ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 18 (1)
Volume: 18  Issue: 1 - 2007
RESEARCH ARTICLE
1.Intraoperatıve Ultrasonographıc Evaluatıon Of Lıver Parenchyma And Extrahepatıc And Intrahepatıc Bıle Ducts In Our Clınıc
Barış Tüzün, Murat Çağ, Feyyaz Onuray, Nimet Süslü, Levent Kaptanoğlu, Erhan Tunçay, Turgay Erginel, Fatma Aykan, Selahattin Vural
Pages 1 - 6
AMAÇ: Kliniğimizde son yıllarda safra yolları cerrahisinde uygulamaya başlanılan intraoperatif ultrasonografi (USG) ve ameliyat öncesi USG sonuçları karşılaştırıldı. Safra kesesi duvar kalınlığı, koledok iç çapı, periferik intrahepatik safra yolları çapı, safra kesesi ve koledok içeriği açısından istatistiksel fark saptanmadı. Ameliyat öncesinde uygulanan USG’nin kolelitiazisi saptama açısından duyarlılığı %86,6 olarak bulundu, özgüllüğü %100 olarak hesaplandı. Ameliyat öncesi USG’nin koledokolitiazis varlığını saptama oranı %57 olarak bulundu. İntraoperatif USG’nin ise koledokolitiazisi saptama açısından duyarlılığı ve özgüllüğü %100 olarak hesaplandı.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Intraoperative ultrasonography (USG) is more effective than conventional USG before surgery for diagnosing choledocholithiasis. We aimed in this study to compare the results of preoperative abdominal USG with those of intraoperative USG performed during biliary surgery in recent years. There were no statistically significant differences in gallbladder wall thickness, internal diameter of choledochus, diameter of peripheric intrahepatic bile ducts, contents of gallbladder and extrahepatic bile ducts. Sensitivity and specificity of USG before operation for cholelithiasis were 86.6% and 100%, respectively. Rate of diagnosis of USG before operation for choledocholithiasis was 57%. Sensitivity and specificity of intraoperative USG for choledocholithiasis were both 100%.


METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

2.Surgıcal Treatment Of Intraartıcular Dıstal Humeral Fractures In Adults
Güven Bulut, Bekir Tutarlı, Talat Çağırmaz, Muzaffer Yıldız
Pages 7 - 13
AMAÇ: Bu çalışmada seyrek görülen ve tedavisi zor olup, bazen önemli komplikasyonlarla sonuçlanan erişkinlerin distal humerus eklem içi kırıklarının cerrahi tedavisinin sonuçları tartışıldı. Çalışmada 27 erişkin hastanın (19 erkek, 8 kadın; ort. yaş 31; dağılım 15-79) distal humerus eklem içi kırığı değerlendirildi. Kırık nedeni olarak olguların 11’inde (%41) düşme, 9’unda (%33) yüksekten düşme, 5’inde (%18) trafik kazası, 1’er (%4) olguda iş kazası ve spor yaralanması saptandı, altı olguda (%26) ek lezyonlar da vardı. AO sınıflamasına göre 2 (%8) tip B1, 1 (%4) tip B2, 4 (%15) tip B3, 5 (%18) tip C1, 12 (%44) tip C2, 3 (%11) tip C3 kırık saptandı. Olguların 21’i (%78) kapalı, 6’sı (%22) açık kırıktı. Tip C kırıklı olgularda açık kırık oranı %30 olarak belirlendi. Olgular ortalama 7’inci günde ameliyat edildi. Cerrahi yaklaşım olarak olguların 13’ünde (%48) olekranon osteotomisi, 10’unda (%37) Campbell’in tarif ettiği triseps kesisi, 4’ünde (%15) posterolateral kesi kullanıldı. Kırıkların 9’una (%33) rijit osteosentez, 18’ine (%67) ise rijit olmayan osteosentez uygulandı. Ameliyat sonrası olabildiğince erken dönemde rehabilitasyona başlandı. Hastanede yatış süresi ortalama 12 gün, ortalama takip süresi 65 ay idi. Jupiter’in klinik değerlendirme skalasına göre olguların 9’u (%32) mükemmel, 12’si (%44) iyi, 3’ü (%12) orta, 3’ü (%12) kötü sonuç olarak değerlendirildi. Orta ve kötü sonuçların tümü C tipi kırıkları olan ve 5. günden sonra ameliyat edilen olgularda alındı. Ortalama fleksiyon-ekstansiyon hareket açıklığı tüm seride 105°, C tipi kırıklarda 100°, B tipi kırıklarda 121° bulundu. Ameliyat sonrası komplikasyon olarak olguların 4’ünde (%15) ulnar sinir nöropraksisi, 2’sinde (%8) miyozitis ossifikans, 6’sında (%22) enfeksiyon görüldü. Erişkinlerin distal humerus eklem içi kırıklarında erken cerrahi girişim, uygun yaklaşım, eklem hattının anatomik redüksiyonu, stabil fiksasyon ve erken rehabilitasyonla iyi sonuçlar alınabilir.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Results of surgical treatment of intraarticular distal humeral fractures in adults, which are rarely seen, present difficulties in treatment and sometimes result in serious complications, are discussed in this study. Mean age of the 27 patients (8 F, 19 M) included in the study was 31 (range 15-79). Fractures resulted from fall in 11 (41%) patients, fall from height in 9 (33%), traffic accident in 5 (18%), industrial injury in 1 (4%) and sports injury in 1 (4%). Six (26%) patients had additional injuries. Two (8%) B1, 1 (4%) B2, 4 (15%) B3, 5 (18%) C1, 12 (44%) C2 and 3 (11%) C3 fractures were determined according to AO classification. Twenty-one (78%) of the fractures were closed fractures while 6 (22%) were open. In type C fractures, 30% were open fractures. Patients underwent surgery on the mean 7th day of the injury. Surgical approaches included olecranon osteotomy in 13 (48%), triceps splitting approach defined by Campbell in 10 (37%) and posterolateral approach in 4 (15%) patients. Rigid osteosynthesis was achieved in 9 (33%) fractures, while non-rigid osteosynthesis was performed in 18 (67%) cases. Fixation of the fractures was achieved by using only plates in 2 (7%), only screws in 9 (34%), separated screws and plate in 7 (26%), screws and Kirschner wires in 6 (22%) and only Kirschner wires in 3 (11%) patients. Rehabilitation was begun as early as possible postoperatively. Mean hospitalization time was 12 days and mean follow-up time was 65 months. According to Jupiter’s evaluation criteria, 9 (32%) excellent, 12 (44%) good, 3 (12%) moderate and 3 (12%) poor results were obtained. All the moderate and poor results were in the patients with type C fractures and all were operated after the 5th day of the injury. Mean flexion-extension ranges of motion were 105°, 100° and 121° in the entire series, in C type fractures and in B type fractures, respectively. Ulnar neurapraxia developed in 4 (15%), myositis ossificans in 2 (8%) and infection in 6 (22%) patients as postoperative complications. In intraarticular distal humeral fractures in adults, satisfactory results can be obtained by means of early surgical treatment, anatomical reduction of the joint surface through appropriate surgical approach, stable fixation and immediate rehabilitation
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

