ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 12 (1)
Volume: 12  Issue: 1 - 2001
RESEARCH ARTICLE
1.GAMA-GLUTAMIL TRANSPEPTIDASE LEVELS AND HEPATOSTEATOSIS IN PATIENTS WITH DIABETES MELLITUS
Nurhan Biriz, Mahmut Gümüş, Mehmet Sargın, Bülent Emre, Yener Koç, Mehmet Aliustaoğlu, Birsel Kavaklı, Ali Yayla
Pages 1 - 4
Tip 2 diyabetin etyolojisinde özellikle obez hastalarda gelişen periferik insulin direnci önemli rol oynar. Bu çalışmada obez, diabetik hastalarda karaciğer yağlanması sıklığını ve bu yağlanmaya gama-Glutamil Transpeptidaz (gama-GT) seviyesindeki değişikliğin eşlik edip etmediğini araştırmayı amaçladık. Ekim 1999-Ocak 2000 tarihleri arasında hastanemiz Diabet Polikliniği'nde ayaktan tedavi edilen Tip 2 Diabetes Mellitus'lu 78 olgu ve 38 non-diabetik olgu incelenmiştir. Olgularımızın serum gama-GT, ALT, AST, Alkali fosfataz (ALP), trigliserid, total kolesterol, HDL kolesterol değerleri ölçüldü.Tüm olguların ultrasonografık değerlendirmesi aynı hekim tarafından hastaların kliniği ve laboratuvar değerleri bilinmeden General Electric RT-4000 cihazıyla yapıldı. 78 Tip 2 Diabetes Mellitus'lu olgunun 52'si (%66,7) kadın, 26'sı (%33,3) erkekti. Kontrol grubundaki 38 olgunun 21 'i (%55,3) kadın, 17'si (%44,7) erkekti. Yaş ortalaması diabetik olgularda 56.0±10,1 yıl, kontrol grubunda 46,5±16 yıl idi. Diabetik hastaların diabet süresi ortalama 9,3±7,5 yıl idi. BMI ve bel/kalça oranı açısından bakıldığında gruplar arasında istatistiki anlamlı bir fark yoktu. Diabetik olguların 34'ünde karaciğer yağlanması tespit edildi (%43). Kontrol grubunun ise 8'inde (%21) yağlanma tespit edildi (p<0,001). GGT düzeylerine bakıldığında diabetik hastalarda 32,6±20, 1 u/L kontrol grubunda 23,3±15,4 u/L bulundu(p<0,005). Karaciğer yağlanması olan diyabetiklerde, karaciğer yağlanması olmayanlara göre ALT, AST, trigliserid düzeyleri anlamlı olarak yüksek iken total kolesterol düzeylerinde anlamlı bir farklılık tespit edilmedi. (p<0,001). gama-GT düzeyi 50 u/L'den yüksek olan 9 diabetik olgunun hepsinde karaciğer yağlanmasının mevcut olduğu görüldü (p<0,001). Kontrol grubunda karaciğer yağlanmasıyla gama-GT düzeyi arasında ilişki bulunmadı (p=0,048). Diabet süresiyle y-GT düzeyini karşılaştırdığımızda serum gama-GT düzeyindeki yükselmeyle diyabet süresi arasında bir ilişki saptanmadı. Sonuç olarak, tip 2 diabetlilerde karaciğer yağlanması açısından bakıldığında gama-GT düzeyinin spesifitesi yüksek, sensitivitesi düşük bir parametre olduğunu söyleyebiliriz.
Peripheral insulin resistance especially in obese patients is an important factor of the etiology of type 2 diabetes. So, we aimed to determine the prevalance of hepatosteatosis in obese type 2 diabetics and the correlation between hepatosteatosis and gama- Glutamil Transpeptidaz (gama-GT) levels, in this study. 78 type 2 diabetics who were admitted to outpatient clinic of diabetes and 38 non-diabetic were taken to the study. Plasma gama-GT, ALT, AST, ALP, triglyceride, total cholesterol, HDL cholesterol of all patients were measured. Transabdominal ultrasound were performed by the same expert radiologist without any knowledge about clinical and biochemical parameters of patients. The mean age of diabetics (F/M, 52/26) was 56,0±10,1 years and nondiabetics (F/M.21/17) was 46,5±16 years. Diabetes duration of diabetics was 9,3±7,5 yrs. There was no statistically significant difference between groups in regard of BMI and waist/hip ratio. Hepatosteatosis was found in 34 patients (43%) in diabetic group and 8 patients in control group (p<0,001). gama-GT levels was found 32,6±20,1 u/L in diabetics and 23,3±15,4 u/L in control group (p<0,005). We subdivided the diabetic group into hepatosteatotic and nonhepatosteatotic groups and found that AST, ALT, gama-GT, triglycerides were high in the first subgroup (p<0,001). There was no difference between the two subgroups in regard of cholesterol levels. We found hepatosteatosis in all of the 9 diabetics whose gama-GT levels were higher than normal limits (50 u/L) (p<0,001). On the other hand there was no correlation between gama-GT and hepatosteatosis in the control group (p= 0,048). When we compared gama-GT in regard of diabetes duration; we could not found a correlation between them. As a conclusion, we can say that high plasma y-GT level is spesific but not sensitive feature of hepatosteatosis in type 2 diabetics.

2.THE RELATIONSHIP BETWEEN CONVULSION AND ACUTE BACTERIAL MENINGITIS
Gülay Çiler Erdağ, Serdar Cömert, Gülnur Tokuç, Yasemin Akın, Esin Şan, Ayça Vitrinel
Pages 5 - 7
1994-1998 yılları arasında Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği'nde akut bakteriyel menenjit tanısı alarak tedavi gören 176 hasta değerlendirildi. Bu hastalardan konvülsiyon ile başvuranların karşılaştırılması yapıldı. 176 hastanın %28'i kız, %72'si erkekti. Yaşlar 1 günle 12 yaş arasında değişmekteydi. Bunlardan %22'si ilk semptom olarak konvülsiyon ile başvurdu (%35 kız, %65 erkek). Konvülsiyonla başvuran hastaların %39'u 0-12 ay, %25'i 1-3 yaş, %18'i 3-6 yaş, %18'i de 6-12 yaş arasındaydı. Bunların %59'unda meningeal irritasyon bulguları pozitifti. Hepsinde ateş mevcuttu ve daha evvel antibakteriyel tedavi almamışlardı. Konvülsiyonla başvuran hastalar ile diğerleri arasında beyin omurilik sıvısındaki hücre sayısı, protein ve şeker değerleri açısından anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuçta, meningeal irritasyon bulguları ile başvuran febril konvülsiyonlu bir çocukta hemen menengit düşünülüp lomber ponksiyon yapılması, her ateşli çocuğun menenjit açısından değerlendirilmesi, ateşe ilave konvülsiyon varsa menenjit üzerinde daha çok durulması, iyi bir fizik muayene ve anamnez ile tanıya erken gidilmesi üzerinde duruldu.
In this study, 176 patients who were diagnosed and treated for acute bacterial meningitis between 1994-1998 in Dr. Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital Pediatrics Department (in Istanbul) were included. The patients admitted to hospital with convulsion were compared with the patients without convulsion. 39 of 176 patients (22%) were admitted with convulsion as the first symptom. 15 of 39 patients (39%) admitted with convulsion as the first symptom were 0-12 months of age, 10 of 39 patients (25%) were 1-3 years old, 7 of 39 (18%) 3-6 years old and the remaining 7 patients (18 %) were 6-12 years old. 23 of 39 patients (59%) had positive signs of meningeal irritation. All of these patients had fever and they were not treated with any antibacterial medication. We could not observe any significant difference between the number of cells, protein and glucose levels in cerebro spinal fluid of patients admitted with and without convulsion. As a result, meningitis should be considered seriously and hence a lumbar puncture should be applied to all of the children with fever and convulsion if they have signs of meningeal irritation. All these febrile children should be evaluated for meningitis. Meningitis must be thoroughly evaluated if fever and convulsion coexists in a child and after a detailed physical examination and history early lumbar puncture diagnosis should be achieved.

3.EFFECTIVENESS OF INSULIN-METFORMIN COMBINATION THERAPY IN TYPE 2 DIABETICS
Mehmet Sargın, Haluk Sargın, Ekrem Orbay, Işık Çakın, Mehmet Çobanoğlu, Ali Yayla
Pages 8 - 10
Metformin, tip 2 diyabetlilerde glisemi regülasyonu sağlamak için, tek başına veya kombine tedavide kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, insulin kullanan ancak yeterli glisemi regülasyonu sağlanamayan tip 2 diyabetli vakalarda metforminin tedaviye eklenmesinin insulin ihtiyacı ve glisemi regülasyonuna etkisini araştırmaktır. Bu amaçla insülin kullanmasına rağmen optimal glisemi regülasyonu sağlanamayan (HbA1c > %8), beden kitle indeksi (BKİ) > 27 kg/m2 olan ve metforminin kontrendike olmadığı 42 (K/E: 29/13) tip 2 diyabetli vaka çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya alınan vakaların yaşlan 61,2(6,7 yıl ve diyabet süreleri 14,9(5,1 yıl idi. Çalışmanın başlangıcında vakaların açlık kan şekeri, HbA1c, total kolesterol, trigliserit, HDL-kolesterol, SCOT, SOFT, GGT düzeyleri ölçüldü. Ayrıca vücut ağırlığı ve boy alınarak BKİ hesaplandı. Ayrıca vakaların kullandığı günlük toplam insülin dozu ve günlük insülin dozu/kg, hesaplandı. Metformin 1700 mg/gün tedavisine başlandıktan sonraki 3. ve 6. aylarda bu parametreler tekrarlandı. Metformin başlanmadan önceki değerler 3. ve 6. aylarda elde edilen sonuçlarla karşılaştırıldığında, toplam insulin dozu/gün ve günlük insulin dozu/kg, değerlerinin azaldığı görüldü (p<0,05). Bununla birlikte vakaların HbA1c, total kolesterol, HDL-kolesterol, trigliserid değerlerinin ve vücut ağırlığının başlangıç değerlerine göre düştüğü saptandı (p<0,05). Diğer yandan SCOT, SGPT, GGT, üre, kreatinin gibi biyokimya parametrelerinde metformin tedavisi öncesinde ve sonrasında anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). İnsülin-metformin kombinasyon tedavisi tip 2 diyabetli vakalarda glisemi regülasyonunu iyileştirmekte ve insulin ihtiyacını azaltmaktadır. Bu olumlu etkileri göz önüne alındığında farklı bir tedavi yaklaşımı olarak dikkate alınması gerektiği düşüncesindeyiz.
Metformin is used in combination or alone in type 2 diabetics in order to maintain the glycemic regulation. The object of this study is to investigate the effect of metformin on the glycemic regulation and the need for insulin when added to the therapy of type 2 diabetics that was currently using insulin but still was not regulated enough. 42 (W/M: 29/13) type 2 diabetics whose blood glucose levels couldn't be optimally regulated despite the insulin usage for this purpose (HbA1c >8%), whose body mass indexes were >27 kg/m and that the use of metformin was not contraindicated. The mean age and the duration of diagnosis as diabetes of the cases were as follows: 61,2±6,7 yrs and 14,9±5,1 yrs. At the beginning; fasting blood glucose, HbA1c, total cholesterol, triglyceride, HDL-cholesterol, SCOT, SGPT, GGT levels were measured. Also BMI were calculated using the body weights and heights of the patients. We also calculated the total daily insulin dosage and the daily insulin dosage per kg. These parameters were remeasured at the 3rd and 6th months after the start of metformin therapy 1700 mg/daily. The comparison of the levels at initial, 3rd and 6 th months of therapy; total daily insulin dosage and daily insulin dosage per kg reduced significantly (p<0,05). Also HbA1c, total cholesterol, HDL-cholesterol, triglyceride and body weight levels of the cases reduced significantly when compared with initial ones (p<0,05). The biochemical parameters like SCOT, SGPT, urea and creatinine didn't change significantly before and after the metformin treatment (p>0,05). Insulin-metformin combination therapy in type 2 diabetics; makes the glycemic regulation better and reduces the need for insulin. We gather that when these positive effects were taken into account, it should be accepted as a specific and different way of therapy.

4.DETERMINE THE SPECTRUM OF MICROORGANISMS ENCOUNTERED IN OUTPATIENTS WITH ACTIVE-STAGE CHRONIC SUPURATIVE OTITIS MEDIA
Arif Şanlı, Resul Öztürk, Mustafa Paksoy
Pages 11 - 14
Bu çalışma 2001 Haziran - 2001 Eylül tarihleri arasında Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi II. Kulak Burun Boğaz Polikliniği'ne başvuran kronik süpüratif otitis media tanısı almış 24 süpüratif akıntılı kulak üzerinde yapıldı. Çalışmanın amacı, ülkemizde poliklinik şartlarında kronik süpüratif otitis media tanısı ile takip edilen vakalarda mikrobiyal ajanların aerop ve anaerop kültürlere ekim yapılarak kesin olarak saptanması ve antibiyogram hassasiyet testi ile etkin bir tedavinin uygulanmasıydı. Steril eküvyonla alınan süpürasyon materyalleri aerob-anaerob kültürlere ekildi ve kültür antibiyogram testine tabi tutuldu. Anaerop bakteri üretilemeyen bu kültürlerde Pseudomonas spp., Klebsiella spp. ilk sırada yer almaktaydı. Kültür antibiyogram sonuçlan değerlendirildiğinde, Pseudomonas spp.'nin sırasıyla seftazidime, piperasilin-tazobaktam kombinasyonuna, gentamisine, siprofloksasine duyarlı olduğu tespit edildi. Klebsiella spp.'nin en fazla duyarlılığı siprofloksasine karşı olmuştur.
We studied 24 middle ear drainage of the patients with chronic suppurative otitis media whom admitted to the outpatient clinics of the ENT department of the Dr. Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital. The aim of this prospective study was to determine the spectrum of microorganisms encountered in outpatients with active-stage chronic supurative otitis media by using aerob - anaerobe cultures and to see the susceptibility of these microorganisms to various antibiotics. All of the supuration materials which taken by steril ecuvion were studied for aerob - anaerob cultures and also antibiogram susceptibility tests were applied. In the cultures in which anaerop bacteria had no growth. Pseudomonas spp. and Klebsiella spp. have been seen as the leading cause of chronic supurative otitis media. When the antibiogram susceptibility tests were analyzed pseudomonas spp. were susceptible to ceftazidime, to the combination of piperacilin-tazobactam, gentamicin, ciprofloxacin. Klebsiella spp. were mostly susceptible to ciprofloxacin.

5.EFFECTS OF GLYCEMIC CONTROL ON THE LEVELS OF IMMUNOGLOBULINS IN DIABETES MELLITUS PATIENTS
Macit Koldaş, Yasemin E Döventaş, Alper Döventaş, Nergiz Yamak, İbrahim Öz, Dilek Babacan, Mehmet Yamak
Pages 15 - 19
Diabetes mellituslu olgularda immuniteyi araştırmak amacıyla, 54 diabetik ve 20 sağlıklı kontrol grubunda IgM, IgG ve IgA düzeylerini tayin ettik. Ayrıca diabetik olgularda glikometabolik kontrol durumu ile humoral immunite arasındaki ilişkiyi saptamak için de HbA1c ile immunglobulinler arasındaki korelasyonu araştırdık. Çalışmamızda diabetes mellitus'lu olgularda sağlıklı kontrol grubuna göre IgA düzeyleri anlamlı derece yüksek (p<0.001), IgG ve IgM düzeyleri ise düşük bulundu (p<0.001). Hasta grubu diabeti iyi kontrol edilen ve edilmeyen olarak iki gruba ayrılarak incelendiğinde kontrol grubu ile iyi kontrol edilen grup arasında IgA düzeylerinin farklı olmadığı gözlendi. Kötü kontrollü diabetiklerde HbA1c düzeyleri ile IgA düzeyleri arasında aynı yönde anlamlı korelasyon tespit edildi. Diabetik hastalarda serum immunglobulinlerinin -özellikle IgA'nın-değişimi, diabetin ve sekonder etkilerinin izlenmesi (örneğin infeksiyonlara hassasiyet) açısından önem taşımaktadır. Serum IgA konsantrasyonunun glisemik kontrolün düzeyinden etkilendiği anlaşılmaktadır.
In order to investigate immunity in patients with diabetes mellitus, we determined levels of IgM, IgG and IgA in 20 healthy subjects and in 54 diabetic patients. In addition, we examined the correlation between HbAlc and immunoglobulins and to detect the relationship between glycometabolic control and immunological activity in diabetics. Compared to the control subjects, we found significantly increased IgA level in patients (p<0.001). The concentration of IgG and IgM were significantly decreased (p<0.001) in diabetic patients compared with non diabetic subjects. No statistically significant relationship was found with IgA levels between control subjects and in patients with good glucose control. There was a positive, significant correlation between HbA1c and IgA levels by patients with poor glucose control. We conclude that abnormal serum IgA, IgG and IgM concentrations are very common in diabetic patients and that further research should be carried out to verify whether the determination of serum immunoglobulin -IgA in particular- is of clinical use for monitoring diabetes or evaluating its secondary effects (such as susceptibility to infection). Serum IgA concentrations are influenced by the degree of glycemic control.

6.EVALUATION OF THE EFFICACY OF IMMUNOSUPPRESSIVE TREATMENT THAT CONSISTED OF CYCLOPHOSHOMIDE IV AND ORAL PREDNISONE IN SYSTEMIC LUPUS ERYTHEMATOSUS
Mehmet Çobanoğlu, Mustafa Tekçe, Haluk Sargın, Mehmet Sargın, Mesut Şeker, Demet Taşan, Nilgün Akbulut, Taflan Salepçi, Ali Yayla
Pages 20 - 22
Sistemik Lupus Eritematosus (SLE) bir immunkompleks hastalığıdır. Bu çalışmada SLE vakalarında IV cyclophosphamide (CPM) ve oral prednizolondan oluşan immunsupresif tedavinin etkinliği değerlendirilmiştir. 1999-2001 yılları içinde SLE tanısı konulan; immunsupresif, antitrombosit ve ACE inhibitörler ile en az 6 ay tedavi edilen 10 olgunun tedaviye yanıtları incelendi. Tamamı erişkin gruptan olan hastaların yaş ortalaması 29±4,6 (20-35) yıl idi. Vakaların 9'u kadın ve 1'i erkek idi. 9'u nefritik sendrom, 1'i nefrotik sendrom kliniğinde olup 9'unda hipertansiyon vardı. 12 ay süre ile takip edilen 10 hastanın proteinüri/gün değeri; başlangıçta 2,5±0,6 gr/dl iken 3. ayda 1,3±0,4 gr/dl, 6. ayda 1,19±0,2 gr/dl, 12. ayda 1,1±0,1 gr/dl'ye düştü (p<0.01). Vakaların başlangıçta kreatinin klerensi 60,7±28,6 ml/dk idi, daha sonraki takiplerinde ise istatiksel olarak anlamlı bir farlılık yoktu (p>0.05). Sonuç olarak SLE'de immunsupresif olarak kullandığımız İV CPM ve oral prednizolon tedavisinin yararlı olduğu görülmüştür.
Systemic lupus erythematosus (SLE) is a immunecomplex disease. In this study the efficacy of immunosuppressive treatment that consisted of cyclophohopamide IV and oral prednizolon were evaluated on SLE patients. Treatment response of 10 patients who were diagnosed as SLE between 1999-2001 and were treated with immunosuppressives, antithrombolytics and ACE inhibitors at least six months. All of the patients were adult and mean age of them was 29±4,6 (20-35) years. 9 of them were women and 1 of them was man. 9 of them were nephritic syndrome, 1 of them was nephrotic syndrome and 9 of them were hypertensive. Protein in the urine/day of 10 patients that were followed up 12 months, was 2,5±0,6 gr/dl initially and then was 1,3±0,4 gr/dl at third month, was 1,19±0,2 gr/dl at sixth month and was 1,1±0,1 gr/dl at 12 month (p<0.01). Initially mean creatinine clearance result of patients was 60,7±28,6 ml/min; there wasn't a statistically significant difference at following visits (p>0.05). As a conclusion it was seen that CPM (IV) and oral prednisone treatment which we used as immunosuppressive was effective in SLE.

7.THE COMPLICATIONS OF PAROTID SURGERY
Sevtap Akbulut, Ozan S Sezen, Şeref Ünver
Pages 23 - 26
Parotisin değişik hastalıkları için farklı cerrahi girişimler yapılmaktadır. Parotis glandına yapılan bu girişimler sonucunda birtakım komplikasyonlar oluşabilir. Bunlar: Hematom ve yara enfeksiyonu, fasiyal sinir parezisi, "greater auricular" nöropati, Frey sendromu, salivatuar fistül, hipertrofık veya keloidal skar oluşumu, hastalığın rekürensi ve nadiren de sialoseldir. Hematom ve fasiyal sinir parezisi en sık lokal komplikasyon olurken, reküren hastalık uzun dönemde en sık görülen problemdir. Fasiyal sinir parezisi parotis glandmın fasiyal sinirle olan özel ilişkisi nedeniyle sık oluşabilecek bir komplikasyondur. Geçici veya kalıcı olabildiği gibi inkomplet veya komplet şekilde de olabilir. Frey sendromu. bir diğer ismiyle aurikulotemporal sendrom, ise parotidektomi sonrası iyileşme sürecinde parasempatik sekretomotor fibrillerin kutanöz sinirlere yanlış yönlenmesiyle oluşur. Parotis cerrahisi sonrası %35-60 gibi yüksek oranlarda, ancak klinik olarak değişik derecelerde görüldüğü bildirilmiştir. Bu çalışma Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1.KBB Kliniği'nde Ocak 1997 - Ocak 2001 tarihleri arasında yapılan 31 parotis cerrahi girişimi sonucunda oluşan komplikasyonlarını tespit edilebilmesi amacı ile yapılmıştır. Komplikasyonlar literatür bilgisi ile birlikte gözden geçirilerek sunulmuştur.
The different surgical approaches for parotid gland tumours results in some complications. These complications are: Early, late complications and facial nerve dysfunctions. While hematoma and facial nerve paresis are the most seen early local complications, recurrent disease and Frey's syndrome are the most common late complications of parotidectomy. This prospective study was done to determine the complications of 31 patients underwent parotidectomy between January 1997 - January 2001 at the Clinic of Otolaryngology of the Dr. Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital. The complications are presented with reviewing of the literature.

8.EVALUATION OF MUMPS MENINGOENCEPHALITIS CASES IN OUR CLINIC
Esra Önal Sönmez, Sami Hatipoğlu, Birsen Durmaz Çetin, Mine Öztürk, Kutluhan Aksu, Tülay Olgun
Pages 27 - 28
Bu çalışmanın amacı kliniğimize yatırılan kabakulak meningoensefalitli olguları değerlendirirken, bu komplikasyondan korunmak için en iyi yol olan aşılanmanın önemini vurgulamaktı. Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Kliniği'nde 1 Ocak-30 Haziran 2000 tarihleri arasında kabakulak meningoensefalit tanısıyla yatırılıp izlenen 4-11 yaş arası 21 hastanın yapılan lomber ponksiyonlarda alman beyin omurilik sıvısı (BOS) şeker, protein, hücre sayımı, frotti ile tetkik edildi. Hastaların BOS kabakulak IgM ve kan amilaz parametreleri çalışıldı. Kusma, ateş, başağrısı semptomları ile başvurup kabakulak meningoensefalit (parotitisi takiben) ön tanısıyla lomber ponksiyon yaptığımız tüm olgularımızın BOS bulguları hücre sayısında lenfosit hakimiyeti ile artış, protein yüksekliği ve şekerin normal olup, kültürde üreme olmaması ile tanımızı destekliyordu. Olgularımızın ortalama kan amilaz değerleri de yüksekti. Çalışmamızda, 4-11 yaş arası çocuklarda artış gözlenen kabakulak ve meningoensefalit komplikasyonundan korunmak için en iyi yolun 4-6 yaş arası aşıyı tekrarlamak olduğu sonucuna varıldı.
When we evaluated the patients hospitalized in our department with mumps meningoencephalitis, our goal was to emphasize the importance of vaccination in order to be preserved from this complication. Between 1 January-30 June 2000 at Şişli Etfal Pediatric Infection Department, 21 patients were hospitalized with mumps meningoencephalitis. 4-11 years old patients were evaluated by cerebrospinal fluid glucose, protein level, the amount of neutrophiles and cell type following lumbal punction. Mumps IgM and blood amilase parameters were measured. The mumphs meningoencephalitis of the patients admitted with the symptoms of fever, headache, nausea was supported by cerebrospinal fluid results including high lenfosit account, high protein level and normal glucose level. In our patients serum amilase level were high. In our study, we conclude that the best way to be preserved from the-increasing complications of mumps and meningoencephalitis observed on 4-11 years old children, is to repeat mumps vaccine at 4-6 years old age.

9.CASES OF ACUTE RENAL INSUFFICIENCY SEEN AS COMPLICATION OF AMINOGLICOZIDE TREATMENT
Mehmet Çobanoğlu, Mustafa Tekçe, Haluk Sargın, Mesut Şeker, Taflan Salepçi, Ali Yayla
Pages 29 - 30
2001 yılında hastanemizde aminoglikozidlere bağlı 7 akut böbrek yetmezliği vakası görülmüştür. 2 hastada hemodiyaliz yapılmış, diğer 5 hastada ise konservatif tedavi yapılmıştır.
We have faced with 7 patients who were diagnosed as acute renal failure because of aminoglicozide usage. We performed hemodialysis for two patients, other five were treated conservatively.

10.EVALUATION OF THE EFFICIENCY OF RADIOTHERAPY BY THE MEASUREMENT OF THE LEVEL OF SERUM PHOSPOHEXOISOMERASE (PHI)
Alper Özkan, Altay Martı, Orhan Kızılkaya, Alpaslan Mayadağlı
Pages 31 - 35
Bu çalışmanın amacı radyasyonun tümör hücresi üzerindeki etkisini tedavinin hemen başlangıcında ortaya koyabilecek bir yöntem geliştirebilmektedir. Radyoterapi kullanımından sonraki 24 saat içinde oluşan serum PHI değişiklikleri saptanmıştır. Çalışmada küratif radyoterapiye aday 20 hasta ile postoperatif radyoterapiye aday 4 hasta ve 40 sağlıklı insan değerlendirilmiştir. Serum PHI düzeyleri radyoterapiden önce ve radyoterapiyi takiben 2-6. saatler ile 15-20. saatler arasında ölçülmüştür. Sonuçta radyoterapi alan hastalardan 2-6. ve 15-20. Saatler arasında en az bir kez enzim piki saptananların hiç enzim piki yapmayanlara göre daha radyosensibl oldukları kararına varılmıştır.
The purpose of this study is to develop a method that reveals the effect of radiation damage on tumor cells at the beginning of the therapy. The changes of serum PHI is determined during 24 hours after using radiotherapy. Twenty and 4 patients who are candidates for curative radiotherapy and postoperative radiotherapy respectively and 40 healthy people are assessed. The level of serum PHI is measured before radiotherapy and after radiotherapy between 2-6 and 15-20 hours, it is concluded that the patients receiving radiotherapy whom are determined serum PHI enzyme peak at least once between 2-6 and 15-20 hours are more radiosensitive than the patients whom are not.

11.ANTENATAL STEROID USAGE: EFFECTIVENESS AND RESULTS
Şebnem İnal, Banu Çaylarbaşı, Özay Oral, Serap Yaltı
Pages 36 - 39
Antenatal kortikosteroid (KS) kullanımı ile prematürite mortalitesinde belirgin azalma tespit edilmiştir. Multisistem maturitenin hızlanmasını sağlayan steroid kullanımı, özellikle respiratuar sistemde etkili olur ve yenidoğanda RDS kliniklerinin oluşmasını önler. Çalışmamızda, tekrarlayan dozlarda antenatal KS kullanımının etkinlik ve sonuçları literatür bilgileri ışığında tartışılmıştır.
Antenatal steroid usage decreases mortality of premature newborns and provides multysystem maturity in these fetuses so respiratory complications decrease significantly. In this study, effectiveness and results of repetitive antenatal corticosteroid usage with the results of literature are discussed.

12.THE PREVELANCE OF MICRO AND MACROVASCULAR COMPLICATIONS IN NEWLY DIAGNOSED TYPE 2 DIABETICS
Haluk Sargın, Mehmet Sargın, Ekrem Orbay, Mustafa Tekçe, Hatice Gündüz, Tuba Sepetçioğlu, Ali Yayla
Pages 40 - 42
Diabetes mellitusun kronik komplikasyonları mikrovasküler (retinopati, nefropati ve nöropati) ve makrovasküler [hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı(IKH), periferik vasküler hastalık(PVH), serebro vasküler hastalık] komplikasyonlar olarak sınıflandırılmaktadır. Çalışmamızda yeni tanı konmuş tip 2 diyabetlilerde kronik komplikasyonlann sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Diyabet polikliniğine başvuran ve bilinen diyabeti olmayıp ADA kriterlerine göre Tip 2 diyabet tanısı konulan 74 vaka (erkek/kadın: 31/43, ort. kronolojik yaş: 52.77±9,1 yıl, beden kitle indeksi: 29.29±4.0 kg/m) komplikasyonlar açısından taranmak üzere çalışmaya alındı. Önce hastaların anamnezleri alınıp, fizik muayeneleri yapıldı. Daha sonra biyokimya tetkikleri [açlık kan şekeri (AKS), HbA1c, üre, kreatinin, lipid profili] için kan alındı. Nefropati açısından 24 saatlik idrarda üriner albumin ekskresyon hızı ve glomeruler filtrasyon hızı ölçüldü. Vakaların göz dibi muayeneleri göz kliniği retina bölümünde yapıldı. Sonuçları komplikasyonlar açısından değerlendirdiğimizde, vakaların %10.8'inde diyabetik retinopati, %16.2'sinde periferik nöropati ve %21.6'smda nefropati (mikroalbüminüri %16.2 ve makroalbüminüri %5.4) tespit ettik. Diğer yandan vakaların %53.5'inde hipertansiyon, %5.7'sinde İKH ve %4.1'inde PVH saptadık. Çalışmamızda diyabete bağlı mikrovasküler komplikasyon oranları literatürdeki çalışmalarla benzer veya düşük bulunmuştur. Bu bulgunun diyabet tanısında ADA kriterlerinin kullanmamız ile ilintili olabileceğini düşünmekteyiz, çünkü tip 2 diyabet tanısındaki gecikme mikrovasküler komplikasyon sıklığının artmasına neden olmaktadır. Sonuç olarak, diyabetin erken tanısı için risk grubundaki kişilerde diyabet taramaları yapılması ve yeni tanı konulan tip 2 diyabetlilerde kronik komplikasyonlann araştırılması diyabete bağlı komplikasyonlann önlenmesinde önemli ve gerekli bir yaklaşımdır.
Chronic complications of diabetes mellitus is classified as microvascular (retinopathy, nephropathy and neuropathy) and macrovascular [hypertension, ischeamic heart disease (IHD), peripheric vascular disease (PVD), cerebro vascular disease (CVD)] complications. The investigation of the prevalance of chronic complications in newly diagnosed type 2 diabetics was aimed in our study. In relation to this aim, a total of 74 patients (male/female: 31/43, mean chronologic age: 52.77±9.1 years, mean body mass index: 29.29±4.0 kg/m) who have no history of diabetes, admitted to outpatient clinic of diabetes of Dr. Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital, and diagnosed as type 2 diabetes according to ADA criterias, were included in this study for detection of complications. Initially, the stories of patients were taken and physical examinations were done. Then, for biochemical analyses (fasting blood glucose, HbA1c, urea, creatinin and lipid profile) blood sample was taken. For the assesment of nefropathy, 24 hours' urinary albumin excreation rate and glomerular filtration rate were measured. The fundoscopic examinations of patients were accompolished in retina clinics of ophtalmology department. When we assesed the results in order as complications we detected diabetic retinopathy in 10.8% of patients, peripheral neuropathy in 16.2% and nephropathy (microalbumuniria in 16.2% and macroalbumunuria in 5.4%) in 21.6%. And also we saw that 53.5% of patients had hypertension, 5.7% had IHD and 4.1% had PVH. In this study, the microvascular complication rates of diabetes were found to be equal to or lower than the rates of others in literature. We think that this finding may be related to the usage of ADA criterions in the diagnosis of diabetes, because the later to diagnose type 2 diabetes the more increase the microvascular complications rate. As a result, for early diagnosis of diabetes high risk groups should be screened and in newly diagnosed type 2 diabetics chronic complications should be investigated, and all of these would be important approaches in prevention of complications related to diabetes.

LookUs & Online Makale