E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama

SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 27 (2)
Cilt: 27  Sayı: 2 - 2016
ARAŞTIRMA MAKALESI
1.
Toraks Duvarı Tümörlerinde Göğüs Duvarı Rezeksiyonu-Rekonstrüksiyonunda Multidsipliner Yaklaşım ve Klinik Algoritmamız
Multidisciplinary Approach and Clinical Algorithm in Resection and Reconstruction for Chest Wall Tumor
Recep Demirhan, Gökhan Temiz, Kaan Gideroğlu, Emre Güvercin, Engin Ersin Şimşek, Gaye Taylan Flinte, Kadir Burak Özer
doi: 10.14744/scie.2017.41713  Sayfalar 97 - 102
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada multidisipliner yaklaşımla toraks duvarı tümörü nedeniyle rezeksiyon ve onarım yapılan hastaların geriye dönük olarak incelenerek bir rekonstrüksiyon algoritması oluşturulması planlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde 2006–2014 yılları arasında toraks duvarı tümörü nedeniyle ameliyat edilen 45 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, tümörün primer veya nüks tümör olup olmadığı, lokalizasyonu, rezeksiyon sonrası oluşan defekt boyutları, kot rezeksiyonu yapılıp yapılmadığı, iskelet rekonstrüksiyon yöntemi, yumuşak doku onarımının hangi fleple yapıldığı, hastaların dosyalarından geriye dönük olarak tarandı.
BULGULAR: Onarılan en büyük defekt 325 cm2, en küçük defek 36 cm2 idi. Olguların %54’ünde titanyum mesh %32’sinde ise prolen mesh kullanıldığı saptandı. Yumuşak doku onarımında ise pektoralis majör kite flap (n=14), latissimus dorsi kas-kas deri flebi (n=12), latisimus kas deri flebi ile kombine pektoral kite flep (n=5), vertikal rektus abdominus kas deri flebi (n=6), omentum flebi (n=3), transvers rektus abdominus kas deri flebi (n=3), serbest anterolateral uyluk flebi (n=2) ve lokal rotasyon flebi (n=1) kullanıldığı tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Elde edilen veriler ışığında iskelet ve yumuşak doku rekonstrüksiyonu için algoritmalar oluşturuldu.
INTRODUCTION: The aim of this study was to retrospectively review files of patients who had tumor resection and reconstructive surgery performed by thoracic and plastic surgeons due to chest wall tumor, and to create reconstruction algorithm.
METHODS: Records of 45 patients who underwent surgery for chest wall tumor between 2006–2014 were included in this study. Data including age, sex, tumor localization, defect size, quantity of resected costa and bone, and method of skeletal and soft tissue reconstruction were gathered retrospectively from patient files.
RESULTS: The largest defect was 325 cm2 and smallest was 36 cm2. Titanium mesh was used in 54% of patients, while prolene mesh was used in 32%. Pectoralis kite flap (n=14), latissumus dorsi muscle-skin muscle flap (n=12), latissumus dorsi muscle flap and pectoral kite flap (n=5), vertical rectus abdominus skin muscle flap(n=6), omentum flap (n=3), transvers rectus abdominus skin muscle flap (n=3), free anterolateral thigh flap (n=2), and local rotation flap (n=1) were used for soft tissue reconstruction.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Algorithm for soft and skeletal tissue reconstruction was created in accordance with obtained data.

2.
İzole Fetal Piyelektazi Olgularında Antepartum Seyir ve Takip
Antepartum Course and Follow-up in Patients with Isolated Pyelectasis
A Yasemin Karageyim Karşıdağ, Seda Subaş, Burak Giray, Esra Esim Büyükbayrak
doi: 10.14744/scie.2017.75317  Sayfalar 103 - 106
GİRİŞ ve AMAÇ: Antenatal dönemde piyelektazi saptanan olguların doğum öncesi seyri ve postnatal dönemde üriner sistem patolojileriyle ilişkisini göstermek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Perinatoloji polikliniğinde Ocak 2013 - Ağustos 2014 tarihleri arasında izole fetal piyelektazi tanısı almış (renal pelvis ön arka çapı ikinci trimesterde ≥5 mm, üçüncü trimesterde ≥7 mm) 10 hasta geriye dönük olarak değerlendirildi. Fetal doğumsal anomali ve fetal kromozom anomalisi olan olgular çalışmaya dahil edilmedi.
BULGULAR: Fetusların dokuzu erkek, biri kızdı. Renal pelvis ön arka çapı beş hastada (%50) 10 mm altında, üç hastada (%30) 10–15 mm arasında, iki hastada (%20) 15 mm üzerindeydi. Pyelektazi altı hastada (%60) tek taraflı, dört hastada (%40) çift taraflıydı. Dört hastada fetal piyelektazi gebelik süresince ilerleyici seyir izledi. Bir bebekte ureteropelvik bileşek (UPJ) darlığı, bir bebekte üretrosel, bir bebekte vesikoüreteral reflü (VUR) ve bir bebekte hem posterior üretral valv (PUV) hem de VUR saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fetal piyelektazi olgularının takibinde seri ultrasonografi önemlidir. İlerleyici ve iki taraflı piyelektazi varlığı postnatal ürolojik anomaliler için belirleyici olabilir.
INTRODUCTION: The present study examined the progression of fetal pyelectasis detected in patients during antenatal period and its relationship to postnatal urinary tract pathology.
METHODS: Medical records of 10 patients in whom isolated fetal pyelectasis (defined as anteroposterior [AP] diameter of renal pelvis of 5 mm or greater in the second trimester and 7 mm or greater in the third trimester) was detected in prenatal sonographic examination at perinatology clinic between January 2013 and August 2014 were retrospectively reviewed. Fetuses with additional congenital anomalies or aneuploidy were excluded.
RESULTS: Nine fetuses were male and 1 was female. Fetal renal pelvis AP diameter was <10 mm in 5 (50%), 10–15 mm in 3 (30%), and >15 mm in 2 patients (20%). Six patients (60%) had unilateral and 4 (40%) had bilateral pyelectasis. Progression of pyelectasis in those 4 patients was followed during pregnancy. After birth, ultrasonographic (US) findings of ureteropelvic junction stenosis (UPJ) (n=1), urethrocele (n=1), vesicoureteral reflux (VUR) (n=1), and posterior urethral valves (PUV) and VUR (n=1).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Serial US examinations are important in followup of patient with fetal pyelectasis. Progressive and bilateral pyelectasis may be predictive of postnatal uropathy.

3.
Profilaktik Topikal Brimonidine Kullanılanımının Nd: YAG Laser Arka Kapsülotomi Sonrası Göz İçi Basınç Değişimlerine Etkisi
The Effect of Prophylactic Topical Brimonidine on Intraocular Pressure After Nd: YAG Laser Posterior Capsulotomy
Ümit Çallı, Berkay Akmaz, Taha Ayyıldız, Ayşe Yeşim Oral, Muhammed Nurullah Bulut, Yusuf Özertürk
doi: 10.14744/scie.2017.66933  Sayfalar 107 - 110
GİRİŞ ve AMAÇ: Neodymium: yttrium aluminum garnet (Nd: YAG) laser arka kapsülotomi yapılan hastalarda profilaktik topikal brimonidine kulanımının göz içi basıncı (GİB) üzerine etkisini değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Arka kapsülotomi yapılan 40 hastanın 40 gözü çalışmaya dahil edildi. Hastalar A ve B olarak 2 gruba ayrıldı. A grubundaki 20 hastaya laser öncesi 1. saat ve laserden hemen sonra topikal brimonidine kullanılırken, B grubundaki 20 hasta kontrol grubu olarak belirlendi. Hastaların laser öncesi, laser sonrası 1. saat, 1. gün ve 1. hafta GİB değerleri aplanasyon tonometri (Goldmann) ile ölçüldü.
BULGULAR: Laser tedavisi öncesi ortalama GİB değeri A grubunda 14.7±3 mmHg, B grubunda 14.6±3.9 mmHg idi. Laser sonrası GİB 1. saat, 1. gün ve 1. hafta değeri sırasıyla A grubunda 12.7±3.3 mmHg, 13.7±2.3 mmHg, 14.2±2.3 mmHg iken B grubunda 15.1±2.9 mmHg, 14.9±2.1 mmHg, 14.5±2 mmHg olarak ölçüldü. Laser öncesine göre laser sonrası 1. saat ve 1. günde A grubunda anlamlı bir azalma görülürken, B grubunda laser sonrası anlamlı bir fark bulunmadı. Her iki grupta da laser sonrası 1. hafta değerlerinde laser öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda profilaktik brimodine kullanımının GİB artışını önlediği ancak düşük enerji ve düşük atım sayısı kullanılan ve profilksi yapılmayan GİB normal hastalarda GİB’de anlamlı bir artış olmadığı görüldü.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the effect of topical brimonidine on intraocular pressure (IOP) after Neodymium: yttrium aluminum garnet laser posterior capsulotomy.
METHODS: Forty patients (40 eyes) who underwent posterior capsulotomy were included in the study. Patients were divided into Groups A and B. Topical brimonidine was applied 1 hour prior to and right after laser procedure in Group A. Group B was assessed as control group. Intraocular pressures of the patients were measured using aplanation tonometry (Goldmann) before, 1 hour, 1 day and 1 week after laser procedures.
RESULTS: Mean IOP at baseline was 14.7±3 mmHg in Group A and 14.6±3.9 mmHg in Group B. In Group A, IOP decreased to 12.7±3.3 mmHg after 1 hour, 13.7±2.3 mmHg after 1 day, and 14.2±2.3 mmHg after 1 week. The values were measured respectively as 15.1±2.9 mmHg, 14.9±2.1 mmHg, and 14.5±2 mmHg in Group B. IOP had decreased significantly at 1 hour and at 1 day after laser treatment when compared with baseline in Group A; no significant difference was found after 1 week. No statistically significant difference was found during follow-up period compared to baseline in Group B.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Use of brimonidine was demonstrated to prevent rise in IOP. In addition, there was no significant IOP increase as result of fewer shots and low energy laser treatment.

4.
Yoğun Bakım Hastalarında Bası Yarası Olgularının Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi
Retrospective Evaluation of Pressure Sores of Patients in Intensive Care
Osman Esen, Sema Öncül, Mehmet Yılmaz, Hayrünisa Kahraman Esen
doi: 10.14744/scie.2017.60024  Sayfalar 111 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Bası yaraları yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) yatan hastalarda görülebilen, oluşumunda malnütrisyon, ileri yaş, dolaşım bozukluğu, immobilizasyon, duyusal algılamanın azalması, enfeksiyon, inkontinans, nörolojik defisit, sedasyon ve sürtünme gibi faktörlerin rol oynadığı bir sağlık sorunudur. Hastada bası yarası oluşması önlenmeli ve oluşan yaralar hızla tedavi edilmelidir. Bu çalışmada, YBÜ’de takip edilen hastalardaki bası yarası olguları değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitesinde Ocak 2012–Mayıs 2013 tarihleri arasında takip edilen hastaların kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, bası yarası oluşma riski, oluşma süresi, derecesi, bası yarası oluşan vücut bölgesi ve sonuçları değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 461 hasta alındı. Yoğun bakım kabul edilen üç hastada (%0.7) daha önceden bası yarası mevcut iken 14 hastada (%3) yeni bası yarası gelişti, 444 hastada (%96.3) ise bası yarası gelişmedi. Bası yaraları en çok 25–50. günler arası oluştu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitelerine kabul edilen hastalar bası yarası oluşma yönüyle değerlendirilmeli, riskli olan hastalarda bası yarasının oluşmaması için gerekli önlemler alınmalı ve gelişen bası yaraları etkili bir şekilde tedavi edilmelidir.
INTRODUCTION: Pressure ulcers are a health problem that can be seen in hospitalized patients in intensive care units (ICU). Malnutrition, advanced age, impaired circulation, immobilization, reduced sensory perception, infection, incontinence, moisture, neurological deficit, sedation, and friction may play a role in development of pressure ulcers. Pressure ulcers should be prevented and must be treated aggressively when they occur. This study analyzed occurrence of pressure ulcers in ICU patients.
METHODS: Records of patients treated in hospital ICU between January 2012 and May 2013 were analyzed retrospectively. Demographic and clinical characteristics of patients, risk of developing pressure ulcers, duration and degree of pressure ulcers, parts of body affected, and treatment results were evaluated.
RESULTS: A total of 461 patients were included in the study. While 3 patients (0.7%) had existing pressure ulcers on ICU admission, 14 patients (3%) developed new pressure ulcers, and 444 patients (96.3%) did not develop pressure ulcers. Pressure ulcers most often occurred 25 to 50 days after admission.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Patients admitted to ICU should be evaluated for pressure ulcers, necessary measures should be taken for patients at risk of developing pressure ulcers to avoid their development, and any pressure ulcers should be treated effectively.

5.
İki Farklı Hastanenin Ortopedi Kliniklerinde Kullanılan Antibiyotik Seçeneklerinin Akılcı Antibiyotik Kullanımı Açısından Değerlendirilmesi
Evaluation of Antibiotic Alternatives Used in Orthopedic Departments of 2 Hospitals According to Rational Use of Antibiotics
Mehmet İşyar, Mustafa Doğan, Seyit Ali Gümüştaş, İbrahim Yılmaz, Bülent Bilir, Olcay Güler, Gamze Varol Saraçoğlu, Mahir Mahiroğulları
doi: 10.14744/scie.2017.76148  Sayfalar 116 - 122
GİRİŞ ve AMAÇ: Birbirine yakın ve aynı bölgede yer alan iki farklı hastanenin ortopedi ve travmatoloji servislerinde yatan hastalarda, etkeni saptanan enfeksiyon olgularında antibiyotik kullanımının, akılcı ilaç tedavi rehberleri ve kültür antibiyogram sonuçlarına göre uygunluğunun araştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu araştırma projesi T.C. Sağlık Bakanlığı Genel Sekreterlik İzni doğrultusunda 01 Ocak 2014 ile 31 Aralık 2014 tarihleri arasında, iki hastanenin ortopedi ve travmatoloji servislerinde enfeksiyon tanısına sahip olguların verileri üzerinden gerçekleştirildi. Malignitesi olan veya başka bir servise taburcu edilen olgular çalışmadan dışlandı. Standart bir form oluşturuldu. Bu form içerisine, olguların demografik verilerine ek olarak, kültür antibiyogram sonuçları, enfeksiyon patojen etkeni, kültür materyalinin nereden alındığı, kullanılan antibiyotiklerin pozolojisi, süresi ve uygunluğu ile olguların yatış süreleri raporlandı. Maliyetlerin hesaplanmasında, Sağlık Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı 2014 yılı fiyat listeleri temel alındı. Birim fiyat üzerinden hasta başına kullanılan antibiyotik maliyetleri hesaplandı.
BULGULAR: Saptanan enfeksiyon etkeni için her zaman uygun antibiyotiğin seçilmediği belirlendi. Antibiyogram sonuçlarına göre etkili, daha düşük maliyetli antibiyotikler kullanılabilinmesine rağmen sıklıkla daha pahalı ve toplam maliyeti yükselten antibiyotikler seçilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kanıta dayalı tıp ve akılcı antibiyotik kullanımı kapsamında enfeksiyon tedavisinde kültür antibiyogram sonuçlarına göre uygun antibiyotik seçilmesi gerekliliği tartışılmaz bir bilimsel gerçektir. Ortopedi ve travmatoloji servislerinde enfeksiyon tedavisinde enfeksiyon hastalıkları ve farmakoloji uzmanlarını da sürece katarak multi-disipliner yaklaşılarak kanıta dayalı rehberlerin kullanımının artışı sağlanmalıdır.
INTRODUCTION: The present study is an analysis of appropriateness of antibiotics use for patients in whom infectious agent was detected. Data from patients in orthopedics and traumatology department of 2 hospitals in the same district were evaluated according to rational antibiotic drug use guidelines and culture antibiogram results.
METHODS: Data of patients diagnosed with infection between January 1, 2014 and December 31, 2015 in orthopedics and traumatology department of 2 different hospitals were analyzed. Patients diagnosed with malignancy or who were discharged from other departments were excluded. A standard form was used to collect demographic data, culture antibiogram results, details of infectious agent, source of culture material, posology of antibiotic used, duration and appropriateness of use, and length of hospital stay. Costs were estimated based on number of units used and price per unit according to 2014 Ministry of Health price list. Mean price of antibiotics used per patient was calculated and descriptive analyses were also completed.
RESULTS: It was determined that appropriate antibiotics for detected infectious agent were not always selected. Though there were effective, less expensive antibiotics that could have been used according to antibiogram results, more expensive antibiotics were often chosen, resulting in greater total cost.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Multidisciplinary approach in patient care and use of evidence-based guidelines should be increased. Teams should be formed and led by infectious disease and pharmacology specialists. New strategies should be developed immediately in health economics and new pharmacoeconomic models should be initiated in orthopedics and traumatology departments.

6.
İzole Atriyal Septal Defektli Hastalarda Klinik Seyir ve Prognoz
Prognosis for Pediatric Patients with Isolated Atrial Septal Defect
Deniz Özçeker, Pelin Ayyıldız, Metin Sungur, Mustafa Kemal Baysal
doi: 10.14744/scie.2017.43765  Sayfalar 123 - 128
GİRİŞ ve AMAÇ: Atriyal septal defekt ( ASD) çocuklarda ikinci sıklıkta görülen doğumsal kalp hastalığıdır. Bu çalışmada, kliniğimizdeASD tanısı alan 354 olgunun tanı yaşı, başvuru yakınmaları, fizik muayene, elektrokardiyografi ve telekardiyografi bulguları ve ekokardiyografik olarak ölçülen defekt çapı kullanılarak ASD’nin klinik seyri ve prognozu hakkında tahminde bulunabilmek amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma grubumuz, Ocak 2003 ile Haziran 2008 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Kardiyoloji Polikliniği’ne başvuran, 0–18 yaş grubunda, en az altı ay ve üzerinde izlem süresi ve en az iki defa ekokardiyografi yapılan olgulardan oluşmaktadır.
BULGULAR: Olguların 206’sı (%53.1) kız, 182’si (%46.9) erkekti, Kız/Erkek: 1.13 olarak bulundu. Olguların ortanca tanı yaşı üç ay (1/12–17 yaş) olarak bulundu. Atriyal septal defekti kendiliğinden kapanan hasta sayısı 189 (%53.4), ameliyat edilen hasta sayısı 24 (%6.8), transkateter yöntem ile defekti kapatılan hasta sayısı 43 (%12.1) ve izlemi devam eden hasta sayısı 98 (%27.7) olarak bulundu. Defekti kendiliğinden kapanan olgular incelendiğinde kendiliğinden kapanma ile olguların tanı yaşları ve ölçülen ekokardiyografi çapları arasında anlamlı ilişki olduğu görüldü (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sekundum tip ASD’lerde tanı yaşı ve tanı anındaki defektin büyüklüğü kendiliğinden kapanma ve prognozda en önemli faktörlerden birisidir.
INTRODUCTION: Atrial septal defect (ASD) is the second most frequently seen type of congenital heart disease. The aim of the present study was to predict clinical prognosis of ASD based on age at diagnosis, patient complaints, findings of physical examination, electrocardiogram and telecardiogram results, and echocardiographic measurement of diameter of defect in 388 patients with ASD.
METHODS: Patients at pediatric cardiology outpatient clinic of Ondokuz Mayıs University Faculty of Medicine Department of Children’s Health and Diseases between January 2003 and June 2008 who were 0–18 years of age, had echocardiographic examinations performed at least twice, and were followed-up for at least 6 months were included in the study.
RESULTS: The study population included 182 (46.9%) male and 206 (53.1%) female patients (female/male ratio: 1.13) with median age at diagnosis of 3 months (range: 1 month-17 years). In 189 patients (53.4%), ASD closed spontaneously. A total of 24 patients (6.8%) underwent surgery. In 43 patients (12.1%), defect was repaired using transcatheter procedure. At time of study, 98 patients (27.7%) were still under follow-up care. Early diagnosis and diameter of defect correlated with spontaneous closure (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Age at diagnosis and size of defect are the most important criteria for clinical prognosis and spontaneous closure of defect in cases of ostium secundum ASD.

7.
Serviksin Düşük Dereceli İntraepitelyal Lezyonlarının Klinik Önemi: Sekiz Yıllık Deneyim
Clinical Significance of Cervical Low-Grade Squamous Intraepithelial Lesions: 8 Years’ Experience
Önder Sakin, Kadir Güzelmeriç, Bülent Kars, Orhan Ünal
doi: 10.14744/scie.2017.17363  Sayfalar 129 - 133
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, servikal smearlerinde düşük dereceli skuamöz intraepitelyal lezyon (LGSIL) saptanan hastaların izlemleri sonucundaki histolojik tanılarının değerlendirilmesi ve bir tedavi rehberi geliştirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Servikal smear incelemesinde LGSIL saptanan 240 gebe olmayan hastanın kolposkopik incelemesi ve gerekli görülenlerde kolposkopi rehberliğinde servikal biyopsi ve endoservikal örnekleme yapıldı. Hastalar üç–dört ay aralıklarla servikal smear kontrolüne alındı.
BULGULAR: İki yüz kırk LGSIL saptanan hastanın 108’inde (%62.8) servikal intraepitelyal neoplazi 1 (CIN 1), 28’inde (%16.3) CIN 2, 12’sinde (%6.8) CIN 3 ve dördünde invazif serviks kanseri saptandı. On iki aylık takiplerinde hastaların 38’inde (%22) persistans, 16’sında (%9) yüksek dereceli displaziye progesyon, 118’inde ise (%68) regresyon olduğu gözlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Servikal minör anormallikler, düşük dereceli lezyonlara, yüksek dereceli lezyonlara ve hatta serviks kanserine dahi değişebildiği için kolposkopinin doğru tanıya ulaşmada uygun bir yöntem olduğu görüldü. Takipteki en ideal uygulama kolposkopinin smear ile beraber yapılması olarak bulundu.
INTRODUCTION: The aim of the present study was to evaluate the follow-up results in patients who initially had cervical smear results showing low-grade squamous intraepithelial lesions (LSIL) in order to determine their histologic outcomes and develop a management guideline.
METHODS: A total of 240 non-pregnant women with LSIL in their cervical smears were evaluated with colposcopy, and colposcopically directed biopsies and endocervical sampling were done as indicated. Patients had follow-up smears every 3 to 4 months.
RESULTS: Of the 240 patients with LSIL, 108 patients (62.8%) were classified as having cervical intraepithelial neoplasia 1 (CIN 1), 28 (16.3%) cases had CIN 2, 12 patients (6.8%) had CIN 3, and 4 patients (2.3%) were diagnosed with invasive cervical carcinoma. At 12-month follow-up, persistence was observed in 38 (22%) cases, and progression to high-grade dysplasia was seen in 16 (9%) cases. Regression to normal smear was observed in 118 cases (68%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Since cervical minor abnormalities can change to low-grade lesions, high-grade lesions, or even cervical carcinoma, colposcopy was found to be an appropriate method for a correct diagnosis. Colposcopy in combination with smear was the ideal approach during follow-up.

8.
Çocuklarda Ertapenem Tedavisinin GSBL Üreten Mikroorganizmaların Sebep Olduğu İdrar Yolu Enfeksiyonlarında Etkinlik ve Güvenilirliği
The Efficacy and Safety of Ertapenem Therapy in Children with Urinary Tract Infections due to ESBL-Producing Microorganisms
Esra Çelik Kuzaytepe, Ayşe Karaaslan, Yasemin Akın, Nuran Küçük, Özge Karataş, Demet Hacıseyitoğlu, Serap Genç Yüzüak, Melis Şirinoğlu
doi: 10.14744/scie.2017.26122  Sayfalar 134 - 138
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada idrar yolu enfeksiyonlarında (İYE) ertapenem tedavisinin klinik etkinlik ve güvenilirliğini araştırdık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Geriye dönük olarak yapılan çalışmamıza Ağustos 2015 ve Haziran 2016 tarihleri arasında İYE nedeniyle ertapenem tedavisi alan yaşları 5 ila 153 ay arasında değişen 22 olgu dahil edildi.
BULGULAR: Olguların 16‘sı kız (%72.7), altısı erkek (%27.2), ortalama yaş 53.0±43.6 ay, (dağılım, 5 -153 ay) olarak saptandı. Yirmi iki hastanın idrar kültüründe Escherichia coli (n=21) ve Klebsiella pneumoniae (n=1) saptandı. Olguların hepsinde tedavi süresi 10 güne tamamlandı. Tedavi sırasında olgularda herhangi bir yan etki görülmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocuklarda GSBL üreten mikroorganizmaların neden olduğu İYE’larında ertapenem güvenli olarak kullanılabilmektedir.
INTRODUCTION: In this study, we evaluated the clinical efficacy and safety of ertapenem treatment for urinary tract infections (UTIs) in children.
METHODS: In this retrospective study, we analyzed the records of 22 patients, aged 5 months to 153 months, who received ertapenem therapy for UTI caused by extended spectrum beta-lactamase (ESBL)-producing microorganisms between August 2015 and June 2016.
RESULTS: Sixteen (72.7%) female and 6 (27.2%) male children with a mean age of 53.0±43.6 months (range: 5 to 153 months) were enrolled in the study. Escherichia coli (n=21), and Klebsiella pneumoniae (n=1) were identified in the urine cultures of these 22 patients. Treatment duration was 10 days for all patients. No adverse drug-related effects were seen.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Ertapenem can be used safely to treat UTI in children caused by ESBL-producing microorganisms.

9.
Retrokaval Üreter: Doğuştan Nadir Bir Anomali
Retrocaval Ureter: A Rare Congenital Anomaly
Murat Tuncer, Gökhan Faydacı, Alper Kafkaslı, Özgür Yazıcı, Erkin Sağlam, Aydın Özgül, Kemal Sarıca
doi: 10.14744/scie.2017.02360  Sayfalar 138 - 141
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, nadir bir doğuştan anomali olan retrokaval üreter nedeniyle kliniğimizde cerrahi tedavi uygulanan olgulardaki deneyimimizi literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde Ocak 2003 ve Ocak 2015 tarihleri arasında ameliyat edilen hastalar geriye dönük olarak tarandı. Çalışmaya retrokaval üreter tanısı ile ameliyat edilen üç hasta dahil edildi. Çalışmaya alınan hastaların yaş, cinsiyet, böbrek tarafı, başvuru semptomları ve hidronefroz dereceleri kayıt edildi. Tüm hastalara açık üreteroüreterostomi+double J stent uygulandı. Hastaların ameliyat sonrası üçüncü haftada double J kataterleri çekildi ve ameliyat sonrası üçüncü ayda hastalar tekrar değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 17.66 (dağılım, 13–24 yıl) idi. Hastaların ikisi erkek, biri kadındı ve tüm olgular sağ taraf yerleşimli idi. Tüm hastaların intravenöz pyelogramlarında proksimal üreterde dilatasyon ve tipik ters “J” görünümü mevcuttu. Ameliyat sonrası üçüncü ayda tüm hastaların semptomsuz olduğu, üreteral drenajın normal olduğu, dilatasyonun gerilediği tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Retrokaval üreter tedavisinde açık cerrahi günümüzde yüksek başarı oranları ile tercih edilen etkili bir yöntemdir.
INTRODUCTION: Described in this study is surgery to treat retrocaval ureter, a rare congenital anomaly, and relevant literature findings.
METHODS: Data on patients who underwent surgery in the clinic between January 2003 and January 2015 were reviewed retrospectively. Three patients who were operated on for retrocaval ureter were included in the study. Age, sex, laterality, symptoms, and degree of hydronephrosis were analyzed. Open ureteroureterostomy with double J stent insertion was performed on all 3 patients. Double J stents were removed after 3 weeks and patients were evaluated at postoperative 3 months.
RESULTS: Mean age of patients was 17.66 years (range: 13–24 years). Two patients were male, 1 was female. All cases had right-sided retrocaval ureter. Proximal ureteral dilatation and reverse J images were seen on in travenous pyelograms (IVPs) of all patients before surgery. On postoperative thirdmonth evaluation, ureteral drainage was normal, proximal ureteral dilatation had regressed and patients were asymptomatic.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Open surgery for retrocaval ureter is effective and preferred treatment modality with high success rate.

OLGU SUNUMU
10.
Supratentorial Hemanjiyoperisitom: Olgu Sunumu
Supratentorial Hemangiopericytoma: Case Report
Necati Tatarlı, Yusuf Emrah Gergin, Selçuk Özdoğan, Dilek Yavuzer, Mehmet Tiryaki, Tufan Hiçdönmez
doi: 10.14744/scie.2017.15428  Sayfalar 142 - 144
Hemanjiyoperisitomlar, herhangi bir yerindeki kapiller perisit hücrelerinden kaynaklanırlar. Nadir görülen vasküler tümörler olup, en çok retroperiton, kalça ve uylukta izlenirler. Çoğunlukla supratentoriyal olarak görülen intrakranial hemanjiyoperisitomların, klinik ve radyolojik bulgularla meningiomlardan ayrılması güçtür. Tüm primer santral sinir sistemi tümörlerinin %0.4’üdürler. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından derece II olarak kabul edilmektedirler. Malign potansiyelli mezenkimal tümör olarak bilinirler. Meningeal hemanjiyoperisitomlar çok nadir görülen tümörler olup, genellikle supratentorial olarak yerleşirler. Ayırıcı tanıda meningiyoma dikkat etmek gerekir. Kesin tanı, cerrahi sonrası histopatolojik çalışma ile konmaktadır. Bu yazıda, 37 yaşındaki erkek hastada meningeal hemanjiyoperisitom olgusu sunuldu, klinik ve patolojik özellikleri ele alındı. Literatürde nadir olması nedeniyle bu olgu sunuldu.
Hemangiopericytoma (HPC) can originate in capillary pericytes of any part of the body. It is a rare vascular tumor, mostly seen in retroperitoneal space, hips, and thighs. Based on clinical and radiological findings, it is difficult to distinguish supratentorial intracranial HPC from meningiomas, Intracranial HPC accounts for 0.4% of all primary central nervous system (CNS) tumors. The World Health Organization (WHO) classified it as grade 2 tumor, and mesenchymal tumors are characterized as having variable malignant potential. Meningeal HPC is an extremely rare tumor, usually found in supratentorial location. Meningioma should be considered in differential diagnosis. Definitive diagnosis is made with histopathological analysis after surgery. In the present report, clinical and pathological features of a 37-year-old male patient who presented with meningeal HPC are described. This case is presented because of the scarcity of such instances in the literature.

11.
Fasiyoliyaz: Kolelitiyazisi Taklit Eden Nadir Bir Olgu
Fascioliasis: A Rare Case Mimicking Cholelithiasis
Arda Işık, İlyas Sayar, Baris Gülhan, Deniz Firat
doi: 10.14744/scie.2017.00372  Sayfalar 145 - 146
Fasiyoliyaz insanlarda çok nadir gözlenen zoonotik bir hastalıktır. Kırk üç yaşında kolelitiyazis tanısıyla ameliyat edilen erkek hastanın safra kesesi patolojik değerlendirmesinde fasciola hepatica tespit edildi. Fasciola hepatica’nın, karaciğer (akut) ve biliyer (kronik) fazları bulunmaktadır. Karaciğer fazında periferik eozinofili hakimdir. Biliyer fazda kolelitiyazis bulguları hakimdir.
Fascioliasis is a zoonotic disease that is very rarely seen in human beings. Histopathological examination of surgical specimen of a 43-year-old male patient who underwent surgery for cholelithiasis revealed the presence of Fasciola hepatica. Fascioliasis has liver (acute) and biliary (chronic) phases. Peripheral eosinophilia is dominant during liver phase; signs of cholelithiasis are dominant in biliary phase.

12.
Servikal Ektopik Gebelik İçin Alternatif Tedavi Yöntemi
Alternative Treatment Method for Cervical Ectopic Pregnancy
Ali Emre Tahaoğlu, Mehmet İrfan Külahçıoğlu, Ahmet Eser, Cihan Toğrul
doi: 10.14744/scie.2017.65982  Sayfalar 147 - 149
Servikal ektopik gebelik, tüm ektopik gebelikler arasında çok nadir rastalanan bir ektopik gebelik formudur. Servikal ektopik gebelik ciddi bir hemoraji nedeni olabilir. Ayrıca yüksek morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Son yıllarda fertiliteyi korumak amacı ile farklı birçok konservatif yaklaşım rapor edilmiştir. Kliniğimize yedi hafta dört gün ile uyumlu fetal kardiyak aktivitesi olmayan gebe vajinal kanama şikayeti ile başvurdu. Hasta yüksek servikal sütür ve Mcdonald serklaj uygulanarak başarı ile tedavi edildi. Servikal gebelik tedavisi hala tartışma konusudur. Fakat tedavi konusunda henüz kesin bir fikir birliği bulunmamaktadır. Konservatif yaklaşım hastayı histerektomi gibi büyük bir cerrahiden ve bunun getirdiği kötü sonuçlardan koruyabilir.
Cervical ectopic pregnancy is a very rare form of ectopic pregnancy. Cervical ectopic pregnancy can be a cause of severe bleeding and it is associated with high morbidity and mortality. In recent years, many conservative methods of treatment seeking to preserve fertility have been reported. Presently described is case of pregnant woman at gestational age of 7 weeks and 4 days who was admitted to clinic with vaginal bleeding. Fetal cardiac activity was negative. Patient was successfully treated with high ligation suture and McDonald cerclage. There is no consensus yet on best treatment of cervical ectopic pregnancy, but conservative methods can avoid major surgical procedure such as hysterectomy and its consequences.

13.
Bir Olguda İki Farklı Sinüzit Komplikasyonu: Orbital Apse ve Subdural Ampiyem
A Case of Two Different Complications of Sinusitis: Orbital Abscess and Subdural Empyema
Hüseyin Baki Yılmaz, Arif Şanlı, Mustafa Paksoy, Derya Berk, Banu Atalay Erdoğan
doi: 10.14744/scie.2017.46693  Sayfalar 150 - 153
Günümüzde gelişen tanı araçları ve uygun antibiyotik kullanımı ile sinüzit komplikasyonları tedavi edilebilmesine rağmen orbital apse ve subdural ampiyem hala hayatı tehdit edebilen tedavi sonrasında sekel bırakabilen ciddi sinüzit komplikasyonlarıdır. Bu yazıda, fronto-etmoid sinüzit nedeni ile orbital apse ve subdural ampiyem gibi aynı anda iki ciddi sinüzit komplikasyonu olan, hızlı tanı ve tedavi ile komplikasyonsuz iyileşen 12 yaşında kız hasta sunuldu. Tanısı kraniyal manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve klinik ile konulabilen ve tedavisi cerrahi yapılmadan da mümkün olan subdural ampiyemde acil tanı ve tedavi hastalarda kalıcı sekel bırakmadan da iyileşmeyi mümkün kılmaktadır. Sinüzit komplikasyonu olarak gelişen orbital apse ve ikincil bir komplikasyon olarak oluşabilecek subdural ampiyemin erken tespit ve tedavisi için biz KBB hekimlerinin hasta takibinde bilinç bulanıklığı ve bilinç kaybı gibi nörolojik bulgulara dikkat etmesi gerekmektedir.
Today, in spite of improved diagnostic tools and appropriate antibiotic usage, life-threatening complications of sinusitis such as orbital abscess and subdural empyema can still be observed. These complications may cause serious, disabling sequelae. Presently described is case of 12-year-old girl with frontoethmoidal sinusitis as well as orbital abscess and subdural empyema. Prompt diagnosis and treatment resulted in uncomplicated outcome. For patients with subdural empyema, early diagnosis is possible with cranial magnetic resonance imaging (MRI) and surgery is not necessarily required for clinical improvement. Otolaryngologists should pay attention to additional symptoms such as confusion or loss of consciousness in patients with orbital abscess in order to diagnose a secondary complication such as subdural empyema promptly.

14.
İntrakardiak ve İki Taraflı Pulmoner Multipl Hidatidoz Olgusu
A Case of Multiple Bilateral Pulmonary and Intracardiac Hydatidosis
Coşkun Doğan, Sevda Şener Cömert, Ali Fidan, Nesrin Kıral, Elif Torun Parmaksız, Benan Çağlayan
doi: 10.14744/scie.2017.78055  Sayfalar 154 - 157
Kist hidatik hastalığı, Echinococcus granulusus’un larvasının etken olduğu parazitik bir enfeksiyondur. Yerleşim sıklığına göre en çok karaciğer ve daha sonra akciğerde görülen hastalıkta intrakardiyak yerleşim nadir görülmektedir. Kardiyak yerleşim kanlanmanın daha çok olduğu sol ventrikülde daha sıktır. Sağ atriyum yerleşimi en nadir görülen formudur. Kliniğimiz de iki taraflı pulmoner kist hidatik tanısı olan ve bu tanı ile takip edilirken rastlantıyla intrakardiyak (sağ atriyum) yerleşim tespit edilen bir olguyu intrakardiyak yerleşimli kist hidatik hastalığının nadir olması ve bu hastalarda tanı ve tedavinin önemine dikkat çekmek için yayınlamayı uygun bulduk.
Hydatid cyst disease (HCD) is a parasitic infection caused by Echinococcus granulosus larvae. Habitat of the disease is most frequently liver, followed by lungs; intracardiac occurrence is rare. When it occurs, cardiac involvement is more common in left ventricle, where blood supply is intense. Disease is extremely rare in right atrium. While following case at clinic with diagnosis of bilateral pulmonary hydatid cyst, right atrium involvement was incidentally found. Since hydatid cyst disease with intracardiac localization is rarely seen, present report was prepared in order to draw attention to importance of thorough diagnosis and treatment of these patients.

15.
Üretral Yabancı Cisim: İlginç Bir Olgunun Literatür Eşliğinde Değerlendirilmesi
Urethral Foreign Body: Evaluation of an Interesting Case Guided by the Literature
Cahit Şahin, Mehmet Kutlu Demirkol, Fehmi Narter, Bilal Eryildirim, Kemal Sarca
doi: 10.14744/scie.2017.09327  Sayfalar 158 - 160
Üretral yabancı cisim nadir görülen, farklı sebepleri olmakla birlikte sıklıkla kişinin kendi üretrasına yabancı cisim tatbiki ile oluşan ve acil girişim gerektiren bir durumdur. Etiyolojide, seksüel veya erotik uyarı sağlama, travma ve tıbbi girişimlerin yanı sıra psikiyatrik problemler da bu durumda önemli rol oynamaktadır. Çeşitli araçlarla gerçekleşen bu durum tedavi planında komşu organ yaralanması ve yabancı cisim hakkındaki bilgi sağlaması ile radyolojik bulgu ve tanı önemlidir. Bizim amacımız, ciddi ürolojik problemlerin bulgusu sayılan mesane gazının lümenli üretral cisim ile birlikteliğini ve olası nedenlerini ortaya koymaktır. Ayrıca üretral yabancı cisimde tedavi yaklaşımlarını literatür eşliğinde tartıştırmaktır.
Urethral foreign body is a rare condition, and while there are many possible reasons, it is generally caused by self-insertion of a foreign object into one’s own urethra and requires emergency intervention. Sexual or erotic stimulation, trauma, medical interventions, and psychiatric problems may play a role in etiology. Radiological findings are important in order to obtain information about the foreign body and make accurate diagnosis, and treatment of this condition may require various instruments due to adjacent organ injury. Presently described is effort to determine possible causes of bladder gas, considered evidence of severe urological problem, and its association with urethral foreign body with a lumen. Treatment approaches to urethral foreign body as reported in the literature are also discussed.

16.
Tam Yüz ve Boyun Yanıklı İnfantta Zor Havayolu Yönetimi
Difficult Airway Management in an Infant with Full Face and Neck Burn
Hülya Özay, Tamer Kuzucuoğlu, Oğuzhan Kılavuz, Hakan Acar
doi: 10.14744/scie.2017.55822  Sayfalar 161 - 164
Yaşamın ilk iki dekadında oluşan yanıkların kazalara bağlı ve önlenebilir olduğu ifade edilmektedir. İlk dekatta haşlanma yanıkları en sık görülüyorken, alev nedenli yanıklar infantlarda yüksek mortalite ve morbidite oranları ile seyretmektedir. Bu yazıda, hastanın erkek kardeşinin kibritle oynaması nedeniyle kundağının tutuşması üzerine oluşan alev nedeniyle yüz, boyun ve vücudunda Lund Browder skalası’na göre %18 vücut alanında ikinci ve üçüncü derece yanığı olan, yüz ve dudak ödemi nedeniyle zor havayolu (Grade IV) olarak değerlendirilen 35 günlük infant olgusunun uygun anestezi yönetimi ve multidisipliner yaklaşımla yoğun bakım tedavisi sunuldu.
Burns that occur in the first 2 decades of life are usually caused by preventable accidents. Scald burns are the most common in the first decade. Flame burns have high morbidity and mortality rates in infants. This case report is presented to demonstrate appropriate anesthesia management and the multidisciplinary approach required in an intensive care unit (ICU). A 35 -day-old infant was admitted to ICU with second and third degree flash burns on the face, neck, and body covering 18% total body surface area according to Lund and Browder chart. Patient also had facial and oral edema, which resulted in difficult airway (grade IV). Burns were secondary to an accident at home involving matches lit by her brother.

17.
Perkütan Nefrolitotomi Sırasında Gelişen Safra Kesesi Yaralanması
Gallbladder Injury During Percutaneous Nephrolithotomy
Ramazan Kozan, Alp Yıldız, Osman Kurukahvecioğlu, Orhan Bayram
doi: 10.14744/scie.2017.58234  Sayfalar 165 - 168
Perkütan nefrolitotomi (PNL) uygun hastalarda böbrek taşı tedavisinde kullanılan etkin ve minimal invaziv bir yöntemdir. Her cerrahi işlemde olduğu gibi bu yöntemde de bazı komplikasyonların oluşabilmesi söz konusudur. Bu yazıda, oldukça nadir görülen perkütan nefrolitotomi esnasında oluşmuş safra kesesi perforasyonu olgusunun laparoskopik tanı ve tedavisi sunuldu. İşlem sonrası karında peritonit bulguları gelişen hastalarda ender bir komplikasyon olsa da biliyer sistem yaralanması ihtimali göz önünde tutulmalıdır. Radyolojik yöntemler ile yaralanmanın tam olarak lokalize edilemediği vakalarda laparoskopik yaklaşım hem kesin tanı hem de etkin minimal invaziv tedavi olanağı verebilmektedir.
Percutaneous nephrolithotomy (PCNL) is an effective and minimally invasive method used for the treatment of kidney stones in selected patients. Some complications can occur with this method as in any surgical procedure. We report the laparoscopic diagnosis and treatment of a rare case of gallbladder perforation which occurred during percutaneous nephrolithotomy. Although it is a rare complication, biliary tract injury should be considered in patients with peritonitis after PCNL. Laparoscopic surgery can provide both diagnosis and minimally invasive treatment for cases in whom exact location of injury could not be determined with radiographic examinations.

18.
Pnömoni ve Herpetik Ensefalitli Komorbid Hastada Yoğun Bakım Yönetimi
Intensive Care Management of a Patient with Comorbidity of Pneumonia and Herpetic Encephalitis
Serkan Uçkun, Tamer Kuzucuoğlu
doi: 10.14744/scie.2017.91249  Sayfalar 169 - 172
Diabetes mellitus tip II ve hipertansiyon tanıları dışında sistemik hastalığı olmayan 77 yaşında hasta, kendi işlerini yapabiliyorken yakınlarının sorularına anlamsız, tutarsız cevaplar vermesi ve bilinç bulanıklığı gelişmesi nedeniyle özel sağlık merkezine başvuruyor ve kranyal manyetik rezonans görüntüleme yapılması öneriliyor. Manyetik rezonans görüntülemede akut sitotoksik ödem saptanıyor. Hasta yüksek ateş ve sağ bacakta atma şikayeti ile acil servise götürülüyor. Beyin omurilik sıvısı (BOS) analizinde Herpes simpleks virüs Tip 1 polimeraz zincir reaksiyonu pozitif bulunarak viral ensefalit tanısıyla asiklovir tedavisine başlanıyor. Hasta nöroloji servis takibinin dördüncü gününde solunum sıkıntısı ve bilinç kaybı sonrasında orotrakeal entübe edilerek yoğun bakım ünitesine (YBÜ) kabul edildi. Toraks bilgisayarlı tomografisinde hava bronkogramı, sağ akciğerde atelektazi görünümü pnömoni olarak değerlendirildi. Yoğun bakım ünitesine yatışının yedinci gününde spontan göz açan, komutlara uyabilen hasta mekanik ventilasyondan ayrılmaya başlandı, hastaneye yatışının 16. günü şifa ile evine taburcu edildi. Herpes simpleks viral ensefalitinde BOS incelemesinde viral tespit, erken antiviral tedavi ve YBÜ desteği verilmesinin hızlı ve sekelsiz iyileşmeyi sağladığını düşünmekteyiz.
A self-sufficient 77-year-old patient with no systemic disease other than type 2 diabetes mellitus and hypertension sought treatment at a private medical center because she gave inconsistent and nonsensical responses to relatives and developed confusion. Cranial magnetic resonance imaging showed acute cytotoxic edema. Patient was transferred to emergency unit with high fever and right lower extremity jerking. Examination of cerebrospinal fluid (CSF) revealed positive polymerase chain reaction for herpes simplex virus type 1, and based on diagnosis of viral encephalitis, acyclovir therapy was initiated. On the fourth day of follow-up in the neurology clinic, the patient was orotracheally intubated and admitted to intensive care unit (ICU) because of respiratory distress and loss of consciousness. Thoracic computed tomography revealed atelectasis and air bronchogram in the right lung, which indicated pneumonia. On the seventh day in the ICU, the patient was able to opened her eyes spontaneously and follow commands. Weaning from mechanical ventilation was initiated and the patient was discharged home with cure on the sixteenth day of admission. Detection of virus in CSF analysis, prompt administration of antiviral therapy and ICU support ensured rapid recovery without any residual sequelae in this case of herpes simplex encephalitis.

EDITÖRE MEKTUP
19.
Parmaklarda Serbest Drenaj Yöntemi Olarak Cerrahi Eldivenlerin Farklı Parçalarının Kullanımı
Using Different Parts of Surgical Gloves for Non-Absorptive Drainage of Fingers in Hand Surgery
Nebil Yeşiloğlu, Arda Akgün, Emre Güvercin, Hakan Şirinoğlu, Hakan Demirel, Murat Sarıcı
doi: 10.14744/scie.2017.55563  Sayfalar 173 - 174

LookUs & Online Makale