3.The Effect Of Lens Aspıratıon, Anterıor Vıtrectomy And Posterıor Capsulorrhexıs On Secondary Opacıfıcatıon Of The Posterıor Capsule Followıng Pedıatrıc Cataract Surgery
Şülay Eraslan Özdil, Yeşim Oral, Onur Karadağ, Nesrin Tutaş Günaydın, Ömer Kamil Doğan
Pages 14 - 17
AMAÇ: Konjenital katarakt cerrahisinde lens aspirasyonu, ön vitrektomi ve arka kapsüloreksis uygulamasının arka kapsül kesafeti üzerine olan etkisi değerlendirildi. Sağlık Bakanlığı Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Göz Kliniği’nde Kasım 1998-Ocak 2006 tarihleri arasında konjenital katarakt nedeniyle ameliyat edilen 15 olgunun 26 gözü çalışma kapsamına alındı. Cerrahi sonrası takip süresi ortalama 13,2 aydı (6-48 ay). Cerrahi sırasında 15 (%71) göze arka kapsüloreksis yapıldı, 6 (%29) gözde de operasyon sırasında arka kapsül perfore oldu ve ön vitrektörle kapsülotomi açıklığı genişletildi. Olguların 21’ine (%81) ön vitrektomi uygulandı. Toplam 5 (%19) göze ön vitrektomi ve arka kapsüloreksis yapılmadı. Göz içi lens implantasyonu 26 gözün 15’ine (%57,6) uygulanırken, 11’i (%42,4) afak bırakıldı. Arka kapsüloreksis ve ön vitrektomi yapılmayan 5 gözün 2’sinde (%40) fibrin reaksiyonu, 1’inde (%20) pupilla şekil bozukluğu, 2’sinde (%40) arka kapsül kesafeti, arka kapsüloreksis ve ön vitrektomi yapılan 21 gözün 8’inde (%38) fibrin reaksiyonu, 9’unda (%38) pupilla şekil bozukluğu gelişmiştir. Arka kapsüloreksis ve ön vitrektomi yapılan hiçbir gözde arka kapsül kesafeti; görülmemiştir. Konjenital kataraktlı olgularda, lens aspirasyonu ile birlikte arka kapsüloreksis ve ön vitrektomi uygulaması, ameliyat sonrası en önemli komplikasyon olan arka kapsül kesafeti görülme olasılığını oldukça azaltmaktadır.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: The efficacy of lens aspiration, anterior vitrectomy and posterior continuous curvilinear capsulorrhexis (PCCC) in preventing secondary opacification of the posterior capsule following pediatric cataract surgery was evaluated. Fifteen children (26 eyes) who underwent cataract surgery between November 1998-January 2006 in Dr. Lutfi Kirdar Kartal Training and Research Hospital 1st Eye Clinic were included in this study. The median follow-up was 13.2 months (range, 6-48 months). A PCCC was performed in 15 (71%) eyes; in 6 eyes posterior capsular rupture occurred perioperatively and capsulotomy was enlarged with anterior vitrector. Anterior vitrectomy was performed in 21 (81%) eyes. Anterior vitrectomy and PCCC were not performed in 5 (19%) eyes. Intraocular lens was implanted in 15 of 26 (57.6%) eyes and was not implanted in 11 (42.4%) eyes. In the group without anterior vitrectomy and PCCC, fibrin formation occurred in 2 (40%) eyes, pupillary irregularities in 1 (20%) eye and posterior capsular opacification in 2 (40%) eyes. In the group with anterior vitrectomy and PCCC, fibrin formation occurred in 8 (38%) eyes and pupillary irregularities in 9 eyes (38%). No posterior capsular opacification was observed in the group with anterior vitrectomy and PCCC. Lens aspiration with anterior vitrectomy and PCCC decreases posterior capsule opacification, which is the main postoperative complication in pediatric cataract surgery.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

