Metehan Uzun
Pages 129 - 134
AMAÇ: Bu çalışmada, romatoid artritli (RA) hastalarda anti-siklik sitrulline peptit (anti-CCP) ve anti-tiroglobulin (anti-TG) düzeylerinin belirlenerek hastalığın tanısında kullanılabilirliğinin, eritrosit sedimentasyon hızı (ESH), C-reaktif protein (CRP) ve romatoid faktör (RF) değerleri ile karşılaştırılmasının yanı sıra her iki parametre arasında bir ilişkinin olup olmadığının belirlenmesi amaçlandı.
YÖNTEMLER: Araştırma, Sağlık Bakanlığı Kars Devlet Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Polikliniği’nde muayene olan ve RA tanısı konulan 29 hasta (Hasta Grubu [HG]: 25 kadın, 4 erkek) ve sağlıklı 15 birey (Kontrol Grubu [KG]: 11 kadın, 4 erkek) üzerinde yürütüldü.
BULGULAR: Belirlenen değerler açısından gruplar karşılaştırıldığında ESH (KG: 8,8±1; HG: 28,4±3 mm/saat; p<0,001), CRP (KG: 2,4±0,3 mg/L; HG: 11±1 mg/L; p<0,001), RF (KG: 7,9±0,8 IU/ml; HG: 55,4±8 IU/ml; p<0,001), anti-CCP (KG: 1,9±0,1 U/ml; HG: 61,4±13 U/ml; p<0,005) ve anti-TG (KG: 1,6±0,2 IU/ml; HG: 3,5±0,6 IU/ml; p<0,05) değerlerinin hasta grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak önemli düzeyde
yüksek olduğu belirlendi. Anti-CCP’nin RA için belirlenen hassasiyet (%96,5) ve özgüllük (%93,3) değerlerinin diğer parametrelere göre daha yüksek olduğu anlaşıldı. Ayrıca RA’li hastaların %24’ünde anti-TG değerlerinin yüksek olduğu belirlendi.
SONUÇ: Elde edilen bulgular anti-CCP’nin RA için iyi bir serolojik belirteç olduğu ve RA’in tanısında birinci basamak diyagnostik bir test olarak kullanılabileceği yargısını güçlendirmektedir. Ayrıca RA’li hastalarda anti-TG düzeylerinin yüksek çıkması nedeniyle, bu hastaların otoimmün tiroid hastalıkları yönünden daha dikkatli incelenmesi gerektiği önerilebilir.
OBJECTIVE: This study determined the levels of anti-cyclic citrullinated peptide (anti-CCP) and anti-thyroglobulin (anti-TG) in patients with rheumatoid arthritis (RA); their possible usage in the diagnosis of RA compared with erythrocyte sedimentation rate (ESR), C-reactive protein (CRP) and rheumatoid factor (RF); and whether there was a correlation between anti-CCP and anti-TG.
METHODS: The study was conducted in 29 RA patients (25 F, 4 M; RA group [RAG]) examined in Kars State Hospital and 15 clinically healthy individuals (11 F, 4 M; control group [CG]).
RESULTS: The levels of ESR (CG: 8.8 ± 1; RAG: 28.4 ± 3 mm/hour; p<0.001), CRP (CG: 2.4±0.3
mg/L; RAG: 11±1 mg/L; p<0.001), RF (CG: 7.9±0.8 IU/ml; RAG: 55.4±8 IU/ml; p<0.001), anti-CCP (CG: 1.9±0.1 U/ml; RAG: 61.4±13 U/ml; p<0.005), and anti-TG (CG: 1.6±0.2 IU/ml; RAG: 3.5±0.6 IU/ml;p<0.05) were significantly higher in the RA group compared to the control group. The sensitivity and specificity levels of anti-CCP for RA were 96.5% and 93.3%, respectively. Anti-TG levels were higher in 24% of the patients with RA.
CONCLUSION: The results obtained herein suggest that anti-CCP may be a valuable serologic indicator for RA, and may be used as a first-step diagnostic test in RA. Moreover, determination of the high levels of anti-TG in RA patients suggests that they, indeed, should be examined for autoimmune thyroid diseases.

5.Clınıcal Evaluatıon And Treatment Alternatıves Of 24 Patıents Wıth Fournıer Gangrene
Ayşegül Yavuz, Serkan Yıldırım, Tayfun Aköz
Pages 135 - 139
AMAÇ: Fournier gangreni, perine ve perianal bölgenin agresif seyirli yumuşak doku enfeksiyonudur. Riskli kişilerde yüksek mortaliteye neden olduğundan erken tanı ve tedavi gerekmektedir. Kliniğimizde 2000-2005 yılları arasında takip ve tedavi ettiğimiz 24 Fournier gangrenli hasta etyoloji, predispozan faktörler, yaş, cins, tedavi seçenekleri, komplikasyonları, ve hastanede yatış süreleri açısından değerlendirilmiştir.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Fournier gangrene is an aggressive soft tissue infection involving perineum and perianal region. Due to high mortality rates in risk groups, early diagnosis and therapy is mandatory. Twenty-four patients admitting our department between 2000-2005 were compared according to the following characteristics; etiology, predisposing factors, age, gender, therapy alternatives and complications and hospitalization time.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

CASE REPORT
6.A Case On Type B Niemann-Pick Disease
Can Dolapçıoğlu, Aliye Soylu, Hatice Dolapçıoğlu, Güray Kılıç, Oya Övünç
Pages 140 - 144
Niemann-Pick hastalığı, otosomal resesif kalıtım gösteren, sfingomyelinaz aktivitesinin eksikliğine bağlı lipid depo hastalığıdır. Tip A, B, C, D, E ve F olmak üzere 6 subtipi tanımlanmıştır. Tip B Niemann-Pick hastalığında tanı, çoğu kez bebeklik veya çocukluk çağında, karaciğer ve dalak büyüklüğünün saptanması ile konur. Tip B’li hastalar genellikle erişkin yaşa kadar sağ kalırlar. Burada çocukluğundan beri karın şişkinliği şikayeti ile çeşitli merkezlere başvurmuş olup, polikliniğimizde büyüme gelişme geriliği ve hepatosplenomegali nedeniyle tetkik edilen ve nadir görülen Tip B Niemann-Pick hastalığı tanısı konulan olgu sunuldu.
Niemann-Pick is a lipid storage disease based on lack of sphingomyelinase activity, presenting autosomal-recessive heritage. Its 6 subtypes have been defined as Types A through F. In Type B Niemann-Pick disease, diagnosis is after detection of liver and spleen largeness during babyhood or childhood. We present a case of a patient, who has been visiting various centers with complaints of abdominal swelling since childhood, diagnosed with the rare Type B Nieman-Pick disease due to detection of delay in growth and development and hepatosplenomegaly.

7.Fractuure-dislocation of the wrist with ipsilateral elbow dislocation: Case report
Murat Gül, Ayhan Kılıç, Sami Sökücü, Sedat Yeniocak, Yavuz Kabukçuoğlu
Pages 145 - 148
Travma sonrası meydana gelen radius distal uç kırığının eşlik ettiği radiokarpal çıkık ve aynı hastada ipsilateral dirsek çıkığı literatürde saptanmamış bir birlikteliktir. Sol kolu üzerine düşme sonrası özellikle el bileğinde ağrı şlikayeti ile başvuran 66 yaşındaki kadın hastada radiokarpal çıkık, radius distal uç kırığı ve ipsilateral dirsek çıkığı saptandı. El bileği ve dirsek patolojilerine kapalı redüksiyon ile müdahale edildi ve uzun kol ateli
uygulandı. Bir hafta uzun kol ateli sonrasında bir hafta kısa kol sirküler alçıya geçildi. Hastanın takiplerinde, el bileği kırığında redüksiyon kaybı gözlenmesi üzerine, radius distal uç kırığı kilitli plak ile osteosentez yapılarak tedavi edildi.
Posttraumatic distal radius fracture and radiocarpal luxation with ipsilateral elbow dislocation is a very unique injury. Sixty-six-year-old female patient was admitted to the emergency department with a history of fall while walking on the street. On her physical and radiological examination, radiocarpal luxation, distal radius fracture and ipsilateral elbow dislocation of the left extremity were diagnosed. The injuries were managed with closed reduction and the extremity was immobilized with a long arm cast brace for a week followed by a short arm cast for an additional week. Loss of initial reduction was observed during the follow-up and managed with open reduction and internal fixation using locking plate.

REVIEW
8.Celiac disease
Erdoğan Arslan, Reşat Dabak, Emel Ahıshalı, Can Dolapçıoğlu, Oya Uygur Bayramiçli
Pages 149 - 157
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
9.Family medicine meetings in Kartal
İsmet Tamer
Pages 158 - 159
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale