E-ISSN : 2587-1404
ISSN    : 2587-0998

Hızlı Arama

SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 23 (3)
Cilt: 23  Sayı: 3 - 2012
ARAŞTIRMA MAKALESI
1.
Topikal anesteziklerin neden olduğu toksik keratopati ve tedavisi
Toxic keratopathy secondary to topical anesthetic and its management
Nesrin Tutaş Günaydın, Baran Kandemir, Leyla Yavuz, Cem Selvi
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.16013  Sayfalar 113 - 118
AMAÇ: Topikal anesteziklerin aşırı dozda kullanımına bağlı olarak gelişen toksik keratopati olgularını ve tedavi yaklaşımlarını değerlendirmek idi.
YÖNTEMLER: Mart 2007 ile Ekim 2009 tarihleri arasında kliniğimize başvuran topikal anesteziklerin aşırı dozda kullanılmasına bağlı gelişen keratopati olgularında tedavi öncesi ve sonrası görme keskinliği, klinik bulguları ve tedavi yaklaşımları geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya ortalama yaşları 39.08±10.02 (dağılım 23-58 yıl) olan 12 hastanın 15 gözü alındı. Hastaların ortak öyküleri yabancı cisimle yaralanma ya da kaynak ile çalışma sonrası gözde yabancı cisim hissi ve oküler ağrı nedeni ile kronik olarak topikal anestezik ilaç kullanmaları idi. Hastaların çoğunda ilk başvuruda santral kornea yerleşimli epitel defekti ve etrafında halkasal stromal infiltrasyon varken, bazılarında hipopyon vardı. Yedi gözde (%47) sadece medikal tedavi ile epitel defekti iyileşirken, medikal tedaviye cevap vermeyen 8 gözde (%53) amniyon membran transplantasyonu (AMT) yapıldı. Medikal tedavi ve AMT tedavisine rağmen gelişen desmotosel ve spontan korneal perforasyon nedeni ile 2 hastaya penetran keratoplasti (PK) uygulanması gerekti. Takip süreleri ortalama 12.1±9.2 ay olan hastaların tedavi öncesi en iyi düzeltilmiş görme keskinliği el hareketi ile 0.2 arasında değişirken, tedavi sonrası en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 9 gözde (%60) 0.5 ve daha iyi, 2 gözde (%13) 0.1 ile 0.4 arasında ve 4 gözde (%27) ise 0.05 ve daha az olarak saptandı.
SONUÇ: Topikal anestezik ilaçların aşırı dozda kullanımlarına bağlı olarak gelişen toksik keratopati bazı olgularda belirgin görme kayıplarına ve ciddi oküler komplikasyonlara neden olabilir. Medikal tedavi ve cerrahi girişimler ile başarılı sonuçlar elde edilebilse de, hastalığın önlenmesi ve hastaların bu anestezik ilaçlar hakkında bilinçlendirilmesi tedaviden daha kolaydır.

OBJECTIVE: The aim of this study was to evaluate toxic keratopathy secondary to topical anesthetic abuse and treatment approaches.
METHODS: Pre and post-treatment visual acuity, clinical findings and treatment modalities were investigated retrospectively in patients who admitted our clinic between March 2007 and October 2009 with keratopathy due to topical anesthetic abuse.
RESULTS: Fifteen eyes of 12 patients whose average ages were 39.08±10.02 (range, 23-58 years) were included in the study. The common history of patients was the use of topical anesthetic drugs because of foreign body sensations in the eye and ocular pain due to foreign body related injury or after working with rubber in industry. While the majority of patients had central corneal epithelial defect with surrounding annular stromal infiltrate, others had hypopion in first admission. Epithelial defect improved in seven eyes (47%) with medical treatment alone, amnion membrane transplantation (AMT) was performed in 8 eyes (53%) which were irresponsive to medical treatment. Penetrating keratoplasty was performed in 2 cases due to developing descemetocele and spontaneous corneal perforation despite medical treatment and AMT. Mean duration of follow-up was 12.1±9.2 months. Best corrected visual acuity was 0.2 before treatment, 0.5 after treatment and improved in 9 eyes (60%), between 0.1 and 0.4 in 2 eyes (13%) and 0.05 or less in 4 eyes (27%).
CONCLUSION: Toxic keratopathy due to topical abuse of anesthetic drugs leads to significant visual loss and severe ocular complications in some cases. Although successful results are achieved with medical treatment and surgery in most cases, prevention of disease and awareness among patients of the adverse effects of anesthetic drugs are more effective than medical or surgical management.


2.
Periferdeki bir devlet hastanesinde tedavi edilen pnömotoraks olguları: 11 yıllık sonuçlar
Pneumothorax cases treated at a peripheral state hospital: 11-year results
Hatice Eryiğit, İlhan Akaslan
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.16056  Sayfalar 119 - 122
AMAÇ: Kliniğimizde takip edilen pnömotoraks olgularının tedavi sonuçlarını araştırdık.
YÖNTEMLER: 1998 ile 2009 yılları arasında hastanemizde tedavi edilen 426 pnömotoraks olgusu geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Olguların 184 tanesi primer spontan, 156’sı sekonder spontan, 84’ü travmatik, 2’si iyatrojenik pnömotorakstı. 31 olguya hemotoraks da eşlik etmekteydi. Yaş aralığı 5- 93 (ortalama 43,7) şeklinde idi. Hastaların % 87’si erkek ve pnömotoraksın görüldüğü taraf % 55,8 sağ, % 43,2 soldu. Hastanede yatış süresi ortalama 8,3 (5- 93) gündü. Olgularımızın çoğunluğunda tüp torakostomi/ plevral kateter uygulaması yeterli iken, minimal pnömotoraksı (% 10 ve altı) olan hastalarda konservatif davranıldı. Yirmi bir hastaya uzamış/ masif hava kaçağı nedeniyle torakotomi yapıldı. Seçilmiş olgularda uzamış hava kaçağının tedavisi için otolog kan/ talk ile plöredezis uygulandı. Yirmi iki hastada nüks (%5) gelişti.
SONUÇ: Çalışmamızda periferde bulunan bir devlet hastanesinin göğüs cerrahi kliniğinin pnömotoraks tedavisindeki sonuçlarını sunduk. Nüks oranının ve torakotomi gereksiniminin az olması, pnömotoraks tedavisinde başarılı olduğumuzu göstermektedir.
OBJECTIVE: We reviewed results of pneumothorax cases treated in our clinic.


METHODS: Between 1998 and 2009, 426 pneumothorax cases treated in our hospital were analyzed retrospectively.
RESULTS: 184 of all were primary spontaneous, 156 secondary spontaneous, 84 traumatic, and 2 iatrogenic pneumothorax. 31 cases had hemothorax in same time. Age range was 5 and 93 (mean 43,7) years. 87% of patients were male and side of pneumothorax was 55,8% in right, 43,2% in left. The mean duration of stay in hospital 8,3 (5- 9,3) days. Tube thoracostomy / pleural catheter application were enough mostly. Patients with minimal pneumothorax (10% and less) were treated conservatively. Thoracotomy was done in 21 patients who had prolonged or massive air leaks. Recurrent diseases were in 22 patients (5%).


CONCLUSION: In our study, thoracic surgery clinic at a state hospital presents the results of the treatment of pneumothorax. Low recurrence rate and less need for thoracotomy indicates successful treatment of pneumothorax.

3.
Benign, premalign ve malign prostat lezyonlarında Ki-67, bcl-2 ve c-erbB2 belirteçlerinin önemi
Significance of Ki-67, bcl2 and c-erbB2 markers in benign, premalign and malign prostatic lesions
İlyas Sayar, İbrahim Gelincik, Aliseydi Bozkurt, İrfan Bayram
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.14471  Sayfalar 123 - 129
AMAÇ: Bu çalışmada benign, premalign ve malign prostat lezyonlarında Ki-67, bcl-2 ve c-erbB2 belirteçlerinin önemi ve karsinomun histolojik derecelendirmesinde belirteçlerin yararlılığı incelendi.
YÖNTEMLER: 1998-2008 yılları arasında 38 benign prostat hiperplazisi (BPH), 35 adenokarsinom (PCA) ve 16 prostatik intraepitelyal neoplazi (PİN) tanısı almış 89 olguya ait örneklere immünohistokimyasal olarak Ki-67, bcl-2 ve cerb-B2 uygulandı ve pozitif hücrelerin yüzdesine göre immünboyanmalar skorlandı.
BULGULAR: Ki-67 ile benign lezyonlarda düşük oranda boyanma oranı, karsinomlarda daha yüksek oranda boyanma oranı bulundu. Karsinomlarda Gleason derecesi yüksek olan olguların Ki-67 boyanma oranı, derecesi düşük olanlara göre yüksek bulunarak, Ki-67 immünboyanmasının Gleason skoruyla ilişkili olduğu gösterildi. Bcl-2 ile benign ve premalign lezyonlarda bazal tabakada yüksek oranda boyanma gözlenirken, malign lezyonlarda hiç boyanma saptanmadı.
C-erbB2 ile ilginç olarak olguların hiçbirinde boyanma görülmedi.
SONUÇ: Sonuç olarak Ki-67’nin malign lezyonlarda artan histolojik grade ile ilişkili olduğu gözlendi. Ayrıca Ki-67’nin benign ve premalign lezyonların ayırıcı tanısında yararlı olabileceği kanısına varıldı. Bcl-2’nin bazal tabaka belirteci olarak klasik belirteçlere ek olarak yararlı olabileceği düşünüldü.
OBJECTIVE: In this study, we studied the importance of Ki-67, bcl-2 and c-erbB2 markers in benign, premalign and malign prostate lesions, and the usefulness of these markers for histologic grading of carcinoma.
METHODS: We applied Ki-67, bcl-2 and c-erbB2 as immunohistochemical markers to the samples from a total of 89 cases including 38 diagnosed benign prostatic hyperplasia (BPH), 35 adenocarcinoma (PCA), 16 prostatic intraepithelial neoplasia (PIN) in the years between 1998 and 2008, and we scored immunostains according to the percentage of positive cells.
RESULTS: Lower staining proportion was found for Ki-67 in benign lesions, with higher staining proportion in carcinoma. Our results demonstrate that Ki-67 immunostains are related to Gleason score. Among cases in which there is a high Gleason score, stain proportion was found to be much higher than with low Gleason score. However, bcl-2 immunstains indicated considerable stain at the basal layer, with benign and premalign lesions, but there was no sign of staining in malign lesions at all. Interestingly there was no staining of any cases for c-erbB2.
CONCLUSION: Consequently, it was observed that Ki-67 is related to increased histological grade in malign lesions. We concluded that Ki-67 is usefull in the differential diagnosis of benign and premalign lesions. Also bcl-2 is thought to be useful as basal layer marker in addition to classical markers.

4.
Ortopedi ve travmatoloji hastalarının bağımsızlık ve depresyon düzeylerinin hemşirelik bakımından memnuniyet düzeyi üzerine etkisi
The effects of independence and depression level on patients satisfaction with nursing care in orthopedic and traumatology patients
Sevgi Koç, Nihal Büker, Raziye Şavkın, Esat Kıter
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.49092  Sayfalar 130 - 136
AMAÇ: Bu çalışma ortopedi ve travmatoloji kliniğinde yatarak tedavi gören hastaların bağımsızlık düzeyleri ve depresyon durumlarının hemşirelik bakımından memnuniyet düzeylerine etkisini değerlendirmek amacıyla planlandı.
YÖNTEMLER: Çalışmaya ortopedi ve travmatoloji kliniğinde yatarak tedavi gören, klinikte en az 10 gün süreyle kalan ve kooperasyon kurulabilen, yaşları 18-85 (X=49.78±21.11) yıl arasında değişen çalışmaya katılmaya gönüllü 85 hasta alındı. Veriler bir demografik bilgi formu ile toplandı. Çalışmaya alınan hastaların fonksiyonel durumları Barthel Günlük Yaşam Aktiviteleri İndeksi (BGYAİ), depresif semptomları Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve hemşirelik bakımından memnuniyetleri Newcastle Hemşirelik Bakımından Memnuniyet Ölçeği (HBMÖ) kullanılarak değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların memnuniyet puan ortalamaları (75.40±18.55) iyi düzey olarak saptandı. Hastaların bağımsızlık düzeyleri (51.21±25.09) ve depressif semptom düzeyleri (12.26±11.60) ile hemşirelik bakımından memnuniyet düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı.
SONUÇ: Hastaların hastanede yattıkları süre içinde verilen hemşirelik bakımından duydukları memnuniyet tüm hastane hizmetleri ile ilgili memnuniyetlerini etkileyen en önemli faktördür. Hastanın fonksiyonel durumu ve depressif semptomlarıyla bakım memnuniyeti arasında herhangi bir ilişkiye rastlanmamıştır ve hastaların hemşirelik bakım hizmetlerinden memnun oldukları saptanmıştır. Hemşirelik bakımından memnuniyet düzeyini etkileyecek faktörlerin varlığını belirlemek için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: The study was designed to assess the effects of patients’ independence level and depression status on satisfaction with nursing care among admitted patients in an orthopedics and traumatology clinic.
METHODS: Eighty-five adult patients who were hospitalized for at least 10 days remaining in the clinic, established cooperation, voluntary patients whose ages ranging from 18-85 (X=49.78±21.11) years were included in this study. The data were collected by a demographic information form. Functional status was assessed with the Barthel’s Index of Activities of Daily Living. Depressive symptoms were assessed by the Beck Depression Inventory. Patients’ satisfaction with nursing care was assessed using The Newcastle Satisfaction with Nursing scale.
RESULTS: Patients’ satisfaction scores (75.40±18.55) were evaluated as “good”. There was no statistically significant difference between patients’ satisfaction with nursing care and patients’ independence score (51.21±25.09) or depression symptom score (12.26±11.60).
CONCLUSION: Patients’ satisfaction with nursing care is the most important factor affecting patient satisfaction with hospital services during their stay in the hospital. There was no relationship between nursing satisfaction and patient independence status or depressive symptoms. We have determined that patients are pleased with the nursing care services. Further studies are needed to determine the presence of factors which affect patients satisfaction regarding nursing.

5.
Desme soymalı otomatize endotelyal keratoplasti ameliyatı sonrası keratometrik değerlerdeki değişiklikler
Keratometric values change after Descemet’s stripping automated endothelial keratoplasty
Oğuzhan Genç, Anıl Kubaloğlu, Alime Sefer Güneş, Tuba Kabataş Çınar, Nurullah Bulut, Pınar Sorgun Evcili, Abdulkadir Ort
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.43926  Sayfalar 137 - 142
AMAÇ: Desme Soymalı Otomatize Endotelyal Keratoplasti (DSAEK) tekniği ile gerçekleştirdiğimiz arka lameller keratoplasti hastalarının ameliyat öncesi ve sonrası keratometrik değerlerini karşılaştırarak oluşan değişiklikleri kaydetmekti.
YÖNTEMLER: Korneal endotelyel yetersizlik nedeniyle DSAEK tekniği ile endotelyal keratoplasti yapılmış 25 hastanın 25 gözünün dosyaları retrospektif olarak incelendi. Keratometrik ve refraktif ölçümleri kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların 11’i kadın (%44), 14’ü ise erkek (%56) idi. Ortalama yaş 60.4±11.5 (dağılım 41-81 yıl) idi. Ameliyat öncesi gözlerin 19’unda (%76) büllöz keratopati, 4’ünde (%16) Fuchs distrofisi ve 2’sinde (%8) greft yetersizliği mevcut idi. Ortalama takip süresi 20.8±7.8 (dağılım 6-36 ay) idi. Ortalama maksimum keratometri değerleri, ameliyat öncesi 43.82±1.59 diyoptri (D) iken (42.00-50.00 D) ameliyat sonrası hastaların ilk kontrollerinde 44±1.7 D (42.00-50.00 D), son kontrollerinde 44.05±2.12 D (41.75-49.75 D) olarak saptandı. Hastaların ameliyat öncesi ortalama keratometrik astigmatizma değerleri 1.72±1.34 D iken, 1. aydaki kontrolde ortalama keratometrik astigmatizma 1.69±1.27 D, son kontrolde bu değer 1.65±1.51 D olarak bulundu.
SONUÇ: Cerrahi sonrası anatomik bütünlüğün korunması, korneadaki keratometrik değişikliklerin ve uyarılmış cerrahi astigmatizmanın minimal oluşu, stabil refraktif değere ulaşılması bakımından DSAEK ameliyatları ile iyi sonuçlar alınabildiği görülmektedir.
OBJECTIVE: The aim of this study was to compare preoperative and postoperative keratometric values in patients who had Descemet Stripping Automated Endothelial Keratoplasty (DSAEK) surgery.
METHODS: Twenty five eyes of 25 patients who had undergone DSAEK surgery due to endothelial dysfunction were reviewed retrospectively. Refractive and keratometric measurements
were recorded.
RESULTS: There were 11 (44%) female and 14 (56%) male patients. The mean age was 60.4±11.5 years (range 41-81). Nineteen eyes (76%) had bullous keratopathy, 4 eyes (16%) had Fuch’s endothelial dystrophy and 2 eyes (8%) had corneal graft failure. The mean follow-up period was 25.4±9.2 months (6-45 months). The mean maximum keratometry (Kmax) was 43.82±1.59 Diopter (D) (range, 42.00-50.00 D) preoperatively. The mean Kmax was 44±1.7 D (42.00-50.00 D) at the first control visit and 44.05±2.12 D (41.75-49.75 D) at the last control visit postoperatively. The mean keratometric astigmatism was 1.72±1.34 D preoperatively. The mean keratometric astigmatism was 1.69±1.27 D at the first month and 1.65±1.51D at the last control visit.
CONCLUSION: DSAEK surgery resulted in better outcomes, preserving anatomical integrity, causing minimal corneal keratometric changes, inducing minimal astigmatism with stable refractive values.

OLGU SUNUMU
6.
Kraniyal ve servikal dermatom tutulumlu Ramsay Hunt Sendromu olgusu
Ramsay Hunt Syndrome with cranial and cervical dermatomal involvement: Case report
Fazilet Hız, Dilek Bozkurt, Saffet Meral Çınar, Meltem Can
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.76768  Sayfalar 143 - 146
Ramsay Hunt Sendromu (RHS) (Herpes zoster otikus), varisella zoster virusunun tekrarlayan aktivasyonu ile gelişen bir kraniyal polinöropatidir. Sıklık sırasına göre 7., 8., 9., 5.,10., 6. kraniyal ve servikal sinir tutulumları görülebilir. Bu sendromda 7. kraniyal sinir tutulumu, tüm fasiyal paralizili olguların %3-12’sini oluşturur. Tanısı kulak ağrısı, kulak kepçesi çevresinde veziküler döküntü ve sekel bırakan fasiyal paralizi ile konur. Bu nedenle baş ve boyun bölgesindeki deri lezyonları, RHS ve ona bağlı gelişebilecek nörolojik semptomlar düşünülerek yakın takibe alınmalıdır. Altmış beş yaşındaki erkek olgu, sağ fasiyal paralizi, aynı taraf baş yarısında ve boyunda herpetik ağrılı veziküller nedeni ile RHS tanısı aldı. Olgumuz, bu sendromda servikal dermatom etkilenmesinin nadir olması ve prognozu açısından tartışıldı.
Ramsay Hunt Syndrome (RHS) (Herpes zoster oticus) is a cranial polyneuropathy which is caused by the reactivation of varisella zoster virus. Respectively 7, 8, 9, 5, 10, and 6 cranial nerves and the servical nerves are involved. In this syndrome, 7 cranial nerve involvement constitutes 3-12% of all facial paralysis patients. Diagnosis depends on determining the ear pain, vesiculer rush around the earlap, and facial paralysis caused sequelae. Due to skin lesions on the head and neck region and neurological symptoms, RHS was suspected. Early treatment may effect prognosis. A 65-year-old individual, with right facial paralysis and painfull ipsilateral herpetic vesicules on one side of the head and neck has been diagnosed RHS. The case has been discussed for the purpose of determining prognosis because servical dermatome involvement is rare in RHS.

7.
Mesanenin primer küçük hücreli karsinomu: Olgu sunumu
Primary small cell carcinoma of the bladder: Case report
Kemal Ekici, Alpaslan Mayadağlı, Akif Türk, Cihangir Ali Çetinel, Mustafa Boz, Ahmet Selimoğlu, Şermin Kökten
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.84755  Sayfalar 147 - 150
Mesanenin küçük hücreli karsinomu, yüksek sistemik metastaz insidansı ile klinik olarak saldırgan bir davranış ile karakterize nadir bir antitedir. Tüm primer mesane tümörlerinin yaklaşık %0.5 kadarını oluşturur. Mesanenin küçük hücreli kanseri tanısı alan 48 yaşındaki erkek olgu literatür bilgileri eşliğinde sunuldu.
Small cell carcinoma of the bladder is a rare entity characterized clinically by an aggressive behavior with a high incidence of systemic metastases. The frequency of small cell carcinomas in the urinary bladder is 0.5% of all bladder tumors. We present a case of a small cell carcinoma of the bladder in a 48-year-old man and a review of the literature.

8.
Üzerinde allerjik kontakt dermatit gelişen bir büllöz pemfigoid olgusu
An allergic contact dermatitis developing in a bullous pemphigoid case
Demet Çiçek, Rahime İnci, Bengü Çobanoğlu, Selma Bakar Dertlioğlu, İbrahim Kökçam
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.92603  Sayfalar 151 - 154
Büllöz pemfigoid başlangıç lezyonları aşırı kaşıntılı, ürtikeryal plaklarla seyredebilir. Bu dönemde vezikül veya büller uzun süre gözlenmeyebilir. Muhtemelen büllöz pemfigoid başlangıç lezyonları nedeniyle topikal ilaç kullanıp bu ilaca karşı alerjik kontakt dermatit oluşan ve daha sonra büllöz pemfigoid tipik lezyonları gelişen 82 yaşındaki kadın olguyu hastalığın başlangıç lezyonlarına ve ayırıcı tanısına dikkat çekmek amacıyla sunuyoruz.
Onset lesions of bullous pemphigoid may be in the form of extremely itchy, urticarial plaques. Vesicles and bullae may not appear for an extended period of time. We present the case of an 82-year-old woman who used a topical drug for the onset of lesions and developed allergic contact dermatitis against the concerned drug followed by typical bullous pemphigoid lesions. We present this case in order to attract attention to the onset lesions and differential diagnosis of the disease.

9.
Dev torasik lipomun nöromusküler yapılara basısı
Compressing neuromuscular bundles by giant thoracic lipoma
Hatice Eryiğit, Recep Demirhan, Kadir Burak Özer
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.13540  Sayfalar 155 - 157
Kırk bir yaşında erkek hasta interkostal nevralji şikayeti yapan arka göğüs duvarı kitlesi ile başvurdu. Bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ hemitoraksta latissimus dorsi kasının altında yumuşak doku lezyonu görüldü. Tümör total olarak eksize edildikten sonra, histolojisi lipom olarak raporlandı. Nadir olarak interkostal nevraljiye sebep olan dev göğüs duvarı lipomu bulunan bir olguyu sunduk.
A 41-year-old man presented with a mass of the posterior chest wall with intercostal neuralgia. Computerized tomography examination showed a soft tissue lesion underlying latissimus dorsi muscle of right hemithorax. After the tumour was excised totally, histology confirmed lipoma. We present here a rare case of intercostal neuralgia caused by a giant lipoma of the chest wall.

10.
Pamidronat infüzyonu ile tedavi edilen D vitamini zehirlenmesi
Vitamin D entoxication treated with pamidronate infusion
Murat Tutanç, Servet Yel, Ayfer Gözü, Aydın Ece, Mehmet Boşnak
doi: 10.5505/jkartaltr.2012.87587  Sayfalar 158 - 160
D vitamini intoksikasyonunun akut olarak hiperkalsemi, dehidratasyon, nörolojik bozukluk, kronik olarak da hiperkalsüri/nefrokalsinozis gibi ciddi sonuçları vardır. Daha önce sağlıklı olan, bilinçsiz bir aşırı doz D vitamini takviyesi ile tedaviye dirençli hiperkalsemili 6 aylık erkek bebek olgusu sunuldu. Kısa süreli intravenöz infüzyon pamidronat tedavisi uygulanarak komplikasyon olmaksızın serum kalsiyum düzeyleri düzeltildi. D vitamini intoksikasyonundan ve komplikasyonlarından kaçınılması için D vitamini dozu dikkatli hesaplanmalıdır. Ayrıca, çocuklar için zararlı olabilecek ilaçların reçetesiz satılmasını engelleyecek önlemler alınmalıdır.
Vitamin D intoxication in an infant has serious consequences attributable to acute hypercalcemia, dehydration, neurologic disorder and subsequent hypercalcuria/nephrocalcinosis. We present the case of a previously healthy, 6-month-old infant with resistant hypercalcemia from an unconscious overdose with vitamin D supplement. Short-term intravenous infusion of pamidronate treatment effectively corrected serum calcium levels without complications. The dose of vitamin D should be carefully determined in order to avoid vitamin D intoxication and it's complications. Public health measures should be undertaken to prevent drug consumption without prescription that may be dangerous, especially for children.

LookUs & Online Makale