4.Intraoperatıve Vascular Injurıes In Cases Wıth Atrophy-Hypertrophy Complex Of Lıver
Barış Tüzün, Murat Çağ, Nimet Süslü, Feyyaz Onuray, Levent Kaptanoğlu, Fatma Aykan, Tolgay Akın, Engin Baştürk, Selahattin Vural
Pages 18 - 24
AMAÇ: Karaciğerin bir lobunda atrofi ve bu durumu kompanse etmek amacıyla karşı lobda hipertrofi gelişmesine atrofi-hipertrofi kompleksi (AHK) adı verilir. Çalışmamızda 2004 yılı içerisinde AHK gelişen 20 olguda, karaciğer kitlelerine yönelik cerrahi girişimlerde vasküler yaralanma oranı araştırıldı. Tüm olgulara ameliyat öncesi ultrasonografi (USG), bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme, ameliyat esnasında ise intraoperatif USG uygulandı. Atrofi 13 (%65) olguda sağda, 7 (%35) olguda solda saptandı. Konulan tanılar olguların 4’ünde (%20) karaciğer hemanjiyomu, 11’inde (%55) karaciğer hidatik kisti, 2’sinde (%10) hepatoselüler karsinom, 1’inde (%5) kolon tümörü metastazı, 1’inde (%5) fokal nodüler hiperplazi, 1’inde (%5) ise karaciğer apsesi idi. Üç (%15) olguda karaciğer içi ve dışı vasküler yaralanma gelişti. Yaralanan vasküler yapılar 1 (%5) olguda sol lateral segment portal ven dalı ve 2 (%10) olguda sağ hepatik ven dalıydı. Tüm yaralanmalar inkomplet olup, primer olarak tamir edildi.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Atrophy of one lobe of the liver and hypertrophy of the other lobe for compensation is called atrophy-hypertrophy complex. In our study, iatrogenic vascular injury ratio was examined in 20 cases. Ultrasonography (USG), computed tomography and magnetic resonance imaging studies were performed prior to surgery and intraoperative USG was used perioperatively. Atrophy was found in 13 (65%) cases in the right lobe and in 7 (35%) cases in the left lobe. Liver hemangiomas were responsible in 4 (20%) cases, hydatid cyst in 11 (55%) cases, hepatocellular carcinoma in 2 (10%) cases, metastasis of colonic tumor in 1 (5%) case, liver abscess in 1 (5%) case and focal nodular hyperplasia in 1 (5%) case. Intrahepatic and extrahepatic vascular injuries developed in 3 (15%) cases. Left lateral segment branch of portal vein in 1 (5%) case and right hepatic vein branches in 2 (10%) cases were injured. All injuries were incomplete and repaired primarily.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

CASE REPORT
5.Severe Thrombocytopenıa Related To Hepatıtıs A Infectıon: A Case Report
Erdal Peker
Pages 25 - 27
Hepatit A tüm dünyada sıkça görülen, fekal-oral yolla bulaşan bir enfeksiyondur. Genellikle gürültülü bir tablo ile başlayarak, hafif bir gidiş gösterir. Hepatit A enfeksiyonuna bağlı trombositopeni, menoraji ve purpura görülebilmektedir, ancak immün trombositopeni ender olarak bildirilmektedir. Bu yazıda, hepatit A enfeksiyonuna bağlı immün trombositopeni geliştiği düşünülen 12 yaşında bir kız olgu sunuldu. Hepatit A enfeksiyonu trombositopeniye neden olabildiğinden bu tip olgularda ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Hepatitis A is a common infection seen worldwide and is transmitted by fecal-oral route. It usually begins with acute symptoms, but continues insidiously. Menorrhagia and thrombocytopenia can be seen as a result of hepatitis A infection, but immune thrombocytopenia is rarely reported. A 12-year-old girl who developed immune thrombocytopenia due to hepatitis A infection is presented. Hepatitis A virus infection may cause thrombocytopenia; hence, it must be considered in the differential diagnosis of patients with immune thrombocytopenia.

6.Anesthetıc Approach Of Prımary Hypothyroıdısm: Case Report
Feriha Temizel, Tamer Kuzucuoğlu, Gülten Arslan, Hacer Yeter, Cihan Kolip, Zuhal Arıkan
Pages 28 - 30
Hipotiroidizm, kardiyovasküler sistemde depresyon, anormal baroreseptör fonksiyonu, plazma volümünde azalma, karaciğer ilaç metabolizmasında bozulma, hipoglisemi, hiponatremi ve hipotermiye neden olabilir. Bu tür olgularda genel anesteziklere karşı artmış duyarlılık olduğundan, hasta cerrahi öncesi mutlaka ötiroid duruma getirilmelidir; ancak anestezistler acil ameliyat gerektiren bazı hastalarda hipotiroidi ile karşılaşmaktadırlar. Bu olgu sunumunda, ameliyat öncesi değerlendirmede hipotiroidi tanısını konulan ve acil parsiyel kalça protezi uygulanan 69 yaşındaki kadın olgunun anestezi uygulaması literatür eşliğinde sunuldu.
Hypothyroidism may lead to depression of the cardiovascular system, abnormal baroreceptor dysfunction, decrease in plasma volume, dysfunction of hepatic drug metabolism, hypoglycemia, hyponatremia, and hypothermia. As such cases present increased sensitivity to inhalation anesthetics, they should be treated until they reach an euthyroid state. Anesthesiologists face hypothyroidism in many patients who are in need of urgent surgery. In this case report, we present the anesthetic management of a female patient aged 69 who had to undergo an urgent partial hip arthroplasty and was diagnosed with hypothyroidism. We discuss the case in the light of the current literature.

7.Giant fibroadenoma of the pubertal breast: Case report
Ayşegül Yavuz, Ali Dursun Kan, Aykut Mısırlıoğlu, Tayfun Aköz
Pages 31 - 34
Dev fibroadenomlar puberte döneminde memede tek taraflı hızlı büyüme ile karşımıza çıkan iyi huylu kitlelerdir. Tanı meme biyopsisi ile konur. Tedavisi konservatif cerrahi girişimlerdir. Bu yazıda, memede dev fibroadenom nedeni ile kliniğimizde tedavi edilen bir olgu sunuldu. Olgu nadir görülmesi nedeni ile literatür bilgileri ışığında tartışıldı.
Giant fibroadenomas are benign, discrete lesions that present during puberty as unilateral, rapidly growing breast masses. Diagnosis is made by breast biopsy. Treatment involves surgical excision. We present a case of giant breast tumor treated in our department. This rare case is presented with a review of the recent literature.

8.Akınetıc Mutısm Due To Bılateral Infarctıon Of Anterıor Cerebral Artery: Case Report
Recep Alp, Selen İlhan Alp
Pages 35 - 38
Akinetik mutizm birçok hastalık nedeniyle oluşabilir. İki taraflı anterior serebral arter infarktı nadirdir; bununla birlikte sıklıkla akinetik mutizm tablosuna yol açmaktadır. Bir olgu nedeniyle iki taraflı anterior serebral arter infarktı nedenleri ve akinetik mutizm patogenezi tartışıldı.
Akinetic mutism is described as a result of many disorders. Bilateral infarction of the anterior cerebral artery (ACA) territory is reported rarely, however, often leading to akinetic mutism. Herein, we discuss the etiology of bilateral infarction of the ACA and the pathogenesis of akinetic mutism.

9.A rare and uncommon cause of blepharoconjunctivitis: Phthiriasis palpebrarum
Arzu Taşkıran Çömez, Onur Karadağ, Baran Kandemir, Ömer Kamil Doğan
Pages 39 - 42
Altı yaşındaki kız çocuğu her iki göz kapağında ödem ve kaşıntı ile babaannesi tarafından polikliniğimize getirildi. Olgunun 1 hafta önce özel bir göz merkezine aynı şikayetle başvurduğu, kirpik dibi iltihabı ve alerji tanısı ile adını bilmedikleri iki damla verildiği, fakat şikayetlerinin damlalarla azalmayıp gittikçe arttığı babaanne tarafından anlatıldı. Olgunun konjonktivaları hiperemik ve pürülan sekresyonlu olup, ileri derecede kemozis
vardı. Göz kapakları incelendiğinde kirpik diplerinde eklemli bacakları olan hareketli canlılar ve çok sayıda konkresyo benzeri oluşumlar görüldü. Phthiriasis palpebrarum tanısı konularak, bitler ve yumurtaları (sirke) sıvı vazelin uygulandıktan sonra bir forceps yardımı ile mekanik olarak temizlendi. Ailenin tüm fertlerinin tedavi edilmesi gerektiği aileye anlatıldı. Kötü hijyen, kalabalık yaşam ortamları en sık neden olmasına rağmen, phthirus palpebrarum tanısı konan küçük bir çocukta cinsel istismar her zaman akla getirilmelidir.
A six-year-old girl, who was diagnosed to have allergic conjunctivitis by a special eye center and prescribed topical antiallergic ointments, was referred to our hospital with severe pruritus and erythema of both eyelids. Her conjunctivae were hyperemic and chemotic with purulent secretions, and active living organisms were seen localized at the base of her eyelashes, with crab-like legs, and accompanied with numbers of formations like concretions. She was diagnosed as having phthiriasis palpebrarum and the lice and their nits (eggs) were cleaned mechanically with forceps after administration of liquid Vaseline. We explained that all family members should be treated as well. Sexual child abuse is the other aspect of this disease that should be kept in mind.

10.An Ilıopsoas Bursıtıs Due To Bılateral Legg-Calvé-Perthes Dısease: Case Report
Muhsin Dursun, Volkan Gürkan, Haldun Orhun, Tuğrul Berkel, İlhan Bayhan
Pages 43 - 47
İliopsoas bursa, kalça eklemi anteriorunda iliopsoas kası posteriorunda yerleşen normal anatomik bir yapıdır. İliopsoas bursanın enflamasyonu sonucu sıvı toplanmasıyla birlikte oluşan distansiyon neticesinde meydana gelen patoloji iliopsoas bursiti olarak adlandırılır. İliopsoas bursiti genellikle sporcularda akut travma veya tekrarlayan mikrotravmalar sonucu oluşmaktadır. Nontravmatik oluşan iliopsoas bursiti oldukça nadirdir ve daha çok romatoid artritte görülür. Bunun yanında osteoartrit, osteokondromatozis, pigmente villonodüler sinovit, sinovyal kondromatozis, enfeksiyon, psödogut, metastatik kemik hastalığı ve geçirilmiş kalça cerrahisine bağlı oluşabilir. Legg-Calvé-Perthes hastalığına bağlı oluşan, inguinal bölgede kitle şeklinde başlayarak femoral sinir basısına kadar ilerleyen ve bacakta parestezi oluşturan, aynı zamanda femoral vene bası yaparak bacakta şişliğe neden olan semptomatik bir iliopsoas bursiti olgusu sunuldu.
The iliopsoas bursa is a normal anatomical structure that lies deep to the iliopsoas tendon in the region of the hip joint. Iliopsoas bursitis is a term referring to distention of iliopsoas bursa because of inflammation and fluid collection. It is generally seen in athletes with cause of acute trauma or repetitive microtrauma. Nontraumatic iliopsoas bursitis is rare and commonly associated with rheumatoid arthritis. It has also been seen with osteoarthritis, osteochondromatosis, pigmented villonodular synovitis, synovial chondromatosis, infection, pseudogout, metastatic bone disease and after hip surgery. We report a rare case of iliopsoas bursitis due to Legg-Calvé-Perthes disease who presented with inguinal mass with paresthesia of the thigh caused by femoral nerve compression, and with edema at low extremity caused by femoral vessel compression.

11.Acute Appendıcıtıs In An Inguınal Hernıa Sac: Case Report
Özgür Ekinci, Bülent Gürbüz, Süleyman Orman, Tolga Canbak, Haydar Yalman, Rafet Yiğitbaşı, Fikret Aksoy
Pages 48 - 50
İnguinal fıtık kesesi içerisinde akut apendisit halinin görülmesi ilk defa 1735 yılında Clauidius Amyand tarafından tanımlanmıştır. Bu durum Amyand herni olarak tanımlanmış olup, ayrıca bu tarihte ilk olarak yapılan apendektomidir. Bu yazıda, kliniğimizde ameliyat edilen bir Amyand hernisi olgusu, görülme sıklığı, ameliyat öncesi tanı olasılıkları ve ameliyat yönteminin seçimi literatür bilgileriyle değerlendirildi.
Acute appendicitis in an inguinal hernia sac was named as Amyand’s hernia by Claudius Amyand in 1735. This was the first appendectomy in the history of surgery. We report an Amyand hernia case. We discuss the incidence, surgical method and preoperative diagnostic methods and review the literature.

REVIEW
12.Allerji Ve Anestezi
Hakan Erkal, Yaman Özyurt, Zuhal Arıkan
Pages 51 - 56
